Kalem Suresi 20. ayeti ne anlatıyor? Kalem Suresi 20. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kalem Suresi 20. Ayetinin Arapçası:

فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ

Kalem Suresi 20. Ayetinin Meali (Anlamı):

Sarıverdi de, bahçe tamâmen yanarak simsiyah bir kül yığını hâline dönüverdi.

Kalem Suresi 20. Ayetinin Tefsiri:

“Bahçe sahipleri” kıssasında anlatılan esas mevzu, Allah’a aleyhinde nankörlük yapan, malını hayır yolarında harcamaktan sakınan, fakirlerin ve yoksulların hakkını vermeyen kimselerin akıbetini beyândır. Bu kıssada dinleyicilerin veya seyircilerin ilgilerini çekecek pek canlı sahneler dikkatlere sunulmaktadır:

Birinci sahne: Bu sahnede “bahçe sahipleri”nden söz edilmektedir. Bununla ilgili bilinen rivayetlerin özeti şudur: Yemen’de San’a’ya yakın Savran denilen yerde sâlih bir adamın güzel bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan fakirlerin ve yoksulların hakkını verirdi. Derken adam vefat etti. Bu tahvil da çocuklarına kaldı. Onlar ise insanların ondan faydalanmasına engel oldular ve üzerlerine düşen Allah hakkını ödemediler. Neticesi de Allah Teâlâ’nın haber verdiği cezaya uğradılar. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 77)

Şimdi karşımızda bahçe sahipleri var. Bunlar bazı kolay ve bedevi ruhlu halk müziği. Us ve hareketleri bakımından sade ve saf köylü takımına benziyorlar. Bunlar bu vasıflarıyla, ruh yapıları az önce fazla artı karışık olmayan, yaşantıları sade ve iptidai bir yapıya sahip olan Mekke müşriklerini yansıtıyorlar. görünüşe göre bunların devşirilmeye hazırlanmış bir bahçeleri var. Bu bahçe hakkında aralarında fısıldaşıyorlar, el altından konuşuyorlar. Babalarının yaptığı gibi fakirlere bir pay ayırmayı hiç düşünmüyorlar: “Yarın belirli bahçemize gidelim, onu devşirelim, fakirlere de haber vermeyelim” diyorlar. Allah’ı da hiç hesaba katmıyorlar, “İnşâallah: Allah dilerse, Allah nasib ederse” de demiyorlar. Veya bahçenin bütün ürününü sadece kendileri için devşirmeyi planlayıp, fakirlerin haklarını istisna etmiyorlar. Sabah yapacakları işlerini böylece kararlaştırdıktan sonra uykuya dalıyorlar. Onları derhal, her gafil kimsenin yaptığı gibi, Allah’tan ve O’nun azabından güvenlik içinde horul horul uyur halde seyrediyoruz.

İkinci sahne: Onlar uyumaya devam ediyorlar fakat Allah Teâlâ açıkgöz bulunmaktadır. Onu katiyen bir uyku ve uyuklamanın tutması olası değildir. Allah Teâlâ onların, akşam yatmadan önce arasında yaptıkları konuşmadan ve verdikleri karardan hoşnut olmuyor. Bilakis onlara gazap buyurarak geceleyin bir afetle bahçelerini yakıp yok etmeyi murad ediyor. Kuşkusuz O, murad ettiği her şeyi yapmağa kadirdir: Zaman gece ve biz o güzelim bahçenin yanındayız. Görebildiğimiz kadar onu görüyoruz. dahası bakıyoruz bahçeye bir felaket geliveriyor. Bahçenin bulunduğu vadiden bir ateş çıkıyor ve bahçenin her tarafını sararak kökünden yakıp kavuruyor. Biz derhal o bahçenin meyveleri indirilmiş, mahsulatı biçilmiş, her şeyi yanıp simsiyah olmuş, hiçbir faydası olmayan kumluk bir araziye döndüğünü yakînen görüyor ve biliyoruz. Fakat bahçe sahipleri... Onların bu olup bitenlerden haberleri yok. Bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Etsinler bakalım sonuç ne olacak?

Üçüncü sahne: Evet, gece sona eriyor, sabah oluyor. Adamlar uykularından uyanıyorlar. Gözlerini ovuştura ovuştura yataklarından kalkıyorlar. Yatarken verdikleri kararlarında bir değişim değil. Bilakis azimleri daha da bilenmiş. Uyku faslından sonradan yorgunlukları gitmiş; dinçlikleri ve neş’eleri de yerinde. Birbirlerine sesleniyorlar: “Eğer mahsullerinizi devşirecekseniz erkence koşun!” Mahsullerin kendilerine ait olduğunu sanıyorlar ve ona içten düşman üzerine gider gibi hırsla gitmeyi planlıyorlar. Anında yerlerinden fırlıyorlar. Derhal onların, bahçelerine doğru seri adımlarla koşar gibi yürüdüklerini görüyoruz. Yürürken de aralarında fısıl fısıl bir şeyler konuştuklarını hissediyoruz. Fakat ne konuştuklarını anlayışlı olmak pek baskı. Kimse duymasın diye seslerini kıskanır bir şekilde epeyce yavaş konuşuyorlar. Biz de onların ne konuştuklarını anlayışlı olmak için sözlerine kulak kesiliyoruz. Nihayet anlıyoruz ancak şöyle diyorlar: “Sakın bu gün karşınıza hiçbir yoksul çıkıp, oraya girmesin!” Onlar kendi zanlarınca fakirleri o bahçenin hayrından men edebilecekleri umuduyla, “biz bu bağı devşirmeye ve fakirlere vermemeğe kadiriz” diyerek hızlı ve neş’eli bir şekilde çekip gidiyorlar. Halbuki güçleri ama kendilerini hayırdan engellemeye yetiyordu. Lakin bunu yakında bileceklerdi.

Dördüncü sahne: Derhal biz, o bahçe sahiplerinin bilmedikleri şeyi biliyoruz. Evet biz, gecenin karanlığında uzanan o sıcacık ve görünmez eli gördük. Bahçenin tüm meyvelerini yok ettiğini seyrettik. O dehşet ve solgun kesici kudret elinin ansızın meyveleri kökünden kesip attığını gördük. Adamlar hırsla ve inatla yürüyorlar. Nihayet bahçelerinin yanına ulaşıyorlar: O da ne!... Yanmış, simsiyah indirilmiş bir arazi! Şaşırıp kalıyorlar. Ilk Kez: “Bizim meyve yüklü bahçemiz bu olmasa lüzum. Yolu yitirdik, hatalı geldik illaki!” diyorlar. Daha Sonra dönüp en ince ayrıntısına kadar bakıyorlar. Hayır, hayır! Hatalı gelmemişlerdi, yolu da şaşırmamışlardı. Lakin bahçeleri yanıp kül olmuştu. Bu Nedenle yoksun bırakıldıklarını; fakirler hakkında kurdukları aldanma ve oyunlarının kötü akıbetine uğradıklarını ayrıntılarıyla anlıyorlar. Hayalleri suya düşüyor, ümitleri kesilip ye’se kapılıyorlar. Son derece pişman oluyorlar. Biz de onların pişmanlıklarını izliyoruz.

Beşinci sahne: Bu kişilerin aralarında aklı erer insaflı biri var. görünürde o, bunların görüşünde değil. Lakin görüşünde yalnız olunca onlara adapte etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla onların başlarına gelen bunun başına da geldi. Bu adam onlara evvelden nasihat ettiğini: “Tesbih etse idiniz! Allah Teâlâ’nın yüceliğini taNisânız, O’nun noksandan münezzeh bir sübhân bulunduğunu, hâkimiyetini kimseye vermeyeceğini, alçaklığı, haksızlığı, tahakkümü sevmediğini bilseniz, hakkı gözetseniz, istisna yapsanız da istibdada sapmasanız” dediğini anlıyoruz. Ama o zaman onu dinlememişler, bildiklerini yapmışlar, Allah da onlara bildiğini yapmıştır. Ama o zat şimdi, daha önce onlara söylediklerini bitmiş hatırlatarak intibaha gelmelerini arzu ediyor. Pek de oluyor. Bakıyoruz adamlar felaketi gördükten sonra, akıllılarının da ikazıyla intibaha geliyorlar. Allah’ı tenzih ediyorlar, kendilerinin hileli olduğunu; düşüncesiz ant, istisnayı terk ve fakirlere bakmamağa azmetmekle nefislerine yazık ettiklerini itiraf ediyorlar. Yaptıkları kusurları dile getirip birbirlerine pişmanlıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini kınıyorlar. Nihayet şu karara varıyorlar: “Eyvahlar olsun bize! Bizler hakikaten azgınlar imişiz. Cezayı yargı etmişiz. Tüm kusur bizim. Rabbimiz ise tüm kusurlardan münezzeh. Biz de O’nun kuluyuz. Böyle bir Rabbimiz varken, biz de O’nun kuluyken neden ümidimizi keselim, niçin tevbe ile O’na yüz tutmayalım? Hatalarımız sebebiyle o bahçeyi elimizden çıkardık ise, biz ihlas ile O’na yüz tuttuğumuz takdirde O bize daha hayırlısını ve daha iyisini verebilir” diyorlar. Allah’tan daha iyi bir bahçe hatta her türlü bela ve felaketten azade olan âhiret cennetini istiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, tüm varlıklarıyla Allah’a yöneldiklerini; bütün rağbetlerini münhasıran O’na çevirdiklerini; yalnızca O’nun rızâsına ermek, bundan böyle her zaman O’nun için hedeflemek iştiyakında olduklarını ifade ediyorlar: “Biz artık Rabbimizi, O’nun hoşnutluğunu arzuluyoruz! Verir vermez, alır almaz biz ona karışmayız. Biz fakat O’nun rızâsını isteriz” diyorlar.

Son sahne: Dünya azabı böyledir. Bilenleri, anlamak ve iyi anlamak kabiliyetinde olanları böyle dünyada uyandırır, yola getirir, hakka teslim ettirir; daha büyük tehlikeden korunmasına ve daha büyük hayra ermesine sebep olur. Allah Teâlâ’nın bela vermesinin, acı azab ile cezalandırmasının hikmeti de budur. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Âhiret azabı mala değil canadır. Geçici yok ebedîdir. O bir defa başa geldikten sonradan intibahın faydası yoktur. İntibah arttıkça onun şiddeti artar.  Âhiret azabı sondur, o tecrübeye gelmez, artık bütün tecrübeler onda halsiz, neticesini vermiş olur. Keşke ırk bu gerçeği bilip uyansalar, Allah’a dönseler, O’na reel anlamda kulluk etseler. Bu bahçe sahiplerinin, fakat felaket geldikten sonradan intibaha geldikleri gibi, bunlar böyle bir akibete uğramadan ve hatta âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden intibaha gelseler kendileri için fazla daha şanslı olacaktır.

Çünkü:

Kalem Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kalem Suresi 20. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kalem-suresi-20-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html