Akşam Gazetesi'nden Ali Demirtaş'ın röportajı...

Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Babaeski’de büyüdüm. Çocukluğumdan beri tiyatro sahnesinde olmama rağmen oyunculuğu meslek olarak hiç düşünmedim. Bu bana şu anda çok hüzünlü geliyor. Tiyatroyu ve sinemayı hep hayatımda tutarak Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği’nde lisans, ODTÜ’de Gıda Mühendisliği’nde yüksek lisans yaptım. ODTÜ’de yine aynı bölümde araştırma görevlisi olarak çalıştım. Aslında hep sahneye koştuğumu, sürekli hikâyeler anlatmak istediğimi, bütün zamanımı ve kazandığım parayı oyunculuğa yatırdığımı fark ettiğimde daha sonra denememiş olmaktan pişmanlık duyacağımı bildiğim için konservatuvar sınavlarına hazırlandım. Sonrasında oyunculuk lisans eğitimimi Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladım.

OYUNCULUK BENİM NEFESİMİ KESEN TEK ŞEY

Oynamak ve oyunculuk sizin için ne anlam ifade ediyor?

Dinlemek ve anlatmak insana iyi geliyor bence. İnsan hayatta kalmaya o kadar programlanmış ki kendine iyi gelecek bu eylemlere bile bariyer koyabiliyor. Kendini koruyabilmek için derdini anlatmıyor, dar zamanlarına sığdıramadığı için yeri geliyor başkasını dinleyemiyor. Bence oyun, oyunculuk, sinema, tiyatro hem izleyene hem icra edene bu imkânı sunuyor. Anlatılacak çok hikâye var ve ben de o hikâyeleri duyabilmek, anlayabilmek ve nihayetinde anlatıcılarından olabilmek için çocukluğumdan beri can atıyorum. Oyunculuk kadar beni heyecanlandıran, göğsümde fırtınalar koparıp nefesimi kesen başka bir aktivite yok.

Kırmızı Oda nasıl gidiyor?

Çok iyi gidiyor. Ne mutlu ki harika bir ekip ve çok saygı duyduğum oyuncularla çalışma imkânım var. Tuna çok yönlü, kalıpların dışında bir karakter. Böyle bir karakteri canlandırmak üzere sete gitmek her sabah yeni bir heyecanla uyanmama vesile oluyor.

Hem Boğaziçi’nde hem de Antalya’da aldığınız En İyi Kadın Oyuncu Ödülü size neler hissettirdi?

Çok mutlu etti. Çok sevdiğim projelerdeki performansımla çok sevdiğim platformlarda takdir edilmek çok iyi hissettirdi tabii. Ödüllerin heves parlatıcı ve teşvik edici olduğunu düşünüyorum. Oynadığım iki ayrı filmden bu ödülleri almak tazelenmeme, silkelenmeme ve daha çok çalışmak istememe vesile oldu diyebilirim.

ARTIK SİNEMADA TEK TİP KADIN GÖRMÜYORUZ

Sizce sinema televizyona göre her türlü fiziksel özelliği daha kabul edebilir durumda mı?

Her ikisi de uzun yıllardır kapitalizmin belirlediği standart güzellik anlayışına saplanmış durumdaydı. Neyse ki bu da değişiyor. Sinema daha önce fark etti. Festivallerde o tek tip kadın oyuncu temsilin görüldüğü filmler nihayet ayıplanıyor. Umarım televizyon da bu anlamda sinemaya yetişecek. Dünya da bu yönde gidiyor açıkçası. 

KADINLARIN GÖRÜNMEZ BİRÇOK DUVARI AŞMASI GEREKİYOR

Kadınların sinema ve televizyon sektöründeki görünürlüğü ve emeği hakkında neler söylemek istersiniz?

Kadınlar bu sektörde gerek kamera önünde gerek kamera arkasında uzun yıllardır çok emek veriyor. Günlük hayatlarını devam ettirirken bile zorlanmalarına yol açan birçok faktöre rağmen yılmadan çalışıyorlar. İyi bir mevkiye sahip olduklarında akıllara başarılarından önce başka kötü senaryolar geliyor. Nihayet takdir edildiklerinde “pozitif ayrımcılık” etiketi yapıştırılıyor. Yani kadın ya başaramıyor (!) ya da erkeğin gönlünden bir güzellik yapmak geçerse yapıştırdığı pozitif ayrımcılık etiketi sayesinde başarılıymış gibi görünüyor (!). Her sektörde olduğu gibi kadınlar bu sektörde de bu zihniyete karşı mücadele veriyor. Kadın için salt bir işte iyi olmak yetmiyor, bir sürü görünmez duvarı aşması gerekiyor. Özellikle son on yıldır tüm dünyada emek veren kadınların daha iyi örgütlendiğini ve bu anlayışı değiştirmeye başladığını görüyoruz. Değişecek. Bu çağda hâlâ bunu konuşuyor olmamız bile inanılmaz.

BAĞIMSIZ SİNEMA BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ

Biraz da Kumbara ve Çatlak’ta yer alma süreçlerinizden bahseder misiniz?

Bağımsız sinema benim için çok çok önemli. Bir film gerçekten çok zor koşullarda yapılıyor. Çoğunlukla maalesef seyirciyle buluşamıyor bile. Sinema salonlarında kendine yer bulamıyor ya da tüm Türkiye’de yer bulduğu ortalama beş sinema salonunda ancak bir hafta boyunca gösteriliyor. Buna rağmen birçok yönetmen ve ekip büyük bir tutkuyla birbirinden farklı hikâyeler anlatmaya devam ediyor. Kumbara’da Ferit Karol’la, Çatlak’ta Fikret Reyhan’la çalışabilmiş olmak beni çok sevindiriyor. İkisi de işlerini onlarla çalışmadan önce heyecanla takip ettiğim yönetmenler. Her iki filmin senaryosunu okuduğumda çok beğendim. Bu yönetmenler bu güzel rolleri bana teslim ettiği için çok mutluyum. Her iki filmde de her birine ayrı ayrı hayranlık duyduğum müthiş oyuncularla çalışma fırsatım oldu.

Kaynak: www.sacitaslan.com