Hayber kalesi nerededir? Hayber’in Fethi’nin sabepleri nelerdir? Peygamberimizin (s.a.v.) Hz. Safiye Annemiz ile evlenmesi nasıl gerçekleşti? Hayber’in Fethi’nde bayrak kime verildi? Hayber’in ve Hicâz’daki öteki Yahûdi sığınaklarının fethi.

Hayber, Medîne-i Münevvere’nin 165 km. Kuzey’ine düşen zirâî bir vâhadır. Denizden yüksekliği 850 metre civarındadır. Toprakları verimli, suları fazla ve hurması boldur. İktisâdî açıdan zengin, askerî yönden muhâfazalı bir yerdir.

HAYBER FETHİNİN SEBEPLERİ

Benü’n-Nadîr reisleri gelinceye dek Hayber’in Müslümanlara aleyhinde bir düşmanlığı yoktu. Ancak onların teşvikiyle Hayberliler de Ahzâb’a katıldılar.

Hendek Gazvesi’nden sonradan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bu tehlikeyi bertaraf etmek için faaliyetlere başladılar. Onları İslâm’a dâvet eden bir mektup gönderdiler. Onlar ne bu dâveti kabul ettiler, ne de Hendek’deri nedeniyle özür dilediler.

Hudeybiye Sulhü, Hayber’in fethi için güzel bir fırsat olmuştu. Zâten sulhten sonra nâzil olan Fetih sûresinde Cenâb-ı Yargı Hayber ganimetlerini Müslümanlara vaad buyurmuştu. (el-Feth, 18-21)

Allah Rasûlü (s.a.v) 7. senenin Muharrem ayında ordusuyla yola çıktılar. Müslümanlar yüksek sesle tekbîr ve tehlîl getiriyorlardı. Ebû Musa el-Eşʻarî (r.a) şöyle anlatır:

“Biz bir yolculukta Rasûlullah ile birlikte idik. Tepelere çıktıkça «Allahu ekber, Lâ ilâhe illallah» diye yüksek sesle tekbir ve tehlil getiriyorduk. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):

«−Ey Müslümanlar! Kendinize merhametli ve yumuşak davranın! Zira siz sağıra ya da burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allah Teâlâ dâima sizinle beraberdir, işitir ve size sizden daha yakındır» buyurdular.” (Buhârî, Cihâd, 131; Müslim, Zikr, 44)

Diğer bir rivâyete tarafından şunları da ilâve ettiler:

“‒Sizin dua ettiğiniz Zât, her birinize bineğinin boynundan daha yakındır!” (Müslim, Zikr, 46)

Allah Rasûlü (s.a.v) Hayber’e Kuzeydoğu kadar yaklaşarak onların Şam ve anlaşmalı oldukları Gatafân kabilesiyle aralarını kestiler.

Enes (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullah Efendimiz Hayber gazâsına çıkmışlardı. Hayber’in yanı başında Sabah namazını hava daha karanlıkken kıldık. Daha Sonra Allah’ın Nebîsi hayvanına bindiler. (Üvey babam) Ebû Talha da bindi, ben de Ebû Talha’nın terkisinde idim. Nebiyyullâh binitini Hayber’in yoluna içten tez sürdüler. Benim dizim Allah’ın Nebîsi’nin uyluğuna dokunuyordu. Sonra izârlarını uyluğundan sıyırdılar (veya izârı uyluğundan sıyrıldı). Nebiyyullâh Efendimiz’in uyluğunun beyazlığı hâlâ gözümün önündedir. Şehre girerken de:

«Allahu Ekber, Hayber yıkılmış oldu gitti (ya da harap olsun!) Biz bir kavmin yurduna girdik mi, inzâr edilmiş olanların hâli yaman olur! (Başlarına ansızın gelecek cefa ne müthiştir!)» buyurdular. Bunu da üç defâ tekrarladılar.

Hayberliler sabah vakti işlerinin başına gitmek üzere evlerinden çıkıp da bizi görünce: «Aman, işte Muhammed!» (Râvî Abdü’l-Azîz bin Süheyb’in bâzılarından rivâyetine nazaran da:) «İşte Muhammed ve ordusu!» diye bağrıştılar.

PEYGAMBERİMİZİN, HZ. SAFİYE ANNEMİZ İLE EVLENMESİ

Hayber’i anveten (yâni harp ederek) ele geçirdik. Esirler toplandı. Dıhye (r.a) gelip:

«‒Yâ Nebiyyallâh, bana esirlerden bir câriye verir misiniz?» dedi. Efendimiz (s.a.v):

«‒Git, bir câriye al!» buyurdular. O da gidip Safiye bint-i Huyey’i aldı. Bir kişi, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e gelip:

«‒Yâ Nebiyyallâh, Dıhye’ye Kurayza ile Nadîr’in seyyidesi olan Safiye bint-i Huyey’i verdiniz. Hâlbuki o, Siz’den başkasına münâsib olamaz!» dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):

«‒Dıhye’yi çağırın, câriye ile birlikte gelsin!» buyurdular. Dıhye, câriyeyi alıp getirdi. Nebî (s.a.v) Safiye’ye bakınca, Dıhye’ye:

«‒Esirler arasından başka bir câriye al!» buyurdular. Nebî (s.a.v) Safiye’yi âzâd edip onunla evlendiler. Sâbit el-Bünânî, Hz. Enes’e hitaben:

“‒Ey Ebû Hamza, Allah Rasûlü Safiye’ye mehir olarak ne verdi?” dedi. Enes (r.a):

“‒Kendisini (hürriyetini) verdi, onu hiçbir karşılık almadan azâd etti ve kendisiyle evlendi” dedi ve devam etti:

“Nihâyet yol üzerinde iken Ümmü Süleym (r.a), Hz. Safiye’yi Nebî (s.a.v) Efendimiz için hazırladı ve geceleyin (çadırdan yapılan) nikah evine koydu. Artık Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) damat olmuştu. Sabah olunca:

«‒Kimin yanına gıda bir şey varsa getirsin!» buyurdular ve bir yaygı yaydılar.

Kimi hurma, kimi yağ, (kimi başka bir şey) getirdi. (Râvî: “Zannederim Enes «Sevîk»i de zikretti” der.) Ashâb-ı kirâm toplanan şeylerle Hays yemeği yapıp oradakilere ikrâm ettiler. Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in velîmesi (düğün yemeği) bu oldu.” (Buhârî, Salât, 12)

Hz. Safiye (r.a) hasep ve cemâl sâhibi olduğu için, Hz. Dıhye’ye verilince ahali arasında haset zuhur etti. Efendimiz (s.a.v), ortaya çıkacak fesâdı ve mahzuru bertaraf etmek için onu kendilerine ayırdılar. Bu da Safiye (r.a) hakkında çok büyük bir nimet oldu. Hayber’de pek çok kale vardı, Allah Rasûlü (s.a.v) onları bir bir aldılar.

HAYBER FETHİNDE BAYRAK KİME VERİLDİ?

Hayber Gazvesi gününde Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

“–Yarın sancağı, Allah’ın kendisinin eliyle fethi nasib edeceği, Allah’ı ve Rasûlü’nü seven, Allah’ın ve Rasûlü’nün de kendisini sevdiği bir kişiye vereceğim.”

Gazveye iştirak edenler, sancağın aralarından kime verileceğini düşünüp konuşarak geceyi geçirdiler. Sabahleyin olunca, sancağın kendisine verileceği ümidi ile bütün sahâbîler Allah Rasulü’nün huzuruna koştular. Hz. Ömer (r.a) der fakat:

“–Emirliği o günkü kadar hiçbir vakit açlık etmemiştim. O gün beni çağırır ümidiyle Rasûlullah’a kendimi göstermeye çalıştım durdum.”

Ashâb-ı kirâm Allah ve Rasûlü’nü sevebilmek, Allah ve Rasûlü’nü muhabbetine mazhar edebilmek için can atıyorlardı. Çünkü sancağın birine verilmesi, onun Allah ve Rasûlü kadar sevildiğini ispat edecek ve onun Allah ve Rasûlü’nü sevdiğinin alâmeti olacaktı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Ali bin Ebî Tâlib nerede?” diye sordular. Sahâbîler:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! O gözlerinden rahatsız” dediler. Hayber’in tozu gözlerini ağrıtmıştı. Nebî (s.a.v):

“–Ona haber verecek birini gönderiniz” buyurdular. Seleme bin Ekvâ (r.a) hemencecik kalkıp gitti, Hz. Ali’yi elinden tutarak Peygamber Efendimiz’in yanına getirdi. Rasûlullah (s.a.v):

“–İşte fetih bununla gerçekleşecek!” buyurdular. Hz. Ali’ye:

“–Yanıma yaklaş!” buyurdular. Ali (r.a):

“–Yâ Rasûlallah! But bastığım yeri göremeyecek haldeyim!” dedi. Rasûlullah (s.a.v) onun gözlerine tükürüğünden sürüp dua ettiler. Elleri ile de gözlerini meshedip sığadılar. O vakit bütün ağrı ve sızısı aniden geçiverdi. Böylece oysa benzeri daha önce hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Ali (r.a) şöyle der:

“–Rasûlullah gözüme tükürüğünü sürdükten sonra bir daha hiç göz ağrısı çekmedim.” (Ahmed, I, 78) Yine o der oysa:

“Rasûlullah, gözlerim ağrıdığı ve adam gönderip beni getirttiği süre: «Ey Allah’ım! Sıcağın, soğuğun sıkıntısını bundan gider!» diye de dua ettiler. O günden beri, sıcaktan da soğuktan da hiç rahatsız olmadım!”1

Aslında de Hz. Ali (r.a) en sıcak günde en kalın elbise giyse bunalmazdı. En soğuk günde de en ince elbiseyi giyse üşümezdi. Bunun sebebi sorulunca, Nebî (s.a.v)’in Hayber’de kendisi için bu hususta dua ettiğini söyledi. (Ahmed, I, 99, 133; Süheylî, VI, 560)

Rasûlallah (s.a.v) Hayber günü Hz. Ali’ye zırh giydirdi. Zülfikâr’ı onun beline bağladı. Ak sancağını ona uzatarak:

“–Al bu sancağı! Git, Allah sana fethi müyesser kılıncaya değin çarpış! Arkana ve sağına soluna bakınma!” buyurdu. Hz. Ali (r.a) anında hareket etti, daha sonra durdu ve arkasına dönmeden seslendi:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, onlarla ne üzere savaşacağım?” Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

“–Telaş etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var, kendilerini İslâm’a ağırlama et, uymaları gereken ilâhî yükümlülükleri kendilerine haber ver. Allah’a yemin ederim ki senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır.

Onlarla, Allah’tan diğer ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet getirinceye dek savaş! Bunu yaptıkları lahza, -dinin yasaklarını çiğnemedikçe- kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar. Başlıca hesaplarını bakmak ise Allah’a aittir.”

HZ. ALİ’NİN YAHUDİ SAVAŞÇILARINI BİR BİR ÖLDÜRMESİ

Rasûlullah (s.a.v) Hz. Ali’ye ve arkadaşlarına takviye etmesi için de Allah’a dua ettiler. Görüldüğü üzere Allah Rasûlü (s.a.v) Hayber’in mallarını ganimet olarak almaya açgözlü değillerdi. En büyük dertleri İslâm akîdesini neşretmek ve bunun önüne meydana çıkan yokuşları geçmek, mâniaları bertaraf etmekti. Seleme bin Ekvâ (r.a) der ama:

“Vallahi Ali sancağı alınca silkelene silkelene gitti. Biz de onun ardına düşüp gittik. Hz. Ali sancağını kalenin dibindeki bir taş yığınına dikti. Kalenin üzerinden bir Yahudi ona:

«–Sen kimsin?» diye sordu. Hz. Ali (r.a):

«–Ben Ali bin Ebû Tâlib’im!» dedi. Bunun üstüne yahudi, dindaşlarına:

«–Musa’ya kesik olanlara andolsun ama siz yenilgiye uğrayacaksınız!» dedi.”2

Natat kalesinin arkasına üç kat duvar örülmüştü. Yahudiler, Müslümanlarla çarpışmak için kaleden ve duvarlardan geçerek dışarı çıktılar. Kaleden adamlarıyla birlikte ilk çıkan, Merhab’ın kardeşi Hâris oldu. Hâris, cesareti ve yavuzluğu ile tanınırdı. Hz. Ali (r.a) onunla çarpıştı ve onu vurup öldürdü. Başına kırmızı sarıkla tuğ yapmış yer alan Ebû Dücâne (r.a) de Hayber süvarilerinden Hâris ile karşılaştı ve onu öldürdü. Yahudi savaşçılarından Üseyr ve Âmir de Hâris gibi başlarına tuğ yapmışlardı. Üseyr:

“–Benimle çarpışacak kim var?” diye haykırıyordu. Muhammed bin Mesleme (r.a) ona içten vardı. Birbirlerine kılıç vurdular. Muhammed bin Mesleme (r.a) onu öldürdü. Yâsir de Yahudilerin yavuz savaşçılarındandı. Müslümanlardan kaçacak olanları toplayıp götürmek için yanına kısa bir mızrak taşıyordu. Hz. Ali (r.a) hemencecik ona dürüst vardı. Zübeyr bin Avvam (r.a):

“–Allah aşkına! Sen aramıza girme!” diye yemin edince Hz. Ali (r.a) geri durdu. Yâsir:

“–Hayber halkı iyi bilir ancak ben tepeden tırnağa kadar silahlanıp er meydanlarında dolanan Yâsir’imdir!” diye recez söyleyerek övünüyordu. Hz. Zübeyr’in annesi Hz. Safiye bint-i Abdulmuttalib (r.a):

“–Yâ Rasûlallah! Oğlumu öldürecek!” diye feryad edince Rasûlullah (s.a.v):

“–Hayır, inşaallah oğlun onu öldürecek!” buyurdular. Zübeyr (r.a) de:

“–Hayber halkı iyi bilir oysa ben de kuvvetli, adaleli, hiçbir kavimden yüz çevirip kaçmaz, kuvvetsizlik göstermez ulu bir kişiyimdir! Şöhret ve şereflerini koruyanların, bahtı açık şahısların oğluyumdur. Ey Yâsir! Kâfirlerin topluluğu seni aldatmasın! Onların topluluğu yavaşça çekilip giden serap gibidir!” recezini okuyarak ona doğru vardı. Çarpıştılar. Zübeyr (r.a), Yâsir’i vurup öldürdü.

Yahudi savaşçılardan Âmir, kocaman ve uzun boylu bir adamdı. Üstüne iki kat zırh giymiş, demirlere bürünmüş:

“–Karşıma çıkacak kim var?” diyerek haykırıyor, kılıcını sallayıp duruyor ve Müslümanlara saldırmaya hazırlanıyordu. Hz. Ali (r.a) onu karşıladı. Bacaklarına Zülfikâr’la vurup çökertti ve başını gövdesinden ayırdı.

Merhab’a gelince, kendisi Himyer Yahudilerindendi. Hayberliler içinde Merhab’dan daha cesaretli kimse yoktu. Kendisine bilerek kalenin başkanı ve kumandanı idi. Merhab, kardeşi Yâsir’in öldürüldüğünü görür görmez silahlanıp askerleriyle birlikte kaleden dışarı çıktı. Üstüne iki kat zırh giymiş, iki kılıç kuşanmış, başına da iki kat sarık sarınmıştı. Başına aspur boyasıyla boyalı Yemen işi bir miğfer, onun üzerine de yumurta biçiminde taştan oyulmuş ikinci bir miğfer geçirmişti. Merhab’ın karşı, benim diyen en babayiğit adam bile dayanamazdı. Son derece kızıp köpürmüş erkek deve gibi idi. Kılıcını sallayarak:

“–Hayber halkı iyi bilir fakat ben gelip çatan harplerin kızıştığı zamanlarda tepeden tırnağa dek silahlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab’ımdır! Ben, kükreyerek geldikleri zaman arslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir!” diyerek recez söylüyor ve övünüyordu. Hz. Ali de:

“–Ben o kadar bir kişiyim ama annem bana bana Haydar/Arslan ismini vermiş. Ben, ormanların devasa arslanı gibiyimdir! Sizi tamamen ve hızlıca tepeleyecek bir er kişiyimdir!” diye recez söyleyerek Merhab’ın karşısına durdu.

Aslında Merhab, o gece rüyâsında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü. Olur Ya de Allah Teâlâ, Merhab’a rüyâsını andırmak ve kalbine nefret yıkmak için Hz. Ali’ye böyle bir recez söyletmişti. Zira “Korkanın elinde silah taşımaya mecâl kalmaz” denilmiştir.

Hz. Ali (r.a) ile Merhab karşılaşıp birbirlerine kılıç vurdular. Hz. Ali (r.a), Merhab’ın tepesine kılıçla öyle bir darbe indirdi fakat kılıç Merhab’ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti, başını ikiye ayırdı, tâ dişlerine dek indi. Karargâhtakiler de kılıcın çıkardığı acı madenî sesi işittiler. Merhab, cansız olarak yere düştü. Hz. Ali (r.a) der ancak:

“Merhab’ı öldürdüğüm vakit başını Nebî Efendimiz’e getirip gösterdim.” (Ahmed, I, 111) Merhab ve Yâsir öldürüldüğü süre, Rasûlullah (s.a.v):

“–Sevininiz! Hayber işi bundan böyle rahatladı, kolaylaştı!” buyurdular. Hz. Ali (r.a) o gün yahudilerin önde gelen meşhûr simalarından sekizini öldürdü. Müslümanlar da hücuma geçerek yahudilerden savaşan birçok kimseyi öldürdüler. Geri kalanlar da bozguna uğrayarak kaçıp kalelerine sığındılar. Mücahidler de kaçan bu yahudileri peşine düşüp takip ettiler. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in haber vermiş olduğu gibi, Allah Teâlâ Hayber’in fethini Hz. Ali’nin eliyle müyesser kıldı.3

ALLAH YAHUDİLERİ YARDIMSIZ BIRAKTI

Hayber’deki kaleler bir bir us, Hayber’in kuzeyindeki Fedek ehli koşarak gelip sulh istediler. Savaşla alınmadığı için Fedek arazisi Nebî (s.a.v) Efendimiz’e bilerek idi.

sonradan Müslümanlar Hayber ile Teymâ arasındaki Vâdi’l-Kurâ’yı muhâsara ettiler. Burası birkaç köyden müteşekkil bir yerdi. Birkaç gün sonra onlar da teslim oldular. Teymâ halkı da sulh yaptı. Hayber, Vâdi’l-Kurâ ve Teymâ ahâlîsi topraklarında bırakıldılar. Mahsûlün yarısı kendilerine kalıyordu. Ancak Müslümanların, istedikleri vakit onları sürme hakkı vardı.

Hayber’de öldürülen Yahudilerin adedi 93’e ulaştı. Kadınları ve çocukları esir alındı.

Müslümanlardan 15 veya 20 birey şehit oldu. Yahudiler sağlam kalelerde, Müslümanlar açıkta olmasına rağmen Yahudilerden daha artı kişinin öldürülmüş olması, Allah Teâlâ’nın onları nasıl yardımsız bıraktığını göstermektedir.

PEYGAMBERİMİZ YARAYA ÜÇ KERE ÜFLEDİ

Yezîd bin Ebî Ubeyd (r.a) şöyle anlatır:

Seleme bin Ekvâ’nın bacağında bir darbe izi gördüm ve:

“‒Ey Ebû Müslim, bu darbe de nedir?” diye sordum. Seleme (r.a) şu cevâbı verdi:

“–Bu bana Hayber günü isabet eden bir darbedir. O zaman ırk: «–Seleme vuruldu» dediler. Hemen Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in yanına vardım. Yaraya üç defâ nefes ettiler, üflediler. O andan şu vakte dek buramda hiç rahatsızlık hissetmedim.” (Buhârî, Meğâzî, 38; Ebû Dâvûd, Tıb, 19/3894)

CENNETE YALNIZCA MÜSLÜMANLAR MI GİRECEK?

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte Hayber Gazvesi’nde idik. Müslüman olduğunu iddiâ eden bir kimse için, Efendimiz (s.a.v):

“–O, cehennem ehlindendir!” buyurdular. Savaş başlayınca o kimse kahramanca savaştı ve yaralandı. Ashaptan bazıları:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, eksik evvel cehennem ehlinden olduğunu bildirdiğiniz kimse korkusuzca savaştı ve öldürüldü!” dediler. Rasûlullah (s.a.v) yine:

“–Cehenneme (gitmiştir)” buyurdular. Bu cevap üzerine Müslümanlardan bazıları adeta şüpheye düşecekti. Tam o esnâda Efendimiz’e:

“–O kimse demin ölmemiş, oysa ağır şekilde yaralanmış!” diye haber geldi. Gece olunca adam yarasının acısına dayanamadı. Kılıcının bariz tarafını alıp üzerine yüklendi ve intihar etti. Şart kendisine haber verildiğinde Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Allahu ekber! Şehâdet ederim ancak ben Allah’ın kulu ve Rasûlüyüm!” buyurdular. daha sonra Hz. Bilâl’e insanlar içinde şöyle duyuru etmesini emrettiler:

“Cennete yalnizca Müslüman olan kimseler girecektir. Şurası belli oysa Allah bu dîni fâcir bir kimse ile de kuvvetlendirir.” (Buhârî, Cihâd, 182; Meğâzî, 38; Kader, 5; Müslim, Îmân, 178)

Dipnotlar:

1 Ahmed, I, 99, 133; Heysemî, VI, 124; Diyârbekrî, II, 49; Halebî, II, 735. 2 İbn-i Esîr, Kâmil, II, 220; İbn-i Kesîr, Bidâye, IV, 186; Diyârbekrî, II, 49. 3 Bkz. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 9; Cihâd 102, 143; Müslim, Fedâliü’s-Sahâbe, 33-34; Ahmed, I, 99, 111; II, 384, 385; IV, 52; V, 333, 354-359; Hâkim, III, 38-39; Heysemî, V, 150; VI, 124, 150-153; Beyhakî, Sünen, IX, 132; Delâil, IV, 205-210; Vâkıdî, II, 653-657, 687 İbn-i Sa’d, II, 110-112; İbn-i Abdilberr, İstiâb, II, 787; İbn-i Esîr, Kâmil, II, 219-220; İbn-i Seyyid, Uyûnu’l-eser, II, 133-135, İbn-i Kesîr, IV, 185-189; Zehebî, Megâzî, s. 339-340; Diyârbekrî, II, 49-51, Halebî, II, 734-738; Süheylî, Ravdu’l-ünüf, VI, 560-566; Taberî, Târih, III, 93-94.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/hayberin-fethi-nasil-gerceklesti.html