Direksiyondaydım, Asya'dan Avrupa'ya geçiyordum, köprüden, trafik fena değildi, hayret yani, akıyordu, demeye kalmadı ama, aniden zınk!

Herkes frene asıldı, az kalsın önümdekine patlatıyordum.

Durup dururken niye tıkandı filan derken, gidişat anlaşıldı, gene intihar vardı, garibanın biri köprünün korkuluklarına çıkmıştı.

Zayıf, kısa boylu, üstünde mavi kazak var, mont değil, sakalı uzamış, suratı harita gibi, çektiği çilelerin, hissettiği kederin tüm çizgileri alnına kazınmış, avurtları çökmüş, açıkçası yaşını çıkaramadım, 30 desen olur, 50 desen gene olur.

Bir eliyle tutunmuş, değişik eliyle derdini anlatıyordu.

Polisler yakalama mesafesine yaklaşmıştı fakat ürkütmemek için saldırı yapmıyorlar, dil döküyorlardı.

Dikkati dağılsa, eli şöyle bir kaysa, veya ayağı, uçtu gitti, 60 metre, betona çakılır gibi çakılacak suya.

İstanbul'da yaşayanlar bu anlattıklarımı eminim bilir, benzerini tekrar tekrar yaşamışlardır.

Adettir çünkü, köprüde intihar varsa, trafik zınk diye durur.

İlla seyrederler kardeşim…

Atlarsa aman kaçırmasın da görsün diye milim milim giderler.

Polisler devam et manasında bağırmasa, inanın el frenini çekip sonuna kadar beklerler.

Çoğu camı indirip cep telefonuyla garibanın fotoğrafını çeker, İstanbul hatırası bir nevi, sosyal medya hesabına koyacak, altına da hissi bir iki kelime döşenirse, tadından yenmez, gariban köprüden uçmasa bile, fotoğrafı like'lardan like'lara uçar.

Belediye otobüsündeyken denk gelenlerin tutum biçimleri daha renklidir, kucağında minik çocuğu ya da torunu olanlar örneğin, öğreten ebeveyn olmanın sorumluluğuyla parmağıyla sinyâl ederek gösterirler, fakat, çocuk da mutlaka görsün… E çocuk naapsın, intihar etmek üzere olan garibana el sallarlar genel olarak.

Kulağında kulaklık bulunan gençlerimiz ise, daha şahanedir, şöyle bir bakarlar, üç dört saniye değin, azami beş saniye, daha sonra gene önüne dönerler, gömülürler koltuklarına, kulaklıktan müzik dinlemeye devam ederler.

Hiç tanımayız fiilen bu genç kızı ya da delikanlıyı, lakin bu tavrı gayet iyi tanırız, çocuklarımızda, kardeşlerimizde görmeye alıştığımız tavırdır, elalemin derdi seni mi gerdi, adaam sende, sana ne, böyle öğrettik, pek öğrendiler.

Bazıları da bas bas korna çalar arkadan, yırtarlar ortalığı, dikiz aynasından bakarsın, trafik açılsın diye değil ha, ilerleyin de birazcık biz bakalım diye basarlar kornaya.

İlerleriz mecburen, gönülsüzce, atladı mı atlamadı mı, en manâlı sahneyi göremeden, yerimizi yeni meraklılara bırakırız, parayla yok sırayla, seyretme sırası onlarda.

Bir saniye sonra unuturuz.

Bir saniye önce sosyal ağ hesaplarımızdan tüm eşe dosta uygulamak isterken, bir saniye sonra hatırlamayız.

Ertesi gün gazeteye bakmayı bile unuturuz, atladı mı acaba, adı neymiş, derdi neymiş filan, hatırlamayız.

O hiç tanımadığımız ve tanımaya da niyetimizin olmadığı gariban, hayatı avucunun içinden kayıp giden korkuluklardaki kişidir, bizler ise hayata devam edenleriz.

Kendimize insan deriz fakat, barbar batı filmlerindeki bufalo sürülerinden farkımız yoktur aslında, anında yakınımızdaki vurulup düşer, gözucuyla bakarız, yürür gideriz.

YILMAZ ÖZDİL'İN SÖZCÜ GAZETESİ'NDE YAYINLANAN YAZISININ TAMAMINI BURAYA TIKLAYARAK OKUYABİLİRSİNİZ

Kaynak: www.sacitaslan.com URL: https://www.sacitaslan.com/yilmaz-ozdil-yazdi-155e-ciktiysa-fena-haberi-530629