Duhâ Suresi 10. ayeti ne anlatıyor? Duhâ Suresi 10. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Duhâ Suresi 10. Ayetinin Arapçası:

وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ

Duhâ Suresi 10. Ayetinin Meali (Anlamı):

İsteyeni de azarlama.

Duhâ Suresi 10. Ayetinin Tefsiri:

Birinci tâlimat yetimlerle alakalıdır. Yetîmi ezmemek; onu kuvvetsiz görüp küçümseyerek üzmemek istenir. Onun maddeten ve mânen bütün haklarının korunması ve en minik bir hakkının yenmemesi tâlimatı verilir. Çünkü Efendimiz (s.a.s.) yetimliği tatmış ve hakkındaki ilâhî lütfu görmüştü. Yetîm gelişen, yetîmin hâlinden daha iyi anlar. Bu sebeple öksüzlük zamanında kendi gördüğü ilâhî lütfu, ümmetinin yetimlerine göstermekle yükümlü tutuldu. Bu yüzdendir fakat Resûlullah (s.a.s.) yetimlere son derece alaka gösterir, bütün ihtiyaçlarını karşılar, müslümanları da bu şanslı amele teşvik ederdi:

 “müslümanlar içinde en hayırlı ev; içinde yetîme iyi muamele edilen evdir. müslümanlar içinde en kötü konut de yetîme kötü muamele edilen evdir.” (İbn Mâce, Edeb 6)

“Bir kimse, müslümanların aralarında yer alan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir kabahat işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr 14/1917)

“Bir kimse sırf Allah rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap yazılır...” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 250)

Acınacak Şey Ummanı Efendimiz (s.a.s.)’in şu misal davranışı ruhları tesir altına alıp mü’mini yetimlerin hâmisi olmaya yön belirleme bakımından ne dek güzeldir:

Beşir b. Akrabe (r.a.) şöyle anlatıyor:

“Uhud günü Resûlullah (s.a.s.) ile karşılaştım.

«−Babam ne durumda?» diye sordum.

«−Şehîd oldu, Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun!» buyurdu. Ağlamaya başladım. Beni aldı, başımı okşadı ve devesine bindirdi. Daha Sonra da:

«−Ben baban, Âişe de annen olsun istemez misin?» buyurdu. Ben de:

«−Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah, tabiî fakat isterim!» dedim.

Şu anda saçlarım ağardığı hâlde, Resûlullah’ın mübârek elinin değdiği yerler hâlâ siyah kalmıştır.” (Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, VIII, 161; Ali el-Müttakî, Kenzu’l-ummâl, XIII, 298/36862)

İkinci tâlimat el açıp bir şey isteyen veya ilim ve sanki herhangi bir talepte yer alan kimseyle alakalıdır. Bunları çıkışmaklâf işitmek, onlara sert konuşmak yasaklanır, onlara iyi muamele etmek emredilir. Eğer bir kimse maddi mânada bir hâcetini dile getirdiğinde, ola ki imkân varsa ona yardım edilmelidir. Eğer yardım etme imkânı yoksa yumuşak sözle ve nazikçe özür beyân edilmelidir. Fakat hiçbir şekilde azarlamak, sert faydalanmak ve kovmak caiz değildir.

Allah dostlarından Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.)’un şu davranışı bu konuda ne hoş bir örnektir:

Sâmi Efendi (r.h.)’in bir Anadolu seyahati esnâsında Ürgüp’te bir birey otomobillerini çevirerek kendisinden sigara parası ister. Bir sehâvet güneşi olan Sâmi Efendi, bâzı yol arkadaşlarının doğru itirazlarına rağmen:

“–Mademki istiyor, atamak lâzım” diyerek, etrafındakilerin sersemlemiş bakışları arasında adamın istediği parayı hiç acele ile verir. Buna memnun olan fakir de niyetini değiştirip:

“–Şimdi gidip bununla ekmek alacağım” diyerek sevinçle oradan ayrılır.

Bu hâdise aynı zamanda sadaka olarak bahşedilen malın helâlliği ve niyetin temizliği karşılığında meydana gelen iyilik ve güzellik tecellîsine dâir açık ve ibretli bir misaldir.

Diğer ibretli bir misal de meşhûr sûfî Hasan Basrî (k.s.)’tan:

Bir derviş, Hasan Basrî hazretlerinden bir şey istemişti. O da hemencecik ayağa kalkıp gömleğini çıkardı ve dervişe verdi.

“–Ey Hasan, eve gidip oradan bir şeyler verseydin ya!” dediler. Hasan Basrî (k.s.) şöyle yanıt verdi:

“–Bir defâsında bir yoksul mescide geldi ve; «Karnım aç!» dedi. Biz gaflet ettik, derhal yiyecek getirmedik. Onu mescitte bıraktık ve evlerimize gittik. Sabahleyin namazına geldiğimizde bir de baktık oysa, zavallı ölmüş. Kefenleyip defnettik. Ertesi gün, bir zuhûrat olarak, fakiri sardığımız kefenin mihrapta durduğunu ve üzerinde; «Kefeninizi alın, Allah kabul etmedi!» yazdığını gördük. O gün; «Bundan sonra bir ihtiyaç sahibini gördüğümde onu bekletmeyeceğim, hemen ihtiyâcını göreceğim» diye yemin ettim.” (Topbaş, Faziletler Medeniyeti, II, 308)

Âyette bahsedile اَلسَّٓائِلُ  (sâil)den niyet “soru soran kişi” de olabilir. Buna tarafından soru soran kimse ne kadar girift sual tevcih ederse etsin, her halükarda ona şefkatle cevap devretmek gerekir. Böyle durumlarda kızmak, azarlamak ve kovmak câiz görülen bir davranış değildir.

Üçüncü tâlimat ise Allah’ın nimetlerini şükrân ve minnetle anmak ve anlatmakla alakalıdır. Âyette bahsedilen “nimet”, Allah Teâlâ’nın Efendimiz (s.a.s.)’e verdiği ve vermeyi va‘dettiği her türlü nimetlerdir. Bunların en büyüğü ise kuşkusuz Kur’lahza ve peygamberlik nimetidir. Bu nimetlerin her birinin kendine münâsip bir anlatma şekli vardır. İnsanın dil ile Allah’a şükretmesi, tüm nimetlerin kendisine Allah’ın bir lütfu olarak verildiğini bilmesidir. “Nübüvvet nimetini açıklamak”, tebliğ ve daveti hakkını vererek ve içten bir şekilde yerine getirmektir. “Kur’an nimetini anlatmak”, onu ırk arasında yaymak ve talimatlarını insanlara anlatmaktır. “Hidâyet nimetini izah etmek”, yolunu şaşırmış, sapıklığa düşmüş insanlara dürüst yolu göstermektir. Bu işi yaparken de bütün zorluk ve zahmetlere sabırla dayanma etmektir. Bu şekilde her nimete münasip bir şükür ve teşekkür halinde bulunmaktır.

Duhâ sûresinin peşinden gelmekte olan İnşirah sûresi de, Efendimiz (a.s.)’a olan ilâhî lutuf ve müjdeleri saymaya devam edecektir:

Duhâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Duhâ Suresi 10. ayetinin meal karşılaştırması ve öteki ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/duha-suresi-10-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html