Kalem Suresi 22. ayeti ne anlatıyor? Kalem Suresi 22. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kalem Suresi 22. Ayetinin Arapçası:

اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ

Kalem Suresi 22. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Haydin” dediler, “madem devşireceksiniz, erkenden ekinini­zin başına gidin!”

Kalem Suresi 22. Ayetinin Tefsiri:

“Bahçe sahipleri” kıssasında anlatılan esas mevzu, Allah’a aleyhinde nankörlük yapan, malını hayır yolarında harcamaktan sakınan, fakirlerin ve yoksulların hakkını vermeyen kimselerin akıbetini beyândır. Bu kıssada dinleyicilerin veya seyircilerin ilgilerini çekecek öyle canlı sahneler dikkatlere sunulmaktadır:

Birinci sahne: Bu sahnede “bahçe sahipleri”nden söz edilmektedir. Bununla ilgili aşina rivayetlerin özeti şudur: Yemen’de San’a’ya yakın Savran denilen yerde sâlih bir adamın hoş bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan fakirlerin ve yoksulların hakkını verirdi. Derken adam vefat etti. Bu senet da çocuklarına kaldı. Onlar ise insanların ondan faydalanmasına engel oldular ve üzerlerine düşen Allah hakkını ödemediler. Neticesi de Allah Teâlâ’nın haber verdiği cezaya uğradılar. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 77)

Şu Anda karşımızda bahçe sahipleri var. Bunlar bir takım basit ve bedevi ruhlu ırk. Hafıza ve hareketleri bakımından sade ve saf köylü takımına benziyorlar. Bunlar bu vasıflarıyla, ruh yapıları hemen şimdi fazla pozitif karışık olmayan, yaşantıları sade ve iptidai bir yapıya sahip olan Mekke müşriklerini yansıtıyorlar. anlaşılan bunların devşirilmeye hazırlanmış bir bahçeleri var. Bu bahçe hakkında arasında fısıldaşıyorlar, gizlice konuşuyorlar. Babalarının yaptığı gibi fakirlere bir pay ayırmayı hiç düşünmüyorlar: “Yarın muhakkak bahçemize gidelim, onu devşirelim, fakirlere de haber vermeyelim” diyorlar. Allah’ı da hiç hesaba katmıyorlar, “İnşâallah: Allah dilerse, Allah nasib ederse” de demiyorlar. Ya Da bahçenin tüm ürününü yalnızca kendileri için devşirmeyi planlayıp, fakirlerin haklarını istisna etmiyorlar. Sabah yapacakları işlerini böylece kararlaştırdıktan daha sonra uykuya dalıyorlar. Onları şu anda, her dikkatsiz kimsenin yaptığı gibi, Allah’tan ve O’nun azabından güvenlik içinde horul horul uyur halde seyrediyoruz.

İkinci sahne: Onlar uyumaya devam ediyorlar lakin Allah Teâlâ açıkgöz bulunmaktadır. Onu katiyen bir uyku ve uyuklamanın tutması muhtemel değildir. Allah Teâlâ onların, akşam yatmadan önce arasında yaptıkları konuşmadan ve verdikleri karardan hoşnut olmuyor. Bilakis onlara gazap buyurarak geceleyin bir afetle bahçelerini yakıp yok etmeyi murad ediyor. Şüphesiz O, murad ettiği her şeyi yapmağa kadirdir: Vakit gece ve biz o güzelim bahçenin yanındayız. Görebildiğimiz değin onu görüyoruz. dahası bakıyoruz bahçeye bir afet geliveriyor. Bahçenin bulunduğu vadiden bir alev çıkıyor ve bahçenin her tarafını sararak kökünden yakıp kavuruyor. Biz derhal o bahçenin meyveleri kesik, mahsulatı biçilmiş, her şeyi yanıp simsiyah olmuş, hiçbir faydası olmayan kumluk bir araziye döndüğünü yakînen görüyor ve biliyoruz. Lakin bahçe sahipleri... Onların bu olup bitenlerden haberleri yok. Bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Etsinler bakalım netice ne olacak?

Üçüncü sahne: Evet, gece sona eriyor, sabahleyin oluyor. Adamlar uykularından uyanıyorlar. Gözlerini ovuştura ovuştura yataklarından kalkıyorlar. Yatarken verdikleri kararlarında bir değişim değil. Bilakis azimleri daha da bilenmiş. Uyku faslından sonradan yorgunlukları gitmiş; dinçlikleri ve neş’eleri de uygun. Birbirlerine sesleniyorlar: “Eğer mahsullerinizi devşirecekseniz erkence koşun!” Mahsullerin kendilerine ait olduğunu sanıyorlar ve ona doğru düşman üstüne gider gibi hırsla gitmeyi planlıyorlar. Hemen yerlerinden fırlıyorlar. Acilen onların, bahçelerine dürüst seri adımlarla koşar gibi yürüdüklerini görüyoruz. Yürürken de arasında fısıl fısıl bir şeyler konuştuklarını hissediyoruz. Lakin ne konuştuklarını iyi anlamak pek kuvvet. Kimse duymasın diye seslerini kıskanır bir şekilde epeyce yavaş konuşuyorlar. Biz de onların ne konuştuklarını iyi anlamak için sözlerine kulak kesiliyoruz. Nihayet anlıyoruz ki şöyle diyorlar: “Sakın bu gün karşınıza hiçbir fakir çıkıp, oraya girmesin!” Onlar kendi zanlarınca fakirleri o bahçenin hayrından men edebilecekleri umuduyla, “biz bu bağı devşirmeye ve fakirlere vermemeğe kadiriz” diyerek seri ve neş’eli bir şekilde çekip gidiyorlar. Halbuki güçleri fakat kendilerini hayırdan engellemeye yetiyordu. Ama bunu yakında bileceklerdi.

Dördüncü sahne: Hemen biz, o bahçe sahiplerinin bilmedikleri şeyi biliyoruz. Evet biz, gecenin karanlığında uzanan o dar ve görünmez eli gördük. Bahçenin bütün meyvelerini yok ettiğini seyrettik. O korkunç ve benzi atmış kesici kudret elinin aniden meyveleri kökünden kesip attığını gördük. Adamlar hırsla ve inatla yürüyorlar. Nihayet bahçelerinin yanında ulaşıyorlar: O da ne!... Yanmış, simsiyah kesilmiş bir arazi! Şaşırıp kalıyorlar. Ilk Kez: “Bizim meyve yüklü bahçemiz bu olmasa gerek. Yolu yitirdik, yanlış geldik her hâlükarda!” diyorlar. Sonradan dönüp iyice bakıyorlar. Hayır, hayır! Yanlış gelmemişlerdi, yolu da şaşırmamışlardı. Fakat bahçeleri yanıp kül olmuştu. Bu Nedenle yoksun bırakıldıklarını; fakirler hakkında kurdukları hile ve oyunlarının fena akıbetine uğradıklarını iyice anlıyorlar. Hayalleri suya düşüyor, ümitleri kesilip ye’se kapılıyorlar. Son derece pişman oluyorlar. Biz de onların pişmanlıklarını izliyoruz.

Beşinci sahne: Bu şahısların arasında aklı erer insaflı biri var. belli ki o, bunların görüşünde değil. Fakat görüşünde yalnız olunca onlara aktarmak zorunda kaldı. Dolayısıyla onların başlarına gelen bunun başına da geldi. Bu adam onlara önceden nasihat ettiğini: “Tesbih etse idiniz! Allah Teâlâ’nın yüceliğini taNisânız, O’nun noksandan münezzeh bir sübhân bulunduğunu, hâkimiyetini kimseye vermeyeceğini, alçaklığı, haksızlığı, tahakkümü sevmediğini bilseniz, hakkı gözetseniz, istisna yapsanız da istibdada sapmasanız” dediğini anlıyoruz. Ama o zaman onu dinlememişler, bildiklerini yapmışlar, Allah da onlara bildiğini yapmıştır. Lakin o zat şu anda, daha önce onlara söylediklerini yeniden hatırlatarak intibaha gelmelerini açlık ediyor. O Kadar de oluyor. Bakıyoruz adamlar felaketi gördükten daha sonra, akıllılarının da ikazıyla intibaha geliyorlar. Allah’ı tenzih ediyorlar, kendilerinin hileli olduğunu; dikkatsiz ant, istisnayı terk ve fakirlere bakmamağa azmetmekle nefislerine yazık ettiklerini itiraf ediyorlar. Yaptıkları kusurları dile getirip birbirlerine pişmanlıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini kınıyorlar. Nihayet şu karara varıyorlar: “Eyvahlar olsun bize! Bizler gerçekten azgınlar imişiz. Cezayı adalet etmişiz. Bütün kusur bizim. Rabbimiz ise bütün kusurlardan münezzeh. Biz de O’nun kuluyuz. Böyle bir Rabbimiz varken, biz de O’nun kuluyken niçin ümidimizi keselim, neden tevbe ile O’na yüz tutmayalım? Hatalarımız sebebiyle o bahçeyi elimizden çıkardık ise, biz ihlas ile O’na yüz tuttuğumuz takdirde O bize daha hayırlısını ve daha iyisini verebilir” diyorlar. Allah’tan daha iyi bir bahçe hatta her türlü bela ve felaketten azade olan âhiret cennetini istiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, bütün varlıklarıyla Allah’a yöneldiklerini; tüm rağbetlerini münhasıran O’na çevirdiklerini; yalnızca O’nun rızâsına ermek, artık her zaman O’nun için niyetlenmek iştiyakında olduklarını ifade ediyorlar: “Biz artık Rabbimizi, O’nun hoşnutluğunu arzuluyoruz! Verir vermez, alır almaz biz ona karışmayız. Biz fakat O’nun rızâsını isteriz” diyorlar.

Son sahne: Dünya azabı böyledir. Bilenleri, anlamak ve çakmak kabiliyetinde olanları böyle dünyada uyandırır, yola getirir, hakka teslim ettirir; daha büyük tehlikeden korunmasına ve daha büyük hayra ermesine sebep olur. Allah Teâlâ’nın bela vermesinin, acı azab ile cezalandırmasının hikmeti de budur. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Âhiret azabı mala değil canadır. Geçici yok ebedîdir. O bir defa başa geldikten sonra intibahın faydası yoktur. İntibah arttıkça onun şiddeti artar.  Âhiret azabı sondur, o tecrübeye gelmez, bundan böyle bütün tecrübeler onda tükenmiş, neticesini vermiş olur. Keşke insanlar bu gerçeği bilip uyansalar, Allah’a dönseler, O’na hakiki anlamda kulluk etseler. Bu bahçe sahiplerinin, fakat felaket geldikten daha sonra intibaha geldikleri gibi, bunlar böyle bir akibete uğramadan ve hatta âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden intibaha gelseler kendileri için fazla daha uğurlu olacaktır.

Çünkü:

Kalem Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kalem Suresi 22. ayetinin meal karşılaştırması ve öteki ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kalem-suresi-22-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html