İki kırat sevap ne demektir? İslam’da cenaze namazı kılmanın ve cenazeyi uğurlamanın fazileti ile ilgili hadis-i şerifler.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den söylenti edildiğine tarafından Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Kim bir cenazede, cenaze namazı kılınıncaya değin bulunursa, bir kîrat, gömülünceye değin kalırsa, iki kîrat sevap alır.”

- İki kîrat ne kadardır? diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;

- “İki büyük dağ değin!” cevabını verdi. (Buhârî, Cenâiz 59; Müslim, Cenâiz 52, 53. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 79; İbni Mâce, Cenâiz 34)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den söylenti edildiğine kadar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Kim, sevâbına inanarak, karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek bir Müslüman cenazesi ile birlikte gider ve namazı kılınıp gömülünceye değin beklerse, her biri Uhud dağı kadar olan iki kîrât sevapla döner. Kim de cenaze namazını kılar, defnolunmadan önce ayrılırsa bir kîrât sevapla döner.” (Buhârî, İmân 35. Keza bk. Müslim, Cenâiz 56; İbni Mâce, Cenâiz 79)

Hadisleri Nasıl anlamalıyız?

Hz. Ebû Hüreyre’nin söylenti ettiği bu iki hadiste aynı mâna iki öbür şekilde ifade edilmektedir. Ayrıca cenaze namazına iştirak eden hem de cenaze ile birlikte kabristana dek gidip defnine katılan bir Müslümanın herkes Uhud dağı dek olan iki kîrat sevap alacağı müjdelenmektedir. Yalnızca cenaze namazı kılanın ise bir kîrât sevap kazanacağı bildirilmektedir.

Gerçekte minik bir tartı birimi olan kîrat, bu iki hadiste bu gerçek anlamında yok, nasip, pay anlamında kullanılmış, miktarı da “iki büyük dağ” ya da “her biri Uhud dağı büyüklüğünde” diye açıklama buyurulmuştur. Kîrât kelimesi bazı hadislerde gerçek anlamında, burada olduğu gibi bir takım hadislerde de bambaşka bir ağırlığı ve büyüklüğü açıklamak üzere pay  anlamında kullanılmıştır.

CENAZE NAMAZI KILMANIN VE CENAZEYİ UĞURLAMANIN SEVABI

“İki büyük dağ” ya da “her biri Uhud dağı büyüklüğünde iki kîrat” tarifleri, cenâzeye iştirak edip cenaze namazı kılmak ve cenazenin ardındaki kabre dek gidip defnine katılmanın önemini belirlemek üzere dile getirilmiş iki temsilî  açıklamadır. Uhud dağının o günkü Medine toplumunca o kadar iyi tanıdık bir dağ olması, onların konuya ait teşvik ve faziletin büyüklüğünü daha iyi anlamalarını sağlamıştır. Aslında her yöre halkı, bir şeyin büyüklüğünü o yörede yer alan ve herkesin bildiği bir dağ veya yığın ile anlatmak alışkanlığındadır. Bu bir anlatım biçimidir. Peygamber Efendimiz de bu anlatım usulünü kullanmış olmaktadır.

Özellikle ikinci hadisteki anlatım tarzından anlaşılmaktadır fakat o gün cenâzeler, bugün bizim ülkemizin hemen hemen her yöresinde olduğu gibi cenaze namazı kılınmak üzere cami önüne getirilmiyor, çoğunlukla aracısız kabristana götürülüyor ve orada namazı kılınıp defnediliyordu. Nâdiren mescide getiriliyor ve cenaze namazı kılındıktan daha sonra kabristana götürülüyordu. Hem o günkü şartlarda kabristanın mescide çok uzak olmadığı da dikkate alınırsa, sevabın gidilen uzaklık ile değil, cenazeye iştirak etmekle ilgili olduğu anlaşılacaktır. Bu iştirak işinin cenâze meydana çıkan evden itibaren başladığı izlenimini veren ifadeler de bulunmaktadır. Ola Ki bu ifadeler, evinden alınıp doğrudan kabristana götürülen cenazeler hakkındadır.

Günümüzde özellikle büyük ikâmetgâh birimlerinde mezarlıkların şehrin dıştan epeyce uzakta yerlerde olması, cenaze ile beraber gitmenin, esas ifadesiyle söylersek, cenaze teşyiinin  oldukça zahmeti ve zamanı gerektirdiği ortadadır. İşte bu sebeple hadislerde  bildirilen sevabın büyüklüğü günümüzde daha iyi anlaşılabilmektedir.

Burada kaydedilmemekle beraber, Buhârî ve Müslim’de nakledildiğine tarafından, Hz. Ebû Hüreyre’nin bu rivayeti Abdullah İbni Ömer tarafından  bir araştırma ve soruşturmaya emrindeki tutulmuştur. Durum şöyle cereyan etmiştir.

Abdullah İbni Ömer, Sa’d İbni Ebû Vakkas’la birlikte otururlarken  Habbâb İbni Eret gelmiş ve:

- Ey Abdullah! Baksana Ebû Hüreyre ne rivayet ediyor? diye bu iki kîrât hadisini nakletmişti. Bunun üzerine İbni Ömer:

- Ebû Hüreyre de çok oldu, demiş ve Habbâb’ı, bu hadisi araştırmak için Hz. Âişe’ye göndermiş; “Bunu ondan sor gel!” demiş; Habbab gidince yerden bir avuç çakıl taşı almış; sinirli bir şekilde taşları elinde evirip çevirmeye başlamıştı. Bir müddet sonra Habbâb, Hz. Aişe’nin “Ebû Hüreyre dürüst söylüyor; ben de Resûlullah’ın öyle buyurduğunu duydum” dediği haberini getirince, elindeki taşları hırsla yere fırtlatarak;

- Desene biz fazla kîrat kaçırdık! diye hayıflanmıştı.

Hatta bu araştırma-soruşturma olayından farkında olunca Ebû Hüreyre, Abdullah İbni Ömer’e gelmiş, bu defa birlikte Hz. Âişe’ye gitmişler. Hz. Âişe’nin olumlu cevabı üstüne Ebû Hüreyre, İbni Ömer’e:

- Beni ne Ensar gibi kırda ağaç dikmek ne de Muhacirler gibi çarşıda pazarda alış-veriş gerçekleştirmek Hz. Peygamber’den alıkoydu. Benim bütün işim gücüm Resûlullah’ın verdiği lokmayı yemek yemek ve öğrettiğini bellemekti, demiştir.

Abdullah İbni Ömer’in, Ebû Hüreyre hakkındaki sözü ve rivayet ettiği hadisi araştırma teşebbüsü, onun, din işine, sünnetin içten olarak nakline, eğitim ve öğretimine ve yaşanmasına gösterdiği titizliğin bir ifadesidir. Yoksa Hz. Ebû Hüreyre’nin rivayetlerine tereddüd ile baktığının belgesi değildir. Nitekim araştırmanın sonunda, kendisinin o konudaki rivayetten haberi olmadığı ortaya çıkınca, “Desene, biz çok kîrâtı kaçırdık” diye hayıflanmıştır. Bu bununla beraber İbni Ömer’in, bir fazla cenâzeye katılmamış olduğunu da göstermektedir.

Hadislerden Öğrendiklerimiz

Müslüman kardeşinin cenazesine katılarak onun namazını kılmak ve onunla beraber kabre değin gitmek, insana büyük sevap kazandırır. Sevap ve ecir gibi mânevî değerleri, tanıdık maddî bir cisimle tasvir etmek mümkündür. Cenazenin gerisinde yürümek daha uygundur.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/cenaze-namazi-kilmanin-ve-cenazeyi-ugurlamanin-fazileti.html