Müminin dünya hayatındaki musibetlere karşı perspektif nedir? Gelen imtihanlaı nasıl karşılar? Yargı dostları ve peygamberler karşılaştıkları sıkıntılara aleyhinde nasıl bir davranış içinde olmuşlardır?

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri buyurur:

“Belâ ve musîbetlere tahammül; âriflerin kandili, dervişlerin dersidir. Lakin gâfiller bunu idrâk edemezler.”

Hakîkaten kâinat ve hâdisâta dâimâ îman ve irfan ufkundan bakabilen müʼminler, hayatın acı-tatlı her imtihanından mânen kazançlı çıkmasını bilirler. Ehl-i dünya için hasar ve ziyan gibi görünen ve onları kedere gark eden imtihanlar, ârif mü’minler nazarında; katlanma, rızâ ve hattâ şükürle karşılanması gereken uhrevî gelir vesîleleridir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır:

“Mü’minin durumu fiilen gıpta edilmeye ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır vesîlesidir. Böylesi bir haslet sadece mü’minde vardır: Mü’min, sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

SIKINTILARI NİMET BİLMEK

Mevlânâ Hazretleri de bu hakîkati teʼyid sadedinde, insanın başına gelen iptilâları, mânevî tekâmülü için âdeta bir ganimet bilmesi gerektiğini şöyle ifade eder:

“Ay geceden ürkmediği, karanlıklardan kaçmadığı içindir ama nurlandı, ışık saçmaya başladı. Gül de o hoş kokuyu, diken ile hoş geçindiği için kazandı.”

“Senin iç dünyan bir misafirhâne gibidir. Sevinçler de kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan ne de gamları kendine dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme; çünkü o gamlar, senin için mutluluk ve neşe hazırlamaktadır.”

“Ey Hak yolunun yolcusu! Gönle gelen üzüntüleri tebessümle karşıla ve şöyle duâ et: «Ey benim Rabbim! Sen beni belânın şerrinden muhâfaza et, lakin onun vâsıtasıyla gelecek lûtuf ve ihsandan da beni mahrum vazgeçme! Rabbim, lûtfet de belâ ânında da şükredebileyim. Belâlar geçip gidince, “Niçin şükretmedim!” diye hasret çekmeyeyim.»”

Cenâb-ı Yargı en sevdiği kullarını en ağır çilelerin çemberinden geçirmiştir. En çetin imtihanlar; peygamberler, evliyâullah ve Hakkʼa yakın olma derecelerine göre sâlih müʼminlerin başından geçmiştir.

Meselâ insanlığın görebileceği en mükemmel kudret ve saltanata nâil olan Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm- bile, bir zelleden nedeniyle tahtının üzerinde cansız bir gövde gibi bırakıldı. Kendine gelip istiğfâr edince, Cenâb-ı Yargı ona eski zor ve saltanatını iâde etti.

HZ. EYÜP'ÜN DÜÇAR OLDUĞU İMTİHANLAR VE SERGİLEDİĞİ DURUŞ

Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm- çok ağır imtihanlardan geçti. Evvelâ malları elinden alındı. Arkasından büyük bir yer sarsıntısı ile çocukları alındı. daha sonra da vücuduna ağır bir rahatsızlık verildi. Eyyûb -aleyhisselâm- yedi yıl, yedi ay, yedi gün süren bu hastalığı baştan başa bir kez olsun hâlinden şikâyet etmedi. Hanımı Rahîme Hatun ona:

“–Sen bir peygambersin; duân makbûldür. Duâ et de şifâya kavuş!” dedi.

Eyyûb -aleyhisselâm- ise:

“‒Allah bana seksen sene sıhhatli bir ömür verdi. Hastalığım ise az önce o kadar olmadı. Ancak birkaç senedir muzdaribim. Cenâb-ı Hakʼtan sağlık durumu istemeye teeddüb ederim!” buyurdu.

Ne zaman ki hastalığı, kulluk vazifelerini gönül huzuruyla îfâ edebilmesine mânî olmaya başladı, o vakit Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundu. Allah Teâlâ da onun bu müstesnâ dayanma ve teslîmiyeti neticesinde, kendisinde dert ve bıkkınlık olarak ne varsa hepsini giderdi ve ona eski imkânlarını misliyle iâde etti.

Allâh’ın en sevgili kulu olan Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise babasız doğdu, kimsesiz büyüdü. Yedi evlâdından altısını kendi elleriyle defnetti. Peygamberlik vazifesinde, müşriklerin nice ezâ, cefâ ve ambargolarına mâruz kaldı. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“…Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım…” buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)

Kâbeʼde namaz kılarken üzerine işkembe atıldı, geçeceği yollara dikenler döküldü. Tâif’te taşlandı. Uhud’da yaralandı, en seçkin sahâbîlerinden Musʻab bin Umeyr ve çok sevdiği amcası Hazret-i Hamza ilk olarak elde etmek üzere 70 güzîde sahâbîsi gözlerinin önünde şehîd edildi. Binbir emek vererek yetiştirdiği güzîde talebeleri Recî ve Biʼr-i Maûneʼde ihânete uğrayarak katledildi.

Yani en büyük çileler, Allâhʼın Habîbi olan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in başından geçti. Ama çektiği çilelerin hiçbiri, Oʼnun metânetini ve gönül huzurunu bozamadı. O, tüm bu ızdırap ve ıztıraplar karşı dâimâ;

“Yâ Rabbi, Sen bana gazaplı değilsen, başıma gelecek hiçbir şeye aldırmam!” niyâzında bulundu. (Bkz. İbn-i Hişâm, II, 29-30; Heysemî, VI, 35)

“Göz ağlar, yürek de mahzun olur, oysa biz Rabbimizʼin râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz!..” diyerek her hâlükârda Allâhʼa tevekkül ve teslîmiyet gösterdi. (Bkz. Buhârî, Cenâiz, 44; İbn-i Sa’d, I, 138)

“ hayat, âhiret hayatıdır.” deyip sabretti. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 1)

Yani Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nice ezâ ve cefâya mâruz kalmasına rağmen, hiçbir zaman hâlinden şikâyet etmedi. Gül yüzünden tebessümü, mübârek dilinden hamd ü senâyı hiç yetersiz etmedi. O’nu hiç kimse, asık bir yüzle, çatık bir kaşla görmedi. Bilâkis O, her ahvâlde İslâm’ın güler yüzünü sergileyerek ümmetine emsalsiz bir örnek şahsiyet oldu.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Mayıs, Sayı: 435

İslam ve İhsan

Katlanma Nedir?

İmtihanda Dayanma Muvaffakiyette İstiğfar Lazımdır

İlk Müslümanlardan Dayanıklılık Örnekleri

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/bela-ve-musibetlere-sabretmenin-mukafati.html