Kalem Suresi 31. ayeti ne anlatıyor? Kalem Suresi 31. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kalem Suresi 31. Ayetinin Arapçası:

قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ

Kalem Suresi 31. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Yazıklar olsun bize! Aslında biz ne azgın kimselermişiz!”

Kalem Suresi 31. Ayetinin Tefsiri:

“Bahçe sahipleri” kıssasında anlatılan mevzu, Allah’a karşı nankörlük yapan, malını hayır yolarında harcamaktan sakınan, fakirlerin ve yoksulların hakkını vermeyen kimselerin akıbetini beyândır. Bu kıssada dinleyicilerin veya seyircilerin ilgilerini çekecek öyle canlı sahneler dikkatlere sunulmaktadır:

Birinci sahne: Bu sahnede “bahçe sahipleri”nden laf edilmektedir. Bununla ilgili tanıdık rivayetlerin özeti şudur: Yemen’de San’a’ya yakın Savran denilen yerde sâlih bir adamın hoş bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan fakirlerin ve yoksulların hakkını verirdi. Derken adam vefat etti. Bu bono da çocuklarına kaldı. Onlar ise insanların ondan faydalanmasına engel oldular ve üzerlerine düşen Allah hakkını ödemediler. Neticesi de Allah Teâlâ’nın haber verdiği cezaya uğradılar. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 77)

Şimdi karşımızda bahçe sahipleri var. Bunlar bir takım basit ve bedevi ruhlu halk müziği. Akıl ve hareketleri bakımından sade ve saf köylü takımına benziyorlar. Bunlar bu vasıflarıyla, ruh yapıları hemen şimdi fazla artı karmaşık olmayan, yaşantıları sade ve iptidai bir yapıya sahip olan Mekke müşriklerini yansıtıyorlar. görünen o ki bunların devşirilmeye hazır bir bahçeleri var. Bu bahçe hakkında aralarında fısıldaşıyorlar, el altından konuşuyorlar. Babalarının yaptığı gibi fakirlere bir pay ayırmayı hiç düşünmüyorlar: “Yarın belirli bahçemize gidelim, onu devşirelim, fakirlere de haber vermeyelim” diyorlar. Allah’ı da hiç hesaba katmıyorlar, “İnşâallah: Allah dilerse, Allah nasib ederse” de demiyorlar. Veya bahçenin bütün ürününü yalnızca kendileri için devşirmeyi planlayıp, fakirlerin haklarını istisna etmiyorlar. Sabahtan yapacakları işlerini bu nedenle kararlaştırdıktan daha sonra uykuya dalıyorlar. Onları şu anda, her tedbirsiz kimsenin yaptığı gibi, Allah’tan ve O’nun azabından güvenlik içinde horul horul uyur halde seyrediyoruz.

İkinci sahne: Onlar uyumaya devam ediyorlar fakat Allah Teâlâ kurnaz bulunmaktadır. Onu asla bir uyku ve uyuklamanın tutması olası değildir. Allah Teâlâ onların, akşam yatmadan önce aralarında yaptıkları konuşmadan ve verdikleri karardan hoşnut olmuyor. Bilakis onlara gazap buyurarak geceleyin bir afetle bahçelerini yakıp değil etmeyi murad ediyor. Şüphesiz O, murad ettiği her şeyi yapmağa kadirdir: Zaman gece ve biz o güzelim bahçenin yanındayız. Görebildiğimiz dek onu görüyoruz. dahası bakıyoruz bahçeye bir facia geliveriyor. Bahçenin bulunduğu vadiden bir ateş çıkıyor ve bahçenin her tarafını sararak kökünden yakıp kavuruyor. Biz hemen o bahçenin meyveleri indirimli, mahsulatı biçilmiş, her şeyi yanıp simsiyah olmuş, hiçbir faydası olmayan kumluk bir araziye döndüğünü yakînen görüyor ve biliyoruz. Lakin bahçe sahipleri... Onların bu olup bitenlerden haberleri değil. Bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Etsinler bakalım sonuç ne olacak?

Üçüncü sahne: Evet, gece sona eriyor, sabah oluyor. Adamlar uykularından uyanıyorlar. Gözlerini ovuştura ovuştura yataklarından kalkıyorlar. Yatarken verdikleri kararlarında bir değiştirme yok. Bilakis azimleri daha da bilenmiş. Uyku faslından sonradan yorgunlukları gitmiş; dinçlikleri ve neş’eleri de uygun. Birbirlerine sesleniyorlar: “Eğer mahsullerinizi devşirecekseniz erkence koşun!” Mahsullerin kendilerine ait olduğunu sanıyorlar ve ona dürüst düşman üstüne gider gibi hırsla gitmeyi planlıyorlar. Hemen yerlerinden fırlıyorlar. Şimdi onların, bahçelerine doğru seri adımlarla koşar gibi yürüdüklerini görüyoruz. Yürürken de arasında fısıl fısıl bir şeyler konuştuklarını hissediyoruz. Ama ne konuştuklarını çakmak böylece şiddet. Kimse duymasın diye seslerini kıskanır bir şekilde epeyce yavaş konuşuyorlar. Biz de onların ne konuştuklarını çakmak için sözlerine kulak kesiliyoruz. Nihayet anlıyoruz ancak şöyle diyorlar: “Sakın bu gün karşınıza hiçbir fakir çıkıp, oraya girmesin!” Onlar kendi zanlarınca fakirleri o bahçenin hayrından men edebilecekleri umuduyla, “biz bu bağı devşirmeye ve fakirlere vermemeğe kadiriz” diyerek çabuk ve neş’eli bir şekilde çekip gidiyorlar. Halbuki güçleri fakat kendilerini hayırdan engellemeye yetiyordu. Fakat bunu yakında bileceklerdi.

Dördüncü sahne: Şimdi biz, o bahçe sahiplerinin bilmedikleri şeyi biliyoruz. Evet biz, gecenin karanlığında uzanan o sıcacık ve görünmez eli gördük. Bahçenin bütün meyvelerini yok ettiğini seyrettik. O dehşet ve bitik kesici kudret elinin birden meyveleri kökünden kesip attığını gördük. Adamlar hırsla ve inatla yürüyorlar. Nihayet bahçelerinin yanında ulaşıyorlar: O da ne!... Yanmış, simsiyah indirilmiş bir arazi! Şaşırıp kalıyorlar. Ilk Kez: “Bizim meyve yüklü bahçemiz bu olmasa lüzum. Yolu yitirdik, hatalı geldik her hâlükarda!” diyorlar. Sonradan dönüp iyice bakıyorlar. Hayır, hayır! Yanlış gelmemişlerdi, yolu da şaşırmamışlardı. Ama bahçeleri yanıp kül olmuştu. Bu Nedenle mahrum bırakıldıklarını; fakirler hakkında kurdukları hile ve oyunlarının kötü akıbetine uğradıklarını en ince ayrıntısına kadar anlıyorlar. Hayalleri suya düşüyor, ümitleri kesilip ye’se kapılıyorlar. Son derece pişman oluyorlar. Biz de onların pişmanlıklarını izliyoruz.

Beşinci sahne: Bu şahısların arasında aklı erer insaflı biri var. görünürde o, bunların görüşünde yok. Lakin görüşünde yalnız olunca onlara alıntı yapmak zorunda kaldı. Dolayısıyla onların başlarına gelen bunun başına da geldi. Bu adam onlara önceden tavsiye ettiğini: “Tesbih etse idiniz! Allah Teâlâ’nın yüceliğini taNisânız, O’nun noksandan münezzeh bir sübhân bulunduğunu, hâkimiyetini kimseye vermeyeceğini, alçaklığı, haksızlığı, tahakkümü sevmediğini bilseniz, hakkı gözetseniz, istisna yapsanız da istibdada sapmasanız” dediğini anlıyoruz. Fakat o zaman onu dinlememişler, bildiklerini yapmışlar, Allah da onlara bildiğini yapmıştır. Ama o zat acilen, daha önce onlara söylediklerini bitmiş hatırlatarak intibaha gelmelerini özlem ediyor. Pek de oluyor. Bakıyoruz adamlar felaketi gördükten sonra, akıllılarının da ikazıyla intibaha geliyorlar. Allah’ı tenzih ediyorlar, kendilerinin hileli olduğunu; düşüncesiz ant, istisnayı terk ve fakirlere bakmamağa azmetmekle nefislerine eyvah ettiklerini itiraf ediyorlar. Yaptıkları kusurları dile getirip birbirlerine pişmanlıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini kınıyorlar. Nihayet şu karara varıyorlar: “Eyvahlar olsun bize! Bizler gerçekten azgınlar imişiz. Cezayı adalet etmişiz. Tüm kusur bizim. Rabbimiz ise tüm kusurlardan münezzeh. Biz de O’nun kuluyuz. Böyle bir Rabbimiz varken, biz de O’nun kuluyken neden ümidimizi keselim, neden tevbe ile O’na yüz tutmayalım? Hatalarımız sebebiyle o bahçeyi elimizden çıkardık ise, biz ihlas ile O’na yüz tuttuğumuz takdirde O bize daha hayırlısını ve daha iyisini verebilir” diyorlar. Allah’tan daha iyi bir bahçe hatta her türlü bela ve felaketten azade olan âhiret cennetini istiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, bütün varlıklarıyla Allah’a yöneldiklerini; tüm rağbetlerini münhasıran O’na çevirdiklerini; sadece O’nun rızâsına ermek, artık defalarca O’nun için hedeflemek iştiyakında olduklarını açıklama ediyorlar: “Biz bundan böyle Rabbimizi, O’nun hoşnutluğunu arzuluyoruz! Verir vermez, alır almaz biz ona karışmayız. Biz oysa O’nun rızâsını isteriz” diyorlar.

Son sahne: Dünya azabı böyledir. Bilenleri, kavramak ve anlayışlı olmak kabiliyetinde olanları böyle dünyada uyandırır, yola getirir, hakka teslim ettirir; daha büyük tehlikeden korunmasına ve daha büyük hayra ermesine sebep olur. Allah Teâlâ’nın bela vermesinin, acı azab ile cezalandırmasının hikmeti de budur. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Âhiret azabı mala yok canadır. Geçici değil ebedîdir. O bir defa başa geldikten sonradan intibahın faydası yoktur. İntibah arttıkça onun şiddeti artar.  Âhiret azabı sondur, o tecrübeye gelmez, artık tüm tecrübeler onda bitap, neticesini vermiş olur. Keşke insanlar bu gerçeği bilip uyansalar, Allah’a dönseler, O’na hakiki anlamda kulluk etseler. Bu bahçe sahiplerinin, ama felaket geldikten sonradan intibaha geldikleri gibi, bunlar böyle bir akibete uğramadan ve hatta âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden intibaha gelseler kendileri için fazla daha uğurlu olacaktır.

Çünkü:

Kalem Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kalem Suresi 31. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kalem-suresi-31-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html