Kalem Suresi 30. ayeti ne anlatıyor? Kalem Suresi 30. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kalem Suresi 30. Ayetinin Arapçası:

فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ

Kalem Suresi 30. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ardındaki kendilerini ve birbirlerini kınamaya başladılar:

Kalem Suresi 30. Ayetinin Tefsiri:

“Bahçe sahipleri” kıssasında anlatılan mevzu, Allah’a karşısında nankörlük yapan, malını hayır yolarında harcamaktan sakınan, fakirlerin ve yoksulların hakkını vermeyen kimselerin akıbetini beyândır. Bu kıssada dinleyicilerin veya seyircilerin ilgilerini çekecek böylece canlı sahneler dikkatlere sunulmaktadır:

Birinci sahne: Bu sahnede “bahçe sahipleri”nden söz edilmektedir. Bununla ilgili bilinen rivayetlerin özeti şudur: Yemen’de San’a’ya yakın Savran denilen yerde sâlih bir adamın hoş bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan fakirlerin ve yoksulların hakkını verirdi. Derken adam vefat etti. Bu bono da çocuklarına kaldı. Onlar ise insanların ondan faydalanmasına engel oldular ve üzerlerine düşen Allah hakkını ödemediler. Neticesi de Allah Teâlâ’nın haber verdiği cezaya uğradılar. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 77)

Acilen karşımızda bahçe sahipleri var. Bunlar bir takım basit ve bedevi ruhlu ahali. Zihin ve hareketleri bakımından sade ve saf köylü takımına benziyorlar. Bunlar bu vasıflarıyla, ruh yapıları az önce fazla pozitif karışık olmayan, yaşantıları sade ve iptidai bir yapıya sahip olan Mekke müşriklerini yansıtıyorlar. görünürde bunların devşirilmeye hazırlanmış bir bahçeleri var. Bu bahçe hakkında arasında fısıldaşıyorlar, gizli gizli konuşuyorlar. Babalarının yaptığı gibi fakirlere bir pay ayırmayı hiç düşünmüyorlar: “Yarın belirlenmiş bahçemize gidelim, onu devşirelim, fakirlere de haber vermeyelim” diyorlar. Allah’ı da hiç hesaba katmıyorlar, “İnşâallah: Allah dilerse, Allah nasib ederse” de demiyorlar. Veya bahçenin bütün ürününü sadece kendileri için devşirmeyi planlayıp, fakirlerin haklarını istisna etmiyorlar. Sabahleyin yapacakları işlerini böylece kararlaştırdıktan sonra uykuya dalıyorlar. Onları hemen, her tedbirsiz kimsenin yaptığı gibi, Allah’tan ve O’nun azabından güvenlik içinde horul horul uyur halde seyrediyoruz.

İkinci sahne: Onlar uyumaya devam ediyorlar ama Allah Teâlâ kurnaz bulunmaktadır. Onu asla bir uyku ve uyuklamanın tutması mümkün değildir. Allah Teâlâ onların, akşam yatmadan önce aralarında yaptıkları konuşmadan ve verdikleri karardan memnun olmuyor. Bilakis onlara gazap buyurarak geceleyin bir afetle bahçelerini yakıp yok etmeyi murad ediyor. Şüphesiz O, murad ettiği her şeyi yapmağa kadirdir: Zaman gece ve biz o güzelim bahçenin yanındayız. Görebildiğimiz değin onu görüyoruz. diğer taraftan bakıyoruz bahçeye bir facia geliveriyor. Bahçenin bulunduğu vadiden bir ateş çıkıyor ve bahçenin her tarafını sararak kökünden yakıp kavuruyor. Biz şimdi o bahçenin meyveleri indirilmiş, mahsulatı biçilmiş, her şeyi yanıp simsiyah olmuş, hiçbir faydası olmayan kumluk bir araziye döndüğünü yakînen görüyor ve biliyoruz. Fakat bahçe sahipleri... Onların bu olup bitenlerden haberleri yok. Bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Etsinler bakalım sonuç ne olacak?

Üçüncü sahne: Evet, gece sona eriyor, sabah oluyor. Adamlar uykularından uyanıyorlar. Gözlerini ovuştura ovuştura yataklarından kalkıyorlar. Yatarken verdikleri kararlarında bir değiştirme yok. Bilakis azimleri daha da bilenmiş. Uyku faslından daha sonra yorgunlukları gitmiş; dinçlikleri ve neş’eleri de uygun. Birbirlerine sesleniyorlar: “Eğer mahsullerinizi devşirecekseniz erkence koşun!” Mahsullerin kendilerine ait olduğunu sanıyorlar ve ona içten düşman üzerine gider gibi hırsla gitmeyi planlıyorlar. Anında yerlerinden fırlıyorlar. Derhal onların, bahçelerine içten süratli adımlarla koşar gibi yürüdüklerini görüyoruz. Yürürken de arasında fısıl fısıl bir şeyler konuştuklarını hissediyoruz. Ama ne konuştuklarını kavramak böylece baskı. Kimse duymasın diye seslerini kıskanır bir şekilde epeyce yavaş konuşuyorlar. Biz de onların ne konuştuklarını bilmek için sözlerine kulak kesiliyoruz. Nihayet anlıyoruz ancak şöyle diyorlar: “Sakın bu gün karşınıza hiçbir fakir çıkıp, oraya girmesin!” Onlar kendi zanlarınca fakirleri o bahçenin hayrından men edebilecekleri umuduyla, “biz bu bağı devşirmeye ve fakirlere vermemeğe kadiriz” diyerek hızlı ve neş’eli bir şekilde çekip gidiyorlar. Halbuki güçleri fakat kendilerini hayırdan engellemeye yetiyordu. Lakin bunu yakında bileceklerdi.

Dördüncü sahne: Şu Anda biz, o bahçe sahiplerinin bilmedikleri şeyi biliyoruz. Evet biz, gecenin karanlığında uzanan o sıcacık ve görünmez eli gördük. Bahçenin bütün meyvelerini değil ettiğini seyrettik. O dehşet ve soluk kesici kudret elinin ansızın meyveleri kökünden kesip attığını gördük. Adamlar hırsla ve inatla yürüyorlar. Nihayet bahçelerinin yanında ulaşıyorlar: O da ne!... Yanmış, simsiyah kesilmiş bir arazi! Şaşırıp kalıyorlar. Ilk Olarak: “Bizim meyve yüklü bahçemiz bu olmasa gerek. Yolu yitirdik, yanlış geldik her hâlükarda!” diyorlar. Sonra dönüp en ince ayrıntısına kadar bakıyorlar. Hayır, hayır! Hatalı gelmemişlerdi, yolu da şaşırmamışlardı. Lakin bahçeleri yanıp kül olmuştu. Bu Nedenle mahrum bırakıldıklarını; fakirler hakkında kurdukları aldanma ve oyunlarının kötü akıbetine uğradıklarını ayrıntılarıyla anlıyorlar. Hayalleri suya düşüyor, ümitleri kesilip ye’se kapılıyorlar. Son derece pişman oluyorlar. Biz de onların pişmanlıklarını izliyoruz.

Beşinci sahne: Bu kişilerin arasında aklı erer insaflı biri var. anlaşılan o, bunların görüşünde değil. Ama görüşünde yalnız olunca onlara uymak zorunda kaldı. Dolayısıyla onların başlarına gelen bunun başına da geldi. Bu adam onlara evvelden tavsiye ettiğini: “Tesbih etse idiniz! Allah Teâlâ’nın yüceliğini taNisânız, O’nun noksandan münezzeh bir sübhân bulunduğunu, hâkimiyetini kimseye vermeyeceğini, alçaklığı, haksızlığı, tahakkümü sevmediğini bilseniz, hakkı gözetseniz, istisna yapsanız da istibdada sapmasanız” dediğini anlıyoruz. Fakat o vakit onu dinlememişler, bildiklerini yapmışlar, Allah da onlara bildiğini yapmıştır. Lakin o zat şu anda, daha önce onlara söylediklerini yeniden hatırlatarak intibaha gelmelerini istek ediyor. Böylece de oluyor. Bakıyoruz adamlar felaketi gördükten sonra, akıllılarının da ikazıyla intibaha geliyorlar. Allah’ı tenzih ediyorlar, kendilerinin haksız olduğunu; dikkatsiz yemin, istisnayı terk ve fakirlere bakmamağa azmetmekle nefislerine yazık ettiklerini itiraf ediyorlar. Yaptıkları kusurları dile getirip birbirlerine pişmanlıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini kınıyorlar. Nihayet şu karara varıyorlar: “Eyvahlar olsun bize! Bizler gerçekten azgınlar imişiz. Cezayı yargı etmişiz. Bütün hata bizim. Rabbimiz ise bütün kusurlardan münezzeh. Biz de O’nun kuluyuz. Böyle bir Rabbimiz varken, biz de O’nun kuluyken neden ümidimizi keselim, neden tevbe ile O’na yüz tutmayalım? Hatalarımız sebebiyle o bahçeyi elimizden çıkardık ise, biz ihlas ile O’na yüz tuttuğumuz takdirde O bize daha hayırlısını ve daha iyisini verebilir” diyorlar. Allah’tan daha iyi bir bahçe hatta her türlü bela ve felaketten azade olan âhiret cennetini istiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, tüm varlıklarıyla Allah’a yöneldiklerini; bütün rağbetlerini münhasıran O’na çevirdiklerini; yalnızca O’nun rızâsına ermek, artık daima O’nun için kastetmek iştiyakında olduklarını ifade ediyorlar: “Biz artık Rabbimizi, O’nun hoşnutluğunu arzuluyoruz! Verir vermez, alır almaz biz ona karışmayız. Biz oysa O’nun rızâsını isteriz” diyorlar.

Son sahne: Dünya azabı böyledir. Bilenleri, anlamak ve anlayışlı olmak kabiliyetinde olanları böyle dünyada uyandırır, yola getirir, hakka teslim ettirir; daha büyük tehlikeden korunmasına ve daha büyük hayra ermesine sebep olur. Allah Teâlâ’nın bela vermesinin, acı azab ile cezalandırmasının hikmeti de budur. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Âhiret azabı mala değil canadır. Geçici yok ebedîdir. O bir defa başa geldikten sonra intibahın faydası yoktur. İntibah arttıkça onun şiddeti artar.  Âhiret azabı sondur, o tecrübeye gelmez, artık tüm tecrübeler onda tükenmiş, neticesini vermiş olur. Keşke millet bu gerçeği bilip uyansalar, Allah’a dönseler, O’na gerçek anlamda kulluk etseler. Bu bahçe sahiplerinin, ama yıkım geldikten sonradan intibaha geldikleri gibi, bunlar böyle bir akibete uğramadan ve hatta âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden intibaha gelseler kendileri için fazla daha hayırlı olacaktır.

Çünkü:

Kalem Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kalem Suresi 30. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kalem-suresi-30-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html