Mekke devrinde zâlim müşrikler tarafından zulme uğrayan Müslümanların çetin imtihanı ve
Mekke devrinde zâlim müşrikler kadar müslümanlara pek çok zulmedildi ama, bir takım müslümanlar şu vesveseye kapıldılar:
–Allâh’ın indirdiğini inkâr edenler; sere serpe yaşıyor, huzur içinde belde belde dolaşıyorlar. Bizler ise; Allâh’a kul olduğumuz hâlde, her türlü ızdırap ve cefâya mâruz kalıyoruz. Allâh’ın düşmanları, dünya bolluğu içinde yüzerlerken; biz, adeta istek ve sıkıntıdan öleceğiz. (Hâlbuki, onlar hileli, biz ise hak üzere yok miyiz?)
Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu:
“İnkârcıların (huzur içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın!
Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!” (Âl-i İmrân, 196-197)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına aynı. O birey parmağının (denizden) ne kadarcık su ile döndüğüne bir baksın.” (Müslim, Cennet, 55)
Âhiretin sonsuzluğu aleyhinde, dünyanın zerre bile olmadığının ne güzel bir ifadesi…
Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz sıkça tekrarlardı:
“Ey Allâh’ım! Esas hayat, yalnız âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)
Dünya hayatında bu hakikati seziş;
Varlıkta şımarmamaya, yoklukta da kanaat ehli olmaya bağlıdır.
Rasûlullah Efendimiz’in vefâtından sonraki bir zamandı. Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh-’a ait 700 deveden oluşan büyük bir kervan Medine’ye gelmişti. İçinde her türlü ihtiyaç maddesi vardı. Tüm şehir âdetâ kervanın sesiyle inliyordu.
Hazret-i Âişe bu sesi işitti ve;
“–Bu nedir?” diye sordu.
Anlattılar. Bunun üstüne Âişe -radıyallâhu anhâ- dedi fakat:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle derken işittim:
“Abdurrahman bin Avf’ın cennete emekleyerek girdiğini gördüm.”
Bu söz Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh-’a ulaşınca Hazret-i Âişe’ye koşarak, duyduğu bu sözün içten olup olmadığını sordu. Doğru olduğunu öğrenince de;
“Seni Allâh’a şâhit tutarım fakat; o kervanı tüm yükleriyle, develerin semerlerine varıncaya kadar Allah yolunda bağışladım.” dedi. (Ahmed, XLI, 337; Heysemî, Keşfü’l-Estâr an Zevâidi’l-Bezzâr, III, 209)
Abdurrahman Hazretleri bu infâkıyla, mahşer gününün sıkıntılarını hafifletebilmeyi istek etti.
Muhammed Pârisâ Hazretleri, bu mevzuda Peygamberimiz’den aktarılan şu rivâyete yer vermektedir:
“O gece (Mîrâc Gecesi’nde) Abdurrahman bin Avf’ı gördüm. Cennete, oturduğu yerde emekleyerek giriyordu. Ona dedim ama:
«–Neden bu dek ağır geliyorsun?»
Dedi ancak:
«–Yâ Rasûlâllah! Malımın hesâbı dolayısıyla, çocukları bile ihtiyarlatacak değin ağır sıkıntılar geçirdim. Pek ki, bir daha sizi göremeyeceğimi zannettim…»” (Muhammed Pârsâ, Faslu’l-Hıtâb, s. 403)
Bu ifadelerden, mü’minin çalışıp kazanmasının yanlış olduğu neticesi çıkarılmamalıdır. Bilâkis, gücü yeten bir mü’minin; kendisinin ve iâşesiyle mükellef olduğu şahısların nafakasını galip gelmek için çalışması ve başkalarına tartma olmaması gereklidir.
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-; “Biz tevekkül ehliyiz.” diyerek, mescidde gelen gidenin sadakasıyla geçinmeyi alışkanlık hâline getirenleri;
“–Siz teekkül ehlisiniz! (Hazırlanmış yiyicilersiniz!)” diyerek dağıtmıştır. (Bkz. İbn-i Ebi’d-Dünyâ, et-Tevekkül, s. 45, thk. Câsim Süleyman el-Füheyd ed-Devserî, Beyrut 1407/1987)
Aramak ki;
Mü’min;
Çalışacak, kazanacak, imkânı varsa fabrika kuracak vesair gelir vesilelerine başvuru edecek, lâkin Riyâzat hâlinde, mütevâzı yaşayacak ve İhtiyacından fazlasını infâk edecek.Âyet-i kerîmede buyurulur:
“…Sana neyi infâk edeceklerini soruyorlar.
De ki: «İhtiyaç fazlasını!»” (el-Bakara, 219)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Sene: 2021 Ay: Kasım, Sayı: 201