Cuma suresinin fazileti ve anlamı nedir? Cuma suresi nerede ve ne zaman indi? Cuma suresinin Arapça, Türkçe okunuşu, Cuma suresinin anlamı, tefsiri ve Cuma suresi hakkında özet olarak bilgiler...
Yazımızda sizler için Cuma suresinin Arapça, Türkçe okunuşunu, anlamını, okumanın faziletini ve tefsirini hazırladık. Yazının devamında Cuma suresi hakkında nerede inmiştir, konusu nedir, ne anlatıyor, nuzül sebebi nedir gibi soruların cevabı mevcuttur.
Cuma suresi Medine’de inmiştir. 11 âyettir. İsmini, 9. âyette geçen اَلْجُمْعَةُ (cum‘a) kelimesinden almıştır. اَلْمُسَبِّحَاتُ (Müsebbihât) sûrelerinin dördüncüsüdür. Resmî tertîbe kadar 62, iniş sırasına kadar ise 96. sûredir.
Cuma suresini okumanın fazileti, Ebû Hureyre (r.a.)’ın haber verdiğine tarafından "Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Cuma namazında Cuma ve Munafikûn surelerini okurdu." (Müslim, Cum‘a 61, 64)
CUMA SURESİ OKUNUŞU
1. Yusebbihu lillahi mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ardi-lmeliki-lkuddûsi-l’azîzi-lhakîm.
2. Huve-lleżî be’aśe fî-l-ummiyyîne rasûlen minhum yetlû ‘aleyhim âyâtihi ve yuzekkîhim ve yu’allimuhumu-lkitâbe velhikmete ve-in kânû min kablu lefî dalâlin mubîn.
3. Ve âḣarîne minhum lemmâ yelhakû bihim(t) ve huve-l’azîzu-lhakîm.
4. Żâlike fadlu(A)llâhi yu/tîhi men yeşâ(u)(t) va(A)llâhu żû-lfadli-l’azîm
5. Meśelu-lleżîne hummilû-ttevrâte śümme lem yahmilûhâ kemeśeli-lhimâri yahmilu esfârâ(an)(c) bi/se meśelu-lkavmi-lleżîne keżżebû bi-âyâti(A)llâh(i)(t) va(A)llâhu lâ yehdî-lkavme-zzâlimîn
6. Kul yâ eyyuhâ-lleżîne hâdû in ze’amtum ennekum evliyâu li(A)llâhi min dûni-nnâsi fetemennevû-lmevte in kuntum sâdikîn
7. Velâ yetemennevnehu ebeden bimâ kaddemet eydîhim(t) va(A)llâhu ‘alîmun bi-zzâlimîn
8. Kul inne-lmevte-lleżî tefirrûne minhu fe-innehu mulâkîkum śümme turaddûne ilâ ‘âlimi-lġaybi ve-şşehâdeti feyunebbi-ukum bimâ kuntum ta’melûn
9. Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû iżâ nûdiye lissalâti min yevmi-lcumu’ati fes’konut ilâ żikri(A)llâhi ve żerû-lbey’(a)(t) żâlikum ḣayrun lekum in kuntum ta’lemûn
10. Fe-iżâ kudiyeti-ssalâtu fenteşirû fî-l-ardi vebteġû min fadli(A)llâhi veżkurû(A)llâhe keśîran le’allekum tuflihûn
11. Ve-iżâ raev ticâraten ev lehven(i)nfaddû ileyhâ ve terakûke kâ-imâ(en)(t) kul mâ ‘inda(A)llâhi ḣayrun mine-llehvi ve mine-tticâra(ti)(t) va(A)llâhu ḣayru-rrâzikîn
CUMA SURESİ ARAPÇA
CUMA SURESİ ANLAMI
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Göklerde ne var, yerde ne varsa tümü, hakiki hükümdar, her noksandan temiz ve uzak, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allah’ı tesbih etmektedir.
2. O Allah fakat, ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları her türlü günah kirlerinden temizleyip arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir peygamber göndermiştir. Ancak onlar, daha önce açıkça bir hayret ve sapıklık içindeydiler.
3. Allah o Peygamber’i, demin kendilerine katılmamış, fakat sonradan katılacak olan başkalarına da göndermiştir. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
4. Peygamberlik, Allah’ın lutfudur; onu dilediğine verir. Gerçekten de Allah, pek büyük lutuf ve ihsân sahibidir.
5. Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla mesul tutulan, lakin bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap içeren eşeğe aynı. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.
6. De fakat: “Ey yahudiler! İnsanlar içinde sadece kendinizin Allah’ın dostları olduğunu sanıyorsanız ve bu iddianızda dostça iseniz, haydi ölümü özlem edin de görelim!”
7. Oysa onlar işledikleri günahlar yüzünden ölümü asla istemezler. Allah ise, o zâlimleri bilmektedir.
8. De ki: “Kendisinden kaçıp durduğunuz vefat var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır. Sonradan duyuların ötesinde olan şeyleri de, duyular sahasına giren her şeyi de bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız; O da size yaptıklarınızı tek tek haber verecektir.”
9. Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda hemencecik Allah’ı anmaya koşun; işi, alış verişi bırakın! Eğer bilirseniz sizin için uğurlu olan budur.
10. Namaz tamamlanınca artık yeryüzüne yayılabilir ve Allah’ın lutf u kereminden rızkınızı temine çalışabilirsiniz. bununla birlikte Allah’ı çok fazla zikredin ancak iki cihanda da kurtuluşa eresiniz.
11. Onlar bir ticâret ya da bir misafir etme görünce hemen oraya akın edip, seni hutbede ayakta bırakıverdiler. De ki: “Allah’ın katındaki mükâfat, ticâretten de, eğlenceden de daha hayırlıdır!” Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
CUMA SURESİ HAKKINDA KISACA BİLGİLER
Cuma suresi konusu nedir? Cuma suresi nuzül sebebi nedir? Cuma suresini okumanın fazileti nedir? Sizler için derledik.
Cuma suresi konusu nedir?
Ümmîler arasından Resûlullah (s.a.s.)’i peygamber olarak göndermesi, Allah Teâlâ’nın ayrıca ona keza de ümmete en büyük lütfudur. O, insanlığa kitabı ve hikmeti öğretmek, onların nefislerini tezkiye edip cennete aranje etmek için gelmiştir. Bu sebeple yahudiler, sahip oldukları bilgiye aldanmayıp bu Peygamber’e imana gösteri edilir. İnsanlık vefat gelmeden intibaha çağrılır. Gerek cemaat ve ümmet olma şuurunun gelişmesi, gerek dini kavrayış ve yaşama açısından büyük ehemmiyeti olan Cuma namazının farziyeti bildirilir. Dini dünyaya tercihin, netice itibariyle daha yardımcı olacağı öğütlenir.
Cuma Suresi Nuzülü
Mushaftaki sıralamada altmış ikinci, iniş sırasına tarafından yüz onuncu sûredir. Saf sûresinden daha sonra, Fetih sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Bir Takım araştırmacılar, 11. âyette değinilen ve sûrenin nüzûl sebebi olarak gösterilen olayın meydana gelişiyle ilgili bir kısım karînelerden hareketle hicretin 1. yılında indiğini belirtirler (bk. Kesin Işık, “Cum‘a Sûresi”, DİA, VIII, 92). Derveze, sûrede yahudilerden bahsedildiği, Hendek Savaşı’ndan sonra ise Medine’de yahudi kalmadığı noktasından hareketle en azından bu savaştan söz eden Ahzâb sûresinden önce inmiş olması gerektiğini ifade eder (VIII, 227). Benzer kanaati paylaşan Süleyman Ateş, Ebû Hüreyre’den yapılan –sûrenin kendisinin müslüman olmasından sonraki bir tarihte indiği bilgisini taşıyan– rivayetin sahih olamayacağını, çünkü onun Hayber’in fethi esnasında Hz. Peygamber’e gelip müslüman olduğunu ifade eder ve bu rivayeti ona üretilmiş bir kötüleme olarak niteler (IX, 429, 431). Ama İbn Âşûr’un belirttiği gibi Hendek Savaşı’ndan daha sonra da bir takım müslümanların Hayber yahudileriyle müşterek ziraî faaliyetleri devam ediyordu ve arasında sıkı bir iletişim bulunuyordu (XXVIII, 169); dolayısıyla sûrede onlardan söz edilmesini yadırgamamak gerekir ve Ebû Hüreyre’nin rivayeti esas alınarak bu sûrenin Hayber’in fethedildiği sene nâzil olduğu düşünülebilir (XXVIII, 204, 205).
Cuma Suresi Fazileti
Ebû Hureyre (r.a.)’ın haber verdiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Cuma namazında Cum‘a ve Munafikûn sûrelerini okurdu. (Müslim, Cum‘a 61, 64)
CUMA SURESİ TEFSİRİ
1. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi, gerçek hükümdar, her noksandan pak ve uzak, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allah’ı tesbih etmektedir.“Tesbih ediyor” ifadesi, gökte ve yerde olan her şeyin, Allah’ı şu lahza tesbih etmekte olduğunu ve gelecekte de tesbihe devam edeceğini bildirir. Keza mü’minlerin bundan böyle başarı ve fetihlere erişeceğine, o zamanlarda da Allah’tan gâfil kalmayıp tesbihe devam etmelerinin gereğine muhabere eder.
Cenâb-ı Hakk’ın burada zikredilen isimleri şu mânalara gelir:
› اَلْمَلِكُ (Melik): Hükümdar, sultan, padişah; hâkimiyetin mutlak sahibi; görünen ve soyut taraflarıyla bütün kâinatın reel ve yegâne mâliki.
› اَلْقُدُّوسُ (Kuddûs): Her türlü eksiklikten uzakta, mutlak kemal sahibi, yaratılmışların tasavvur ve tasvirine sığmaz; tertemiz olan ve tertemiz kılan.
› اَلْعَز۪يزُ (Azîz): Dâima üstün, gâlip, kuvvetine erişilmez, kudretine karşısında gelinmez.
› اَلْحَك۪يمُ (Hakîm): Hüküm ve hikmet sahibi, verdiği her hükmü hikmetle veren, yaptığı her işi sağlam ve hikmetle yapan.
Bir kısım isim ve sıfatları böyle olan:“Ümmîler”den gaye, büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen, kendilerine ait bir kitapları olmayan Araplardır. Allah Teâlâ bunlar arasından Hz. Muhammed (s.a.s.)’i seçip âhir zaman Peygamberi olarak yolladı. Fakat o, yalnız Araplara gönderilmiş bir peygamber değil, onlarla beraber tüm insanlığa gönderilmiştir. Onun tebliği, kayıtlı bir dönem ve belirtilen bir toplumla sınırlı değil, kıyamete dek tüm dönemler ve toplumlar için geçerlidir.
Nitekim şu söylenti 3. âyetin kapsamı hakkında açık bir izahta bulunmaktadır:
Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Bir defasında biz Resûlullah (s.a.s.)’in yanına otururken ona Cum‘a sûresi nâzil oldu. Allah Resûlü (s.a.s.), “Allah o Peygamberi, az önce kendilerine katılmamış, ama daha sonra katılacak olan başkalarına da göndermiştir” (Cum‘a 62/3) âyetini okuyunca, sahabîler, kendilerinden laf edilen bu kimselerin kimler olduğunu sordular. Efendimiz (s.a.s.) yanıt vermeyince, soruyu soran kişi sorusunu üç kez tekrarladı. O sırada aramızda Selmân-i Fârisî de bulunuyordu. Allah Resûlü (s.a.s.) elini onun omzuna koydu ve şöyle buyurdu: “Şunlardan pek yiğitler vardır ancak, iman Süreyya yıldızının yanında olsa bile, belirli ona ulaşır.” (Buhârî, Tefsir 62/1; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 230, 231)
Burada Peygamberimiz (s.a.s.)’in üç önemli vazifesine uyarı çekilir:
Birincisi; Allah’ın âyetlerini insanlara okumak: Peygamberlerin ümmetlerini yargı yoluna daveti, gelen vahyin okunmasıyla başlar. Ancak bu vazîfe, insanları umulan hedefe ulaştırmada ilk merhaledir ve bir zemîn teşkîl eder.
İkincisi; tezfakatye etmek: Tevhîd davetinin maksadına ulaşması, lahzacak nefisleri küfür, şirk ve günah gibi mânevî kirlerden temizleyip huşû ve huzûra erdirmekle mümkündür. Nitekim mâzîsi câhiliyye insanı olan birlihâb-ı kirâm, hidâyet bulup Allah Resûlü (s.a.s.)’in feyizli sohbeti ve mânevî terbiyesiyle gönüllerini arındırdıkları lahzada dünyanın en mümtaz insanları hâline geldiler. Onların, dillerde ve gönüllerde dolaşöhret fazilet menkıbeleri çağları ve iklimleri aştı.
Lakin şunu belirtmek gerekir ama, Allah ile kul aralarında en büyük engel olan nefsi arındırmak, onun zararlı vasıflarını kazıyıp arındırmak dil ile bildirmek dek kolay bir hâdise değildir. İşin hem tezkiye edeni ayrıca de tezkiye edileni ilgilendiren yönü bulunup, her iki yöndende büyük zorluklar, çileli ve meşakkatli uğraşılar gerektirmektedir. Kulun kurtuluşu da, bu alanda gerçekleştirilecek başarıyla içten orantılıdır. Nitekim Hz. Mevlânâ, Kazvinli’nin vücuduna arslan devlete ait döğdürmesi yaptırması hikayesiyle bakınız bu gerçeği nasıl anlaşılması mümkün hâle getirmektedir:
Kazvinlilerin adetine kadar; bedenlerine, ellerine, omuzlarına, kendilerine hasar vermeyecek bir tarzda, iğne ucu ile mavi dövmeler döğdürürlerdi. Kazvinlinin biri, hamamda tellağın yanında gitti:
“- Lütfen bana bir dövme yap, ama tatlılıkla yap, canımı acıtma” dedi. Tellak:
“- Söyle yiğidim, ne resmi yapayım?” diye sorunca, Kazvinli:
“- Kükremiş bir arslan resmi yap” dedi, “Tali’im arslan burcudur. Arslan devlete ait döv. Çaba et fakat bütün arslana benzesin. Rengi anemik olmasın.” Tellak:
“- Vücudunun neresine döveyim?” deyince, Kazvinli, “Omuzuma döv” dedi. Tellak, iğneyi batırınca, acısı adamın kürek kemiğine işledi. Kazvinli yiğit inleyerek:
“- Ey kıymetli usta, beni öldürdün; ne resmi yapıyorsun?” diye sordu. Tellak:
“- Arslan devlete ait yap demedin mi?” deyince, Kazvinli:
“- Neresinden başladın?” dedi. Tellak:
“- Kuyruğundan başladım” dedi. Kazvinli:
“- Ey iki gözüm kuyruğu bırak” dedi, “Arslan kuyruğunun sızısı kuyruk sokumumu sızlattı; kuyruğu, boğazımı sıktı, nefesimi kesti. Ey arslan yapan, sen kuyruksuz bir arslan yap, çünkü iğne acısından yüreğime fenalık geldi, bayılacağım.”
Sanatkâr, Kazvinli’ye acımadan, duyduğu acıları paldır küldür, arslanın bir başka tarafını yerine getirmek için iğneyi her tarafta batırdı. Kazvinli:
“- Aman, bu arslanın neresi?” diye bağırdı. Tellak da; “Kulağı” dedi. Adam:
“- Bırak kulağı da olmasın ey artist, elini ivedi tut!” Tellak, bu kere iğneyi diğer bir tarafa batırınca, Kazvinli, yeniden feryada başladı: “Bu üçüncü de arslanın neresi?” diye sordu. Tellak da, “Karnıdır, azizim” diye cevap verdi. Kazvinli:
“- Varsın arslan karınsız olsun, duyduğum acı arttıkça arttı, iğneyi çok batırma” dedi. Tellak, şaşırdı, hayli zaman parmağı ağzında kaldı. Daha Sonra öfke ile iğneyi yere attı da:
“- Dünyada bu meslek kimin başına gelmiştir?” dedi, “Kuyruksuz, başsız, gövdesiz arslanı kim görmüştür? Allah bile böyle bir arslan yaratmamıştır.” (Mesnevî, 2982-3001. beyitler)
Mevlânâ (k.s.) bu hikâyeyi anlattıktan sonra şöyle nasihat eder:
“Ey kardeş, iğne acısına sabret fakat, kendi kâfir nefsinin iğnesi acısından kurtulasın. Varlıktan kurtulmuş olanlara, gökyüzü de secde eder, güneş de, ay da… Kimin bedenindeki kâfir leziz öldü ise, güneş de onun buyruğuna girer, bulut da... Gönlünde ilâhî aşk ateşini uyandıran ve çevresini aydınlatmayı öğrenen kişiyi bundan böyle güneş bile yakamaz. Cenab-ı Hakkı yüceltmek, tâzim etmek nasıl olur? Kendini hor, hakir kavramak ki, kendini toprak gibi ayak aşağıda çiğnetmeye bedel görmekle olur. Tevhid, Allah’ı anlamak nedir? Kendini Vahid’in, Bir’in önünde yakıp değil etmektir. Eğer gündüz gibi aydınlatmak, parlamak istiyorsan, geceye benzeyen, gece gibi karanlık olan varlığını, benliğini yak. Bakırı kimyada eritir gibi, varlığını, sana o varlığı verenin varlığında erit, değil et. Sen sıkı sıkıya, «Ben»e ve «Biz»e yapışmışsın. Yokluğa ve birliğe ulaşamamışsın, karşılaştığın bütün bu bozuk uyum işler, bütün bu perişanlıklar, bu harabeler daima bu ikilikten meydana gelmektedir.” (Mesnevî, 3002-3012. beyitler)
Peygamberin üçüncü vazifesi oysatap ve hikmeti öğretmek: Bu merhalede ise uyulması gereken kanunları ve hükümleri beyân eden fakattabın, yâni Kur’ân-ı Kerîm’in tâlimi gelir. Kur’ân-ı Kerîm’in rûhunda derinleşebilmek, kalbî seviyeye bonolıdır. Kur’ân-ı Kerîm, belli başlı kalb ile okunup lahzalaşılır. Gözler ise kalbe lahzacak basit bir vasıta hükmündedir.
Âyet-i kerîmelerde çabukamaye ile oysatâb ve hikmetin tâliminin bir arada zikredilmesi, tezamaye olunmamış kimselerin ilim elde edemeyeceklerini, etseler de bu ilmin kendilerine bir fayda sağlamayacağını açıklama etmektedir. Zira ilim ve hikmet öyle bir nûr ve zînettir ki bunu elde etmek için, onun mekân tutacağı yerlerin, yâni kalbin, konutvelâ lüzûmsuz ve zararlı şeylerden boşaltılması gerekmektedir. Bu bakımdan Peygamberler önce âyetleri okur, sonra bu âyetlere inanan ve gönül veren kimselerin, nefislerini aşırılıklardan, çirkinliklerden arındırırarak kalblerini mânevî kirlerden tasfiye ederler. Daha sonra da ivedifakatye ve tasfiye olunmuş kimselere amatâb ve hikmeti öğretirler. Evrentaancak giz ve kudret akışlarına da lahzacak böyle bir kalbin sahipleri âşinâ olur ve bir hikmet menbaı hâline gelebilir.
Bu lütfa nâil yapabilmek için Allah’ın kitabını mânasını anlayarak okuma, hayatın her alanını onun rehberliğinde ve onun hükümlerine göre düzenleme zarureti vardır. Somurtkan takdirde, daha önce Allah’ın kitabına göre hareket etme imtihanını kaybeden yahudilerle aynı yürek parçalayıcı âkibeti paylaşmak zaruri olacaktır ( Tefsir: Prof. Dr. Ömer Çelik )
Cuma suresi tefsirin devamı için tıklayınız...