İnsan ve güzel kul olma eğitiminin olmazsa olmaz şartı mekân, vakit ve kalp birlikteliğidir. Buna muvaffak olanlar iki dünyada saadeti bulurlar.

Yakın zamanda yaşamış Hak dostlarından birisi “gün gelecek teknik kerameti aşacak” dermiş. Bugün teknolojinin geldiği seviyeye baktığımızda o günleri yaşadığımızı düşünebiliriz. Teknolojinin kerameti aşması vahim yok; korkunç olan, insanların teknolojinin her şeye muktedir olduğuna dair yaşadıkları büyülenmedir. Teknolojinin uzakları yakın eden, şarktan garba bambaşka mekânları tek bir cama sığıştıran özellikleri insanların aklını başından alıyorsa orada kalpleri ihyâ edecek bir iklimin oluşması zordur, çünkü makine öğrenmesi, görmesi ve işitmesine atfedilen ağırlık ve bu şekilde ortaya çıkan büyülenme kalbin eğitiminin önünde bir perdedir.

Yaşadığımızın adını içten koyalım; bugün teknoloji gözleri ve daha acısı özleri kesif bir katman ile örtmüştür. Bu katman teknolojinin her şeye kadir olduğuna dair zandan besleniyor. Çağın insanı bu zan ile istediği bilgiye erişebilme becerisinin hikmete ve olgunluğa kâfi geleceğini vehmediyor. Aslında bu vehimden öte bir gaflettir, zira cihaz öğretebilir ama eğitemez. Eğitmek ancak insandan insana gerçekleşen bir keyfiyettir; bu da eğitici ile eğitilen aralarında kaliteli, manalı ve uyumlu bir beraberlik gerektirir. Maiyet diye ifade edebileceğimiz bu beraberlik yalnızca zihnî yok kalbî bir paydada buluşmayı sağlar. Bugün cihaz ile elde edilenin, maiyet ile elde edilenin yerini ikame edeceği zannı büyük bir tuzaktır. Bu camın canla değiştirilmesidir. Camın cana tercih edildiği bir yerde ne kalbin eğitimine yol bulunur, ne de kalbî olunur.

EKRAN KALBİN GIDASINI NE DEK TEMİN EDEBİLİR?

Ekran data elde etmek ve öğrenmek için bir alternatif olabilir, fakat kalbin gıdasını ne kadar temin edebilir? Bu soru salgın şartlarında eğitim, öğretim ve sohbetlerin ekranlara kaymasından dolayı fazla dikkate alınmadı. Başka alternatif yoktu ve anında herkes buluşma, sohbet ve eğitimlerden hâsıl olacak faydayı gerekli olarak camdan cama yapılan faaliyetlerle elde etmeye çalıştı. O sürecin başında, gerçeğinin sürekli tesiri yüzünden kısmi bir memnun etme olduysa da sonradan gerçeğin tesiri kaybolunca sanalın hakikisinin yerine geçemeyeceği görüldü. Fakat buna rağmen sürecin normale dönmeye başladığı bu zamanda sanalı bırakıp aslına dönmek kimilerine baskı geliyor. Kalbin gıdası sanaldan elde edilemez. Kalbin gıdası camdan cama değil candan cana bir eğitim iklimine dâhil olmakla elde edilir.

KALBİN DEVASI

Kalbin devası oysa başka bir kalptedir. İnsanı ancak insan yetiştirir. Alet kapı açabilir, başkaları ile kalbî buluşmanın vesilesi olabilir, ama neticeye erdirecek olan kalbin kalple buluşmasıdır. Bu da insanın insanı görmesi ile başlar. Bakmak kalp ile görmektir. Görebilen kalptir, görülen de kalptir. Bir kez kalp fark etti ve görüldü mü, bundan böyle sonrası kaliteli birliktelikler ile muhabbetteki sırra kalmıştır. Oradan insanın manevi yücelişinin yolu açılır. Makine gözü, zihni etkileyebilir, fakat kalbi harekete geçiremez, çünkü o hareketi başlatacak kıvamdan yoksundur. Kıvama gelmesi gereken zihin yok kalptir. Yürek ama başka bir kalbin yardımıyla harekete geçebilir. Alet kalbin gıdasını veremez. Kalbin gıdası diğer bir kalple kuracağı sevgi temelli ve kulluk eksenli maiyettedir.

İLK DERS

Hira’da vahyi başlatan birincil ders yüz yüzeydi. Öğretmen ve öğrenci buluşması somut bir mekânda gerçekleşti. Tanık olunan mahza hakikatti. Bunu tasdik edecek garip bir deneyim Hz. Cibril’in “Okuma bilmem” diyen muhatabını üç kere takati kalmayıncaya değin sıkmasıydı. Benzeri bu tecrübe yüz yüze eğitimin sadır sadıra bir sızıntı olduğunu ihtar eden bir hatırlatmaydı. İşte ilk dersi “Oku” olan ve kıyamete kadar devam edecek bir ders halkasının temeli böyle bir ihtarla atıldı. Dersin muhtevası ötelerdendi, ama o muhtevanın kalbe akıtılması ile gerçekleşen eğitim yüz yüzeydi, gerçekti; uzaktan ve sanal değildi.

Hira’da alınan eğitim Dâr’ül-Erkam’da müstait gönüllere açıldı. İslam dairesine adım atanlar iman heyecanını Erkam’ın evinde tattılar. Buradaki eğitim de yüz yüzeydi. Fahr-i Zîşan’ın halkası keza zihinleri hem kalpleri doyurdu. Zihnin ve kalbin birleştiği yerden bir karakter ve şahsiyet kıvamı yeşerdi. O kıvam, tüm çağlara model olacak İslam insanının kıvamıydı. İlk tür işte bu eğitim ile Mekke’deki iman heyecanının müşahhas örneklerini oluşturdu. Kıyamete dek numune olacak insanların eğitimi yüz yüzeydi, gerçekti; uzaktan ve sanal değildi.

EĞİTİMİN MERKEZİ

Medine’de mescid hayat boyu eğitimin merkeziydi. Mekke’de başlayan talim ve nezaket kardeşlik iklimi ile şenlenmiş Medine’de tıpkı devam etti. Öncü İslam insanını yapı eden eğitimin amacı yeniden kalbin ve zihnin buluştuğu yeri yeşertmekti. Bu sefer eğitim daha umumi ve geniş halkalara verildi. Aynı yerde bulunmak, aynı havayı solumak ve aynı vakti paylaşmanın bereketi kalbi birlikte atan yıldızlar doğurdu. Çünkü “tevhid-i efal tevhid-i kulûbu doğurur”du. Benzer mekânı, benzer telaşı ve benzer eğitimi paylaşanlar, bir müddet daha sonra benzer frekansta çarpan, aynı hedef ile gözleri parlak kalplere sahip oldular. En kutlu sözün kendisine indiği merkez kalp o kalpleri aldı, kendi şevk ve gayretinin şubeleri yaptı. O şubeler daha sonra yerlerinde duramadı, dünyanın dört bir tarafına dağıldı ve her gittikleri yerlerde merkez kalbi çoğalttı. Verdikleri eğitim yüz yüzeydi, gerçekti; uzakta ve sanal değildi.

OLMAZSA OLMAZ DURUM

İnsan ve güzel kul olma eğitiminin olmazsa olmaz şartı mekân, vakit ve yürek birlikteliğidir. Buna muvaffak olanlar iki dünyada saadeti bulurlar. İki dünyada saadet, burada akleden kalbe erişmek, orada ise kalbi arı ve duru bir şekilde sahibine teslim etmektir. Akleden kalp, arı duru kalplerin birlikteliğinde yaşam bulur. Oraya asıl rengi birbirlerinin manevi nasipleri ile birbirlerini besleyen sâlih ve sadıklar verir. Salih ve sadıklarla maiyet tıpkı âlemlere rahmet Peygamberimizin maiyeti gibi erdirici ve oldurucu bir tefeyyüz atmosferidir. O atmosferde nazar şifa, laf derman, sükût ibrettir. O atmosferde kalbinin eğitimini hayatının birinci gayesi hâline getirenler bazen bakışarak, bazen konuşarak, ara sıra dinleyerek, ama hep vicahi olarak kalplerinin gıdasını alır, nihayetinde tıpkı sahabi gibi Hâlık’a tazim ve mahlûka şefkat hisleri ile dolarlar.

ONUNLA BERABER OLANLAR

Akletmeyi zihnin ve mantığın sınırlarına hapsedenler makinelerin verdiği eğitimi yeterli görebilirler. Ama akletmek kalbe hasredilmesi gereken bir fiildir, çünkü bedenin merkezi kalptir. Zihni ihmal etmemek, ama kalbi umursamak gerekir. Kalbi umursamak, hayatı kalbin merkezinde olduğu bir hayata dönüştürmek, bir öteki ifade ile “kalbî elde etmek”tır. İnsanlığın bu zamana dek gördüğü ve bundan sonradan da benzerlerini göremeyeceği en esaslı adamlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanına yöresinde yetişen sahabi efendilerimizdir. Kur’ân-ı Kerim’in bu nesli anlatırken kullandığı ifade “O’nunla beraber olanlar” şeklindedir. Rasûlullah Efendimiz’le birlikte zikredilen neslin en fârik vasfı maiyet ya da beraberlikleridir. Beraberlik bedensel birliktelik olarak başlar, daha sonra zihnî beraberliğe dönüşür. Nihayeti ve ideali kalbi beraberliktir ama bu da halkayı en başa bağlar; kalpleri birlikte atanlar benzer işlerde, benzer dertlerle mesai yapan ve benzer hedefle gözleri ışıldayanlardır.

KALBİN EĞİTİMİ

Kalbî olan mantığın ve zihnin tekdüze dünyası ile iktifa edemez. Us sınırlıdır, haddini bilmesi gerekir. Zihni serkeşlik ve hevâîlikten kurtaracak olan algoritmalar, formüller ya da diğer zihinlerin cambazlıkları değil arı duru kalplerin birlikteliği ile oluşan talim ve nezaket ortamıdır. Hiçbir makine feyzi pikseller biçiminde iletemez, hikmeti ikili kodlara dönüştüremez, kalbin dilini çözemez. Kalbi yaratan, onu alıp arı duru bir kıvama eriştirmeyi fakat diğer bir kalbin sahibine lütfetmiştir. O kalbin sahibi ise buna yine bir diğer kalbin maiyetine girerek muvaffak olmuştur. Bu şekilde 14 yüzyıl öncesine dışarı giden bir silsile veya kalp zincirinin başlangıcında Âlemlere Rahmet Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem vardır. Kendisine ve yoluna kurban olduğumuz o güzeller güzelinin kalbini ise Rabbimiz bana kalırsa ve Hz. Cibril vasıtası ile eğitmiştir. Hepimizin kalbinin tabi olduğu o merkez yürek kendisine Kur’lahza’ın indiği kalptir. Kur’an 23 sene her tarafında o kalbin her atışına müdahale etmiş, frekansını ayarlamış ve nihayetinde ulu bir ahlâkın kaynağı ve en hoş örneğine dönüştürmüştür. Bugün insanlık, olgunluk ve kusursuzluk hedefleyen herkesin önünde diz kırıp kalbini açması gereken yürek işte bu merkez kalptir. Eğitim, o kalbin “sıcak zinciri” ile bugüne erişmiş Yargı dostlarının kalplerinin verdiği eğitimdir. Eğitim bir yürek kıvamına erişme çabası ise bu ama kalpten kalbe akışlarla gerçekleşebilir. Makine öğretebilir, ama kalbi eğitecek olan oysa başka bir kalptir.

Kaynak: Mehmet Köprülü, Altınoluk Dergisi, Sayı: 427

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kalbi-egitmek.html