Bu ümmetin hâli ne zaman düzelir?” diye sorulduğunda, istiklâl şâiri Mehmed Âkif'in verdiği manidar cevap...

Meşhur rivâyettir:

“‒Bu ümmetin hâli ne zaman düzelir?” diye sorulduğunda, istiklâl şâiri Mehmed Âkif şu mânidar cevâbı verir:

“‒Cuma namazına gelen cemaat, sabahleyin namazına da gelmeye başladığı zaman!..”

CAMİLERİN ASIL İHTİYACI

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Bu haber mâlûmu olsun sâmiin;
Şemʼe olmaz ihtiyacı câmiin.
Hâlık onun emrini tedbîr eyledi,
Zikr u tesbîh ile tâmîr eyledi…

Hüdâyî Hazretleri bu mısrâlarında şöyle sesleniyor:

“Bu haber, dinleyenlerin mâlumu olsun oysa câmilerin esas ihtiyacı, mum ya da kandillerle neşelendirmek değildir. Yüce Yaratıcımız; câmilerin esas îmar ve ihyâ işini, zikir, tesbîh, namaz ve niyâz ile (kendisine yönelen müʼminler vesîlesiyle) çekip çevirmektedir.”

Hakîkaten câmilerin maddî îmârı gibi mânevî îmârı da son derece mühimdir. Kurʼân-ı Kerîmʼdeki:

“Allâh’ın mescitlerini fakat Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı direkt olarak kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler mâmur eder. İşte içten yola ermişlerden olması umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18) âyet-i kerîmesinin bir mânâsının da; cemaate devam etmek sûretiyle o mescitleri mânen de îmâr etmek olduğunu unutmamak gerekir.

Nitekim zaman içinde cemaatsizlik sebebiyle nice mescit kaybolmaya mahkûm olmuştur. Bunun en büyük vebâli de, o mescitlerin civârında oturduğu hâlde mâzeretsiz olarak cemaate iştirâk etmeyenlerin boynunadır.

Unutmayalım ancak bizim şanlı ecdâdımız, merkezlerde büyük câmiler yapmış, etrafını da medrese, kütüphane, aşhâne, hamam, sebil gibi muhtelif hayır müesseseleriyle donatmışlardır. Lakin merkeze uzak olan mahalle arasında da çok kısa mesafelerle küçük küçük mescitler inşâ etmişlerdir oysa, elektriğin olmadığı o zamanlarda, müslüman ahâlî yatsı ve sabah namazlarında da cemaatten mahrum kalmasın…

İşte ecdâdımızın beş vakit cemaate devam hususunda sergilediği bu hassâsiyete bugün son derece muhtacız. Zira toplum olarak ilâhî rahmet, nusret ve bereketi üzerimize celbetmek istiyorsak, her zaman beraber Cenâb-ı Hakkʼa yönelmek zorundayız.

BU ÜMMETİN HÂLİ NE VAKİT DÜZELİR?

Meşhur rivâyettir:

“‒Bu ümmetin hâli ne zaman düzelir?” diye sorulduğunda, istiklâl şâiri Mehmed Âkif şu mânidar cevâbı verir:

“‒Cuma namazına gelen cemaat, sabahtan namazına da gelmeye başladığı zaman!..”

NE DEK FAZLA ECİR VE SEVAP OLDUĞUNU BİLSEYDİNİZ

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, beş süre namazın cemaatle kılınması hususunda büyük bir gayret gösterir, mescide girince ashâbını gözden geçirir, mâzeretsiz olarak cemaate gelmeyenler için muhtelif îkazlarda bulunurdu.

Übey bin Kâ‘b -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün bize sabahleyin namazını kıldırdı ve:

«–Filân kimse namaza geldi mi?» diye sordu.

«–Gelmedi.» dediler.

«–Filân geldi mi?» diye sordu. Yine:

«–Gelmedi.» dediler. Bunun üstüne:

«–İşte bu iki namaz (yatsı ve sabahtan), münâfıklara en ağır gelen namazdır. Bunlarda ne değin fazla ecir ve sevap olduğunu bilseydiniz, diz üstü emekleyerek de olsa cemaate gelirdiniz…» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 47/554)

Kör sahâbî Abdullah ibn-i Ümmi Mektûm -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Medîne’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları çoktur. (Ben bu hayvanların hasar vermesinden korkarım, benim cemaate çıkmayıp evde namaz kılmama izin var mı?)” diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Hayya ale’s-salâh ve hayya ale’l-felâh’ı işitiyorsan, durma mescide gel.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Yani Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her ne durumda olunursa olunsun, imkânları zorlayarak da olsa cemaate iştirâkin ehemmiyetini vurgulamıştır. Harp esnâsında dahî, îcâb eden tedbirleri alarak namazın cemaatle kılınması gerektiği de âyetle sâbittir.2 Bunun için bir müslüman, ezan okunduğunda âdeta hayatı durdurup cemaate koşmalıdır.

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh-, bir gün çarşıda dolaşırken namaz vakti gelmişti. Müslümanların ezanı duyar duymaz tezgâh ve dükkânlarını kapatarak câmiye gittiklerini gördü. Bunun üzerine şöyle dedi:

“–Allah Teâlâ’nın;

«Böylece erler vardır ama, onları ne bir ticaret ne de bir alışveriş Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin karmakarışık olduğu bir günden korkarlar.» (en-Nûr, 37) diye medhettiği kimseler işte bunlardır.” (İbn-i Kesîr, Tefsîr, III, 306; Heysemî, VII, 83)

ÎMANDA SADÂKATİN DE BİR GÖSTERGESİ

Hem cemaate sürdürmek, îmanda sadâkatin de bir göstergesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Bir şahsın mescide devam ettiğini görürseniz, onun îmanlı biri olduğuna şâhitlik ediniz.” buyurmuştur. (Tirmizî, Îmân, 8/2617)

Sırf bu güzel şâhitliğe nâil edebilmek bile, beş zaman namazı câmide edâ etmek için kâfî bir sebeptir. Bir De cemaatle namaza devam edenlere müjdelenen lûtuflar sadece bundan ibâret de değildir. Nitekim müʼminin câmiye giderken attığı her adım başına bir sevap verileceği, bir günahının da bağışlanacağı bildirilmektedir. Ayrıca hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulmaktadır:

“Kim ilk tekbire ulaşarak kırk gün cemaatle namaz kılarsa, ona iki berât verilir. Biri Cehennem’den kurtuluş berâtı, öteki de münâfıklıktan uzaktan olma berâtı.” (Tirmizî, Salât, 64/241)

Kıyâmet günü Allah Teâlâ:

“‒Benʼim komşularım nerede?” diye soracak.

Melekler:

“–Senʼin komşuların kimlerdir yâ Rab?” diyecekler.

Allah Teâlâ da:

“–Mescitlerimi îmâr edenler (yani cemaatle namaza devam edenler.)” buyuracak. (Ali el-Müttakî, VII, 578/20339)

Cemaatle namaz hususunda söylenecek son laf, her mü’minin kalbinin mescitlere bağlı olması gerektiğidir. Zira kıyâmet gününde hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli mekânda ilâhî bir gölge ile taltîf edilecek yedi sınıf kimseden biri “Rabbine kulluk ederek pak bir yaşam içinde serpilip büyüyen genç”tir, bir diğeri ise “kalbi mescitlere ast müslüman”dır.3

Bunun için özellikle ümmetin istikbâli aramak olan evlâtlarımızı, daha minik yaşlarından itibâren, sevdirerek, iltifat ederek, ufak hediyeler vererek namaza teşvik etmeli, lakin bununla yetinmeyip onları belli câmi ve cemaate de alıştırmalıyız. Tabiî ama bu hususta onlara evvelâ kendimiz güzel bir örnek olmalıyız. Zira çocuklar, anne-babalarının dediklerinden ziyâde, yaptıklarını yapmaya meyillidirler.]

Hüdâyî Hazretleriʼnin Cenâb-ı Hakkʼa bir niyâzı şöyledir:

“Ey kullarına yardımcı, kerem sahibi Allâh’ım! Evlâtlarımızı Cennet evinde görmeyi bizlere nasip ve müyesser eyle!”

Evlâtlar, anne-babaya bahşedilen ilâhî emânetlerdir. Nebevî ifadesiyle çocuklar; “gönül meyveleri” ve “cennet çiçekleri”dir. Yani çocuklar, Cennet’e lâyık bir sâfiyetle dünyaya gelirler. Ama anne-babalar, çocuklarının mânevî terbiyelerini ihmâl ederlerse, o Cennet kuşlarını -Allah korusun- hatalı bir yere uçuruverirler!

Âyet-i kerîmede; “şeytanın mallara ve evlâtlara iki taraflı olacağı” açıklama ediliyor. (Bkz. el-İsrâ, 64)

Mânevî terbiyesi ihmal edilen bir evlâdın, sırf biyoloji ile ilgili anne-babası edinmek, kâfî gelmiyor. Zira çocuğun rûhunu şeytan ve avenesi emziriyorsa, dimağını ehl-i küfür besliyorsa, gönlünü gaflet ve mâsiyetler işgal ediyorsa, sonuç olarak çocuk, onların evlâdı oluyor. Nesiller öz kimliklerinden uzaklaşıyor, din ve medeniyetlerine yabancılaşıyor. İstikâmetlerin ayrıldığı bu merhaleden sonradan, biyolojik yakınlığın da hiçbir kıymeti kalmıyor.

Bu itibarla âhirete îman etmiş her anne-babayı, keza kendilerinin hem de evlâtlarının ebedî âlemdeki bilinmez istikbâli, içten derine düşündürmelidir.

Bu dünyada anne-baba ve evlâtlar, hattâ benzeşen-arkadaş, akraba, konu-komşu, cümbür cemaat beraberce yaşıyor. Fakat âhirette bir “yevmüʼl-fasl” yani “ayrılık günü” olacak. Cenâb-ı Adalet Kurʼân-ı Kerîmʼde o büyük yol ayrımını haber veriyor. Cennet ehline:

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ

“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn, 58) buyurarak, o bahtiyar kullarını, büyük bir ikram ve iltifatla Cennetʼine dâvet edeceğini bildiriyor. Ama şayet benzer âile veya sülâleden gelen, benzer toplumda yaşamış olan mücrimlere ise Cenâb-ı Adalet:

“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” (Yâsîn, 59) buyrulacağını haber veriyor. Yani dünyadaki nice zâhirî birliktelik, orada son bulacak. Orada ola ki nice karı-koca birbirinden farklı düşecek. Nice evlâtla anne-baba, bambaşka yolların yolcusu olacak. Dünyada beraber yaşayanların bir kısmı Cennetʼe, bir kısmı ise Cehennem’e gidecek.

İşte o gün ebedî bir hicran acısı yaşamamak için, bugün hem kendi istikâmetimize uyarı etmeli, keza de evlâtlarımızın, minik yaşlarından itibâren mânevî terbiyeleriyle yakından alâkadar olmalıyız.

HER MÜMİNİN DERDİ OLMALIDIR

Îmanlı, ahlâklı ve asil bir cins yetiştirmek, her müʼminin derdi olmalıdır. Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurur:

“Müslüman bir kul için; çocuklarını, torunlarını ve akrabalarını Allâh’a itaatkâr görmekten daha sevimli bir şey yoktur.”

Dolayısıyla en yufka yürekli anne-baba, evlâtlarının sadece dünyevî istikballerini yok, esas yaşam olan ebedî istikballerini kurtarabilmenin derdinde olanlardır.

“Evlâdımın dünyevî istikbâli parlak olsun, iyi bir iş edinsin de âhiretini nasıl olsa kurtarır!” biçiminde gâfilâne bir zihin, bir mü’mine aslâ yakışmaz.

Rahmetli babamız Mûsâ Efendi buyururdu ancak:

“Evlâdına; Allah Teâlâ’yı ve Peygamber Efendimiz’i öğretmeyen, sevdirmeyen anne-babalar, onların ayrıca dünya ayrıca de âhiret kâtili sayılırlar. Evlâdına dînini öğretmeyen asıl-babalar, dünyanın en merhametsiz insanlarıdır.”

Bugün maalesef bir mâneviyat fukarâlığı başladı. Çocuklarının dünyevî istikbâlini ebedî istikbâlinden daha manâlı görme gafleti, bir takım dindar âilelere bile sirâyet etti.

Görüyoruz; üniversite imtihanlarında anne-baba da gidiyor, saatlerce kapıda bekliyor, “Çocuğum dek heyecanlıyım.” diyor. “Acaba yapabilecek mi, kazanabilecek mi?” diye telâşlanıyor.

Sormak lâzım: “Peki sen, çocuğunun mâneviyâtı için ne değin telâşlanıyorsun? Evlâdının dünyası için duyduğun endişeyi, âhireti için de duyuyor musun? Bu uğurda ne değin emek veriyorsun?!.”

Unutmayalım oysa çocuklarımıza verebileceğimiz en büyük armağan, hoş bir terbiyedir; onlara bırakabileceğimiz en kıymetli mîras da âhiret mîrâsıdır, yani İslâm kişilik ve karakteridir. Bu mîrâsı bırakabilen anne-babalar, ömürlük bir teşekküre lâyıktırlar.

Cenâb-ı Yargı evlâtlarımızı ibadet neşvesi içinde yetişip serpilen sâlih ya da sâliha kullarından eylesin. Onları, bizlere sadaka-i câriye ve hayru’l-halef kılsın.

Âyet-i kerîmedeki; “Îmân eden ve nesillerinden gelenler de îmanda kendilerinin yoluna uyanlar (var ya)! İşte Biz, onların nesillerini de kendilerine kattık…” (et-Tûr, 21) müjdesine nâil olarak, Cennet’te sevdiklerimizle haşr u cem olunmayı, cümlemize nasip ve müyesser eylesin. Âmîn!..

Dipnotlar:

1 Kırk jurnal kara kış mânâsına gelen “erbaîn” tâbiri, tasavvufta kırk gün bir çilehâneye kapanarak riyâzat ve mücâhede ile nefsânî arzuları bertaraf edip rûhâniyeti inkişâf ettirmek için kendini ibadet ve tefekküre saptamak demektir. Bazı tarîkatler, nefis terbiyesi ve mânevî tekâmül için “erbaîn” veya diğer tâbiriyle “elem”ye girmeyi bir metot olarak kullanmışlardır. Nitekim beyitlerinde bu tasavvufî usûle telmihte bulunan Hüdâyî Hazretleriʼnin de Üsküdar Küçükçamlıcaʼdaki Hüdâyî Vakfıʼnın bahçesinde, bugüne dek ulaşan bir Çilehâneʼsi bulunmaktadır. Nakşî tarîkında ise belli bir süreliğine de olsa halktan uzaklaşarak inzivâya çekilmek yerine, bütün cihânı bir çilehâne kabûl ederek insanlar içinde Yargı ile beraberlik aramak olan “halvet der encümen” düsturuyla yaşamak seçim edilmiştir.

2 Bkz. en-Nisâ, 102.

3 Bkz. Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikāk 24; Müslim, Zekât, 91.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Mayıs, Sayı: 435

İslam ve İhsan

CEMAATLE NAMAZIN FAZİLETİ

Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/bu-ummetin-hali-ne-vakit-duzelir.html