Dinin iki temel hakikati nedir? İnsanlar içerisinde kendini bilenlerin vasıfları nelerdir?

Cenâb-ı Adalet, kullarını bir cemaat hâlinde görmeyi sever. Bu sebeple, her rekâtta okuduğumuz Fâtiha’da, Zâtına niyâzımızı, cemî / çoğul kalıbında tâlim buyurmuştur:

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

“Ama Sana kulluk eder, fakat Sen’den destek dileriz.” (el-Fâtiha, 5)

Ego; kulu Allah’tan uzaklaştırdığı gibi, içtimâî münasebetlerde de kişiyi diğer insanlardan bîgâne ve huysuz hâle getirir. Çünkü egoizm; cimrilik, egoizm, gaddarlık gibi menfî huylara yol açar.

DİNİN İKİ ESAS HAKİKATİ

Allâh’a vuslat yolculuğunda, bu çirkin huylarla devam etmek olası değildir. Bu sebeple, dînin iki esas hakikati:

-Allâh’ı tâzîm ve,

-Mahlûkāta şefkattir.

Allâh’a vuslat yolunda mesafe kateden bütün Adalet dostları; hizmet, acıma, şefkat, diğergâmlık, büyüklük, affedicilik, tahammül, hilim ve mülâyemet gibi cemâlî sıfatlara bürünmüşlerdir.

Bu cihanda, Cenâb-ı Hak; her şeyi insan için yaratmış ve her varlığı ona emânet etmiştir. Mü’minleri ise îman kardeşliği ile daha kuvvetli bir şekilde birbirlerine zimmetlemiştir.

Bu sebeple, mü’min; dâimâ kardeşinin maddî ve mânevî açlığını ve muhtaçlığını düşünmek ve onun derdiyle dertlenmek mecburiyetindedir.

En yüksek mânevî dereceler; «Nefsî!.. Nefsî!..» demeyip; «Ümmetî!.. Ümmetî!..» diye, kardeşlerinin derdiyle dertlenenlere nasîb olmuştur.

Şâh-ı Nakşibend; yıllardan beri yollara, hastalara ve sokak hayvanlarına hizmetin bereketiyle, mânevî derecâta nâil olmuştur.

Bizlik şuurunda; katlanma, teennî ve hilm vardır. Kimseden incinmemek vardır.

KENDİNİ BİLENLERİN 3 SIFATI

Hikmet ehli der oysa:

İnsanlar içerisinde kendini bilenler şu üç sıfata sahip olanlardır:

Rüzgârdan bile incinmeyenler… Kendi adlarını bile söylemekten utananlar… Allâh’ın mahlûkātına Hâlık’ın nazarıyla bakanlar…

Biz olanlar, mütevâzı olur. Mü’minlere aleyhinde merhamet ve tevâzu kanadını indirir. İşlerinde sâlih ve sâdık dostlarla meşveret ederler. Muvaffak olduğunda övünmez, hamd eder. Başarının; Allâh’ın ikrâmı olarak, birlik ve beraberliğin mükâfâtı olduğunu bilir. Günahkârlara günahın yükünü taşıtmaz, onlara zarar görmüş bir kuş gibi muâmele eder.

Dünyevî metâlara övgü etmez;

“–Keşke benim şunum bunum olsaydı…” demez. Dâimâ hâline râzı olarak yaşar.

Bütün bu sıfatlar; Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu, hoş hasletlerdir.

Biz şuuruyla; mü’min kardeşlere, muzdarip ve kimsesizlere yapılan hizmetlerin, Allâh’a vuslat yolculuğunda nasıl bir kıymete hâiz olduğunu şu kudsî hadîs-i şerif ne hoş ifade eder:

“Allah Teâlâ kıyâmet günü;

«–Ey Âdemoğlu! Hastalandım, Ben’i ziyaret etmedin.» buyurur.

Âdemoğlu;

«–Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl ziyaret edebilirdim?» der.

Allah Teâlâ;

«–Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, Ben’i onun yanına bulurdun. Bunu bilmiyor musun?» buyurur…” (Müslim, Birr, 43)

Demek ki;

Biz almak şuuruyla yapılan her bahtı açık tutum, bana kalırsa Cenâb-ı Hakk’a ibraz edilen bir hizmet gibi kabul görmektedir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Sene: 2021 Ay: Ağustos, Rakam: 198

Realite Yolunda Kılavuzun Önemi

Alan Sensin, Veren Sen, Realite Üzre Anlayıp Bilen Sen

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/dinin-iki-temel-hakikati.html