Kalbin manevi hastalıkları nelerdir? Kalplerin manevi hastalıkları ve tedavisi.

Hastalıklı ve gafif bir kalbe sahip olanlar, sıhhatli ve ölü olan kalpler aralarında mutavassıt bir mevkîdedirler. Böylelerinin hâli, fiziksel olarak hasta insanların felakete uğramış hayâtına benzer. Ne dünyevî hayatlarında bir âhenk ne de içlerinde bir refah vardır. İç âlemlerindeki belirsizlik dış âlemlerini, dış âlemlerindeki ahenksizlik de iç âlemlerini menfî etki altında bırakır. Dimağlarındaki karışıklık, tüm hâl ve hareketlerine sirâyet eder. Değişkenlik, kararsızlık ve kararsızlık girdaplarında bocalayan bu herif hasta ve gâfil kalpler; cehâlet, şehevât ve ihtirasları sebebiyle bilumum ahlâksızlıklara düşme ihtimâliyle her lahza aleyhinde karşıya bulunmak gibi mânevî illetlere mübtelâdırlar.

Âyet-i kerîmede bu zümre hakkında Cenâb-ı Adalet:

“Onların kalplerinde hastalık vardır, Allâh da onların hastalıklarını artırmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle, onlar için elîm bir cefa vardır.” (el-Bakara, 10) buyurmuştur.

KALPLERİN MANEVİ HASTALIKLARI

Şüphe; bir hakîkat dalına konamamak sûretiyle, feyizli bir rûhânî hayattan mahrum kalma hastalığıdır ki, kalblere mânen ölüm sancıları getirir. Tekrar kalbi tatmîn edecek îmânî istikrardan mahrûmiyet, onları dâimî bir tedirginlik hastalığına mübtelâ kılar. Cehâlet; hakîkatten mahrûmiyetin ıztırabını dahî bilemeyecek derecede körlük, zavallılık, acı ve karanlık doymuş bir yoldur. Bu hâl kendilerini istîlâ ederek, onları sonu mutlak hüsrân ve facia olan bir yolda yürütür. Şehevât ve ihtiraslar; kalbin rikkatini kaybederek duyarsızlaşması netîcesinde, doymak bilmeyen arzuların tahakkümü aşağı bulunması hastalığıdır. Bir nevî emel çılgınlığıdır ama, sükûnet bulacağı ve karar kılacağı yegâne yer, selvilerin koyu gölgeleri altındaki kabristanların kara toprağıdır. Ahlâksızlık; kalbin mânevî kanseridir. Vaktinde tedâvî görürse Allâh’ın izniyle şifâ bulunabilir. Kalbin dehşet bir hastalığı da katılıktır fakat zarîf ve latîf neşvelerin, insânî duyguların ve rûhânî akislerin nârin temaslarını duyamamak mahrûmiyetidir. Böyle kalpler, itaat tanımaz, irşâd sesi dinlemez, inilti-feryâd duymaz, acıma ve şefkat nedir bilmezler. Taşlar bile bu kalblere nazaran daha yumuşak, daha sıcak ve şirin kalır.

Cenâb-ı Adalet Kur’ân-ı Kerîm’de bu hakîkati şöyle ifâde buyurmuştur:

“...(Ne var ama) bunlardan sonradan yeniden kalbleriniz katılaştı. Bundan Böyle kalbleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var oysa, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allâh korkusuyla yukarıdan aşağıda yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir.” (el-Bakara, 74)

Âyet-i kerîmeden anlaşılacağı üzere kalbin katılığı, Allâh’ı hatırından çıkmak ve ilâhî hakîkatlerle uzun bir vakit ünsiyetten mahrum kalmanın tabiî bir netîcesidir. Diğer bir âyet-i kerîmede de Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“Allâh’ı zikretmek husûsunda kalpleri katılaşmış kimselere yazıklar olsun. İşte onlar anlaşılır biçimde bir sapıklık içindedirler.” (ez-Zümer, 22)

Hasta ve gâfil kalplerle yapılan ameller, Adalet katında kıymetini kaybeder. Kalbler, Hak nûruyla aydınlanmadıkça körleşir ve hissizleşir. Kâinattaki ilâhî esrârı fâş eden binbir nakışı ve kevnî âyetleri göremez hâle kazanç. Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Adalet:

(Ey Habîbim! Sana karşı gelenler) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? (Şayet ibret nazarıyla dolaşmış olsalardı), düşünebilecekleri (hissedebilecekleri) kalbleri, işitebilecekleri kulakları olurdu. Reel şu fakat gözler âmâ olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler âmâ olur.” (el-Hacc, 46) buyurmakla ibret nazarlarının kalbler için ihyâ edici bir uyarıcı mevkiinde bulunduğunu beyân etmektedir. Kalbin nûruyla bakmadıkça, göz penceresi bir işe yaramaz. Zîrâ buharlı bir camın ardından net bir bakış bakmak mümkün değildir.

MANEVİ KALP HASTALIKLARININ TEDAVİSİ

Kalbin ihmâl edilen minik hastalıkları dahî, telâfîsi muhtemel olmayan büyük kayıplara ve hattâ onun mânen ölümüne sebebiyet verebilir. Bu sebeple kalplerin, büyük bir îman titizliği içinde muhâfaza edilerek, Allâh’ın irâdesine teslîm olması zarûrîdir. Cenâb-ı Hakk’a bütün mânâsıyla teslîm olmuş bir insanı, Yaratan’ından diğer sevk ve idâre edecek hiçbir zorlama yoktur. Şu hadîs-i şerîf, kalbi muhâfazanın zarûretini ne güzel ifâde eder:

“Haberiniz olsun oysa insanda bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün cisim iyi olur; o bozuk olursa bütün cisim bozuk olur. İşte o, kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39)

Bu dünyâ, Cenâb-ı Hakk’ın sınav ve teklîf sahrâsıdır. Üzerinde türlü türlü sınav rüzgarları esmekte ve insan kalbini dağıtılmış tesirler aşağı tutarak, bir o yana, bir bu yana sürüklemektedir.

Dünyânın imtihân mekânı olarak takdîr edilmesinin tabiî bir netîcesi olarak cereyân eden birbirine zıt vukûat fırtınalarının kalbi, bir kuru yaprak gibi önüne katıp sürüklememesi için, onun bu tesirlerden muhâfaza edilmesi zarûrîdir. Bu itibarla da kalbi, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî nusret ve muâveneti cihetinden esen tatlı meltemlere teslîm etmek îcâb eder. Bu da oysa Allâh’a ilticâ etmek, O’nun emir ve nehiylerine itaat ve teslîmiyet göstermekle mümkündür.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları

KALP NASIL TEZKİYE EDİLİR?

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kalbin-manevi-hastaliklari.html