HIDIR DAŞTAN - Yaşadıklarımızın anlamsızlığına, yaşayabileceklerimizin bizlere yüklediği temenni açlığına ve yaşadıkça çeliğe dönüşümüze, görüntüde dik duruşumuza, eforumuza inat, içten içe çürüyüşümüze de ilaç olabilir erken teşhis. Bugünden yarına bakmak da diyebiliriz buna, yarından düne bakmanın aksi de…

Ağlamaya dahi zaman bulamadan yanmıştı canım, kollarım iki yana savruk, avuçlarım toz, ayaklarım hissizdi. Semanda gibiydim, oradan altı izliyordum, babamı gördüm; cansız bedenim kollarında, gözlerinde yaş, boğazı düğüm düğüm ve naçar. O gün hem yaşama tutunma gayreti vermiş hem de baba olmuş; babamın babası olarak yine doğmuştum sanki. O gün bir babanın naçarlığını görmüş, umudunun hudutsuzluğuna tanık olmuştum. Benim için ağlayanlar üzülenler olmuştu. Arkadaşlarımın yeisine üzülmeleri o günden bilmiştim, o günden hazırlıklıydım derin yaralara. O gün can vermiş, o gün dirilmiştim. O gün beynimi kemirmeye başladı “ya babam can verirse ben ne yaparım” suali. O gün naçarlığın dik yokuşunu gördüm, güçün kolaya çevrilmesinin eforluğunu ancak imkânsız ile güç arasında hala umut sınan bir baba duygusunun varlığını. Babamın vefatıma fırsat vermediği gün hazırlanmaya başlamışım meğerse babamın vefatına. O gün can vermeme izin vermeyerek vefatına hazırlamıştı beni. O gün hem oğuldum hem baba. O gün kazandığım hayat savaşını bugün sol yanım kırık dökük paramparça olarak denetlemekteyim.

Erken teşhisi önem veririm, vefatın erken olmamasını sağlayacaksa bir umuttur teşhisin erken olması. Bazen hastayı hazırlar rehabilitasyona ve bazen de yakınlarını vefata. Dedim ya erkenden bildim baba olmayı, iyi öğrenirim bir babanın avuçlarından kayıp giden ismine “erken vefat sınan” vedalaşmanın derinliğini. Erkenden tanıştım sızı ve sızı eşiğinin hudutlarıyla. Acı dendiğinde ilaçsız devasız, ağızda bir sopa ve bunalan diş kazançtı usuma, kaynatılan bezler, sıcak su, ateşte kızdırılmış bıçak ile göğsün kalbe en yakın noktasında çıkartılan mermi. Canının ciğerinin son yolculuğundaki “sonları yaşamakmış” meğerse acı. Son lafı, son tebessümmesi, son yerine getirilmiş isteği usunda kalsın istersin, son soluğu, son elveda bakışı ve avuçlarının içine tutukladığın canı ve azıcıktan soğuyacak olan sıcak avuçları. Az evvel hastalıktan yorulmuş, bitkin gözlerine baktığın can parçanın “az evvelde kalmasıymış” acı, tabutun artta bakakalmakmış, beyaz kefene yakıştırılmış olmakmış acı.

Kanadım kırıktı zati, kelimeler kifayetsiz, can verip can verip dirilir oldum son senelerde. Üç yıl geçti ve ben “rahmetli” demeye alışamadığım babam için ayakta kalmaya çalışırken şimdi bir vefat daha dozer gibi ezdi geçti ruhumu. Bir babadan duydum bildim oğlunu ebediliğe uğurladıklarını. Vefatlara alışır oldum, can vermelerim sıklaştı. Üç yıl evvel de can vermiştim yaşım seksen yediydi o gün, canım yandı, şimdi on altısında yakıştırıldı bana vefat. Serçenin çırpınışıydı benimki. Kanadı kırıktı serçenin, denk şartlarda yarışamadı; bitkindi, yoruldu, korkmadı vefattan, pes etmedi, savaştı ama kazanamadı. Rahmetle… 02.02.2019