Hadid Suresi 17. ayeti ne anlatıyor? Hadid Suresi 17. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Hadid Suresi 17. Ayetinin Arapçası:

اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

Hadid Suresi 17. Ayetinin Meali (Anlamı):

Şunu bilin fakat Allah, ölümünden sonradan yeryüzünü nasıl baştan diriltiyorsa, benzer şekilde yer gibi katılaşmış kalplerinizi de zikir ve Kur’an tilâvetiyle yeniden diriltir. Kuşkusuz biz, aklınızı kullanmanız için kudretimizi bildiren delilleri bu nedenle açıklamış bulunuyoruz.

Hadid Suresi 17. Ayetinin Tefsiri:

“İman edenler” ifadesiyle iki öbür gruba hitap edilmiş olabilir:

Birincisi; müslüman olduklarını söyleyerek İslâm saflarına katılan, ama İslâm’ın derdiyle dertlenmeyen, onun getirdiği mükellefiyetlere kalplerinde yer vermeyen kimselerdir. O dönemde, İslâm’ı imha etmek için hazırlanmış bütün küfür güçleri, hemen şimdi yeni teşekkül etmeye başlayan İslâm toplumunu her yanından kuşatmışlardı. müslümanlar bitmiş acımasızlık aşağı inliyorlardı. Işkence aşağıda ezilen müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret etmişlerdi. Ensar dediğimiz Medine’deki müminler ise bir yanlamasına muhacir kardeşlerine takviye ederlerken, diğer yana kâfirlerle yapılan savaşlarda onca fedakârlıklarda bulunuyorlardı. İşte âyette bahsedilen kimseler, mevcut içler acısı durumu ve olanları açık açık gördükleri halde müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen, hiç aldırış bile etmiyorlardı. Dolayısıyla söz konusu kimseler “Sizler nasıl müslümansınız” denilerek utandırılmaktadırlar. İslâm’ın en kibar döneminde kalpleri Allah’ın zikri ile yumuşamayan, İslâm için kalplerinde hiç fedakârlık hissi duymayan ve İslâm tehdit altındayken bile hiçbir olumlu kıpırdanma göstermeyen bu kimseler, Allah’tan korkmaya ve imanlarının gereğini yerine getirmeye çağrılmaktadır.

İkincisi; hitap tüm sahâbe-i kirâma ve onların şahsında tüm mü’minleredir. Burada bir ayıplama söz konusudur. Lakin bu ayıplama, sahâbîlerin dinî heyecanlarında bir düşüş olduğundan dolayı değildir. Bu kınamanın gayesi, imanın kemâlini gösteren amellere sarılarak artık İslâm’ın bütün yönleriyle faaliyete geçmesi için yükseliş aşk ve heyecanını uyandırmak, gelecekte de o heyecanın sönmemesi için şart olan ruhî bir kanuna muhabere etmekle tekrar mü’minleri bu yönde teşvik etmektir. Mü’minlerin kalpleri tekrar tekrar Allah’ı zikretmeye müsait halde olacak, Allah’ın zikri ile yumuşayıp hürmet ile dolacak, Hakk’ın indirdiği Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri daima hatırda tutulacak, hayatımızı yönlendirici ve şekillendirici müessir bir şiddet olarak daima hazır bulunacaktır. Fakat zamanın geçmesiyle ve vahyin birincil indiği sıralarda uyandırdığı mânevî sıcaklık ve coşkunun zamanla soğumasıyla, kalplerdeki dinî hissiyâtın düzey kaybetmesi ve manevî duygularda bir düşüşün yaşanması laf konusu olabilir. İşte bu noktada Cenâb-ı Yargı mü’minleri ikaz etmekte; dinin yaşanması, yaşatılması ve devam ettirilmesi için fazla mühim bir iksir olan bu dinî heyecanın aksamadan devam ettirilmesi ve hatta daha da artırılması için yol göstermektedir. Ola Ki ferdi planda bu heyecanı uygulamak nispeten kolaydır, ama onlardan tüm esaslarıyla teşekkül etmiş bir İslâm toplumu olarak, İslâm’ın her türlü emir ve nehiylerini yerine getirmede benzer yüksek telaşı manzara başarısını istemektedir. Bu sebeple, Ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanların durumunu ibretli bir misal olarak verir. Çünkü onlar, kutsal kitaplarının inişi ve peygamberlerinin gönderilişi üzerinden emin bir süre geçince, bundan böyle vahyin sıcaklığını hissedemez olmuşlar, kalpleri katılaşmış ve öyle birçok dinîn emirlerini dikkate almaksızın günahlara dalıp doğru yoldan uzaklaşmışlardı. Benzer tehlike İslâm ümmeti için de geçerlidir. Kıyamete kadar hükmünü icrâ edecek böyle bir rûhî kanun vardır. Dikkat edilmediği takdirde bu ilâhî kanunun hükmüne mahkûm olarak, iman ve İslâm gibi en kıymetli sermayeyi elden kaçırma riski bulunmaktadır. Ama ümitsiz olmamak da lazımdır. Bizim Allah’a ve Kur’lahza’a sarılıp dirilmeye niyetimiz olması halinde, her ilkbaharda ölü toprağı her tarafta dirilten Allah, bizi de, isteyen herkesi de mânen diriltmeye kadirdir.

Şâir Ziyâ Paşa, ilâhî kudretin us ötesi tecellîleri aleyhinde duyduğu hayreti şöyle dile getirir:

“Yâ Rab bu ne izzet-i a’lâdır!

Yâ Rab ne kemâl-i kibriyâdır!

Bir kabza türâba can verirsin,

Toprağa, taşa lisân verirsin.”1

Fakat kalplerin dirilmesi, orada İslâm, iman ve ihsan coşkusunun oluşması için Allah yolunda fedakârlık yapmak, malı canı o uğurda harcamak lazımdır:

1 İzzet-i a’lâ: Ulu güç, zor ve kudret. Kemâl-i kibriyâ: Sınırsız büyüklükte bir kemâl, olgunluk. Kabza: Avuç. Türâb: Toprak.

Hadid Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Hadid Suresi 17. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/hadid-suresi-17-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html