“Kitabı okumakta olduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi nasıl unutursunuz? Artık aklınızı başınıza almayacak mısınız?” ayetini nasıl anlamalıyız?

Kur’lahza-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Kitabı okumakta olduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi nasıl unutursunuz? Bundan Böyle aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (Bakara sûresi, 44)

İyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesi çok kayda değer bir atama ve büyük bir fazilettir. Bu üstün ve manâlı görevi yerine getireceklerin kendilerini çok iyi hale getirmiş, fazilet ve üstün ahlâk sahibi misal kişiler olmaları gerekir ki, başkalarını da ıslah edip, onların erdemli, ahlâklı ve misal kişiler olmalarını sağlayabilsinler. Somurtkan takdirde kendileri, sözleri ve davranışlarıyla çelişkiye düşerler.

İyiliği öğüt edip kötülükten uzaklaştırmaya çalışanların, önce kendilerinin buna uymaları gerektiği ve sözleri ile davranışlarının çelişki teşkil etmemesi icab ettiği, önemine binaen bambaşka bir başlık altında ele alınmıştır.

Bu birkaç âyet ile birazcık sonra gelecek olan hadis, konunun müstakillen önemini ortaya koyucu niteliktedir. Bu konudaki naslar, elbetteki bunlardan ibaret değildir. Bakara sûresi’nin bu 44. âyeti, İbni Abbas’dan nakledildiğine tarafından, yahudilerin alimleri ile ilgili olarak nazil olmuştur. Medine’deki yahudilerin din âlimleri, kendilerine tabi olan ve onları taklid edenlere Tevrat’a uymalarını emrettikleri halde, Peygamber Efendimiz’in kendi kitaplarındaki sıfatlarını inkâr ederek, kendi sözlerine kendileri muhalefet ederlerdi. Yine onlar, insanları Allah’a itaata teşvik ederler, lakin kendileri günahlara dalarlardı; insanlara sadaka vermeyi öğütlerler lakin kendileri pintilik yaparlardı. İsrâiloğullarının öyle çok ihanetleri ve nankörlükleri yüzünden lânetlendiğini bir önceki konuda açıklamaya çalışmıştık.

Kur’ân-ı Kerîm, geçmiş ümmetlerin hallerini misâl vererek bizim onlardan ibret almamızı, düştükleri günah, isyan ve hatalara düşmeme-mizi öğütler. Dolayısıyla her âyet, her zamanı ve her muhatabı bir cihetten ilgilendirir. Bu âyette, iyiliği emretmeyenlere değil, iyilik fiilini işlemeyenlere bir uyarı, bir ihtar ve tehdit vardır. Bu sebeble Allah Teâla Kur’an’da iyi ameller işlemeyi emredip de, kendileri yapmayanları kötülemiştir. Çünkü böyleleri, Allah’ın haramlarını önemsemeyen, hükümlerini hafife alan, ilmi kendisine menfaat vermeyenlerdir. Peygamber Efendimiz:

“Kıyamet gününde insanların en şiddetli azaba uğrayanı, ilmi kendisine üstünlük vermeyen âlimdir” buyurmuştur. (Süyûtî, el-Fethu’l-kebîr, I, 188)

İyiliği emretmek, hiç kuşkusuz iyidir. Ama aklı olan, başkasının iyiliğini isterken kendini nasıl unutur? Başkasını irşad edip kendisini hatırlamamak, başkasını kurtarıp kendisini ateşe atmak, aklın kabul edeceği bir şey midir?

Bir kimsenin insanlara va’z ve tavsiye ederek, ilmini ortaya koyması ve kendisinin buna uymaması, hem kendini keza de ilmini yalanlamak anlamına gelir. Bu hal insanın kişiliğinde bir zıtlık, bir çatışma teşkil ettiği gibi, irşad etmek isterken çarpıtmak olur. Aklı olan böyle bir duruma düşmez. Çünkü insanlar, kendilerini irşad edenin söylediklerini kendisinin yapmadığını görünce, söylenenlerin yalan yanlış ya da önemsiz olduğu kanaatine varabilirler. Fuzûlî’nin şu beyti bunu ne hoş ortaya koyar:

Vâizin küfrün benim rüsvâlığımdan kıl kıyâs

Anda sıdk olsaydı ben takvâ şiâr etmez midim

Bir insanın söylediği sözün, yaptığı va’zın, ettiği nasihatın bir kıymeti ve kalblerde meydana getireceği bir etki istek edilir. Abes sözler, anlamsız emirler bu tesiri nasıl icra edebilir?

Netice itibariyle bu âyet, fâsıkın, günahkârın dürüst söylemek, iyiyi emretmek şartıyla va’z etmesini, öğüt yapmasını yasaklamamakla birlikte, bu gibilere gayet büyük bir uyarıyı ihtiva ediyor. Onların tutarsızlığını ve ahmaklığını ortaya koyuyor. Bunun özellikle düşünce açısından şaşırtıcı bir şey olduğunu belirtiyor. Bu âyetin muhatabları başta âlimler, yöneticiler ve hükmetme yetkisine sahip olanlardır.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/bakara-suresi-44-ayet-tefsiri.html