19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir. Ayrıca kuzeyli, Cermen halk sanatı biçimleri ve kabile sanatları da etkilendiği diğer kaynaklardır. Dışa vurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyla dışa vurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak gerçeğin biçimini bozma yöntemini kullanır ve sanatçının öznel duygularına dayanmaktadır.
Dışa vurumculuk bu terim kullanılmadan da sanatta ifade edilmekteydi. Örneğin; İspanya'da ressam El Greco (d. 1541 – o. 1614) ve Alman rönesans ressamı Matthias Grünewald (d. 1470 – o. 1528) içerikleri dışa vurumculuk ögelerinden oluşmuş sanat eserleri vermekle beraber dışa vurumculuk sıfatı sadece XX. yüzyıl sanat eserlerine verilmektedir. Dışa vurumculuk birçok sanat formlarını kapsamaktadır: edebiyat, film, heykeltıraşlık, mimarî, müzik, resim, tiyatro.


Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının duygusal dünyasını aktarmayı hedefler. 19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Edward Munch'un Çığlık adlı tablosu, bunun belirgin bir örneğidir.
Ekspresyonist bir sanat eserini yorumlarken çizgilerin, renklerin kullanımına dikkat edilmelidir. Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi ön plana çıkarırken, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular.
Die Brücke (Köprü) 1905-1912 Dresden - Kirchner, E. Nolde, Mueller, Rottluf, E. Heckel Der Blaue Reiter (Mavi süvari) Münih - F. Marc, Mache, Kandinsky, Jawlensky, P. Klee
Önemli dışa vurumcu ressamlar arasında Edward Munch, Kirchner, James Ensor ve Oscar Kokoschka sayılabilir. Edward Munch, Ensor ve Kokoschka, kaynaklarda ekspresyonist öncüler olarak geçmektedir.

1910 ve 1930 yılları arasında özellikle Almanya'da etkisini gösteren ekspresyonist mimarî, bu anlamda da Bauhaus okuluyla paralleklikler taşır.
Bunun yanında kendine özgü dinamiklerini de belirler. 90 derecelik açıyı ortadan kaldırmak temel teknik olarak düşünülürken, işlevselliği formla bütünleştirme amacı, alışılmamış formların ve yeni malzemelerin kullanılmasıyla ifadeci mimarlık anlayışının kendine özgü dinamiklerini oluşturur. Bireysel ve dolayısıyla duygusal tasarım anlayışı, ekspresyonist mimarlığın felsefesidir.
Bruno Taut'un 1914de Köln'deki "Werkbund Sergisi" için hazırladığı "Cam Pavyon" ve Erich Mendelsohn'un 1921'de bitirilmiş olan Potsdam'da bulunan "Einstein Kulesi" ve Hans Poelzig'in tiyatro direktoru Max Reinhardt için hazırladığı Berlin'deki "Große Schauspielhaus" tiyatrosu iç dekorasyonu ekspresyonist mimarlığın önemli örnekleri olarak bildirilir. Bauhaus okulunun kurucusu Gropius, ekspresyonist mimarlığın erken döneminin temsilcisi konumundadır.
1933 yılında nazi yönetiminin Almanya'da başa geçmesinden beş yıl sonra ekspresyonist sanat yok olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise brütal bir anlayışla etkinliğini yeniden göstermiştir. Çoğu ekspresyonist sanatçının kaybedilen savaşta yer almasıyla oluşan stres yüklü duygulanımları da dışa vurumculuğu doğuran bir faktör olmuştur.
1960'larda yapılan Sydney Opera Binası ise, postmodern ifadeciliğin en önemli yapıtları arasında gösterilir. Dışa vurumculuk, kübist, minimalist ya da fütürist anlayışlarla da özdeşleşerek temel bir sanatsal ifade olarak canlılığını sürdürür.