Kureyş Suresi 1. ayeti ne anlatıyor? Kureyş Suresi 1. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kureyş Suresi 1. Ayetinin Arapçası:

لِا۪يلَافِ قُرَيْشٍۙ

Kureyş Suresi 1. Ayetinin Meali (Anlamı):

Kureyşi, bir araya getirip anlaştırdığı için,

Kureyş Suresi 1. Ayetinin Tefsiri:

Kureyş, Resûlullah (s.a.s.)’in kabîlesidir. Mekke’de Kur’ân-ı Kerîm’e birincil muhatap olan kimselerdir. Aralarından Peygamberimiz (s.a.s.) gibi bir insanın çıkmış olması fiilen onlar için en büyük bir şereftir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Sen, önce yakın akrabanı uyar!” (Şuarâ 26/214) âyeti nâzil olunca birincil kere önce kendi akrabaları olmak üzere bu kabileyi İslâm’a eğlence etmiştir. Fakat bir kısmı iman etmekle birlikte, birçok Efendimiz (a.s.)’ın davetini reddettiler, ona inanmadılar. Hatta neticesi kanlı savaşlara varan çok şiddetli bir mücâdeleye giriştiler. Bu mücâdele Mekke’nin fethine dek sürdü. Mekke’nin fethiyle birlikte Kureyş’in düşmanlığı da en ince ayrıntısına kadar ortadan kalktı. Bundan itibaren, İslâm’ın dünyaya yayılması için Kureyş her zaman ön saflarda mücadele vermiştir.

İşte Cenâb-ı Hak bu sûreyi indirip, Kureyş’e olan büyük ihsanlarını hatırlatarak, risâletin hemen şimdi ilk zamanlarında onları şirki terk edip yalnız kendine kulluğa ağırlama etmektedir.

Burada Kureyşe verilen dört büyük nimete uyarı çekilir:

Birincisi; Allah, Kureyşi bir araya getirip anlaştırmış, birbirine ülfet ettirip sevdirmiştir. Âyette ا۪يلَافٌ (îlâf) kelimesi kulanılır. “Îlâf”, “ülfet etmek, ısınmak, alışmak, ünsiyet etmek, uyuşup kaynaşmak, uzlaşmak, antlaşmak, ahitleşmek” gibi mânalar içeren şümullü bir kelimedir. Burada ise “Kureyşi alıştırmak, ısındırmak; Kureyşin birbiriyle veya başkalarıyla ahidleşmesi, antlaşması, anlaşması, îtilâf etmesi ya da ettirmesi” mânalarını da ifade eder. Nitekim tarihî bilgilerden öğrendiğimize göre Kureyş, dedeleri Kilab oğlu Kusay zamanında Hicaz’ın her yerinde düzensiz durumdaydılar. İlk kez Kusay onları Mekke’de topladı. Geldiler, Beytullah’ın hizmetini ellerine aldılar. Kusay’a bu hizmetinden nedeniyle “toplayıcı” lakabı verilmiştir. Bu kişi Mekke’de bir şehir devleti kurmuş, Arabistan’ın her yanından gelen hacılara hizmet için en iyi idareyi tesis etmişti. Bundan dolayı Kureyş, Arap kabileleri arasında ve her yerde güven sağlamıştır. sonra Kâbe’nin de ahali nezdindeki itibarını kullanarak Kureyş çevre bölge ve ülkelerle münâsebetlerini geliştirmiştir. Çevredeki kabileler ve devletler, kendileriyle olan bu yumuşak, sıcak ve uyumlu ilişkilerinden dolayı Kureyşlilere اَصْحَابُ الإيلَافِ (ashâbu’l-îlâf) yani “ülfet eden, ülfet edilen güzel halk müziği” diyorlardı. Cenâb-ı Hak öncelikle onlara bu nimetini hatırlatıyor. Eğer isteseydi onları bir araya getirmez, aralarına fitne fesat girer, kendi arasında boğuşurken çevrede hiçbir itibarları kalmaz ve dünya ile bu ülfet ve anlaşma hâli gerçekleşmezdi.

İkincisi; özellikle ticaret yapıp geçimlerini sağlamak için onlara kış ve yaz yolculuklarını kolaylaştırmış, onları buna alıştırıp ısındırmıştır. Mekke dağlık ve çöllük bir şehirdi. Geçimlerini sağlayacak ne ziraat, ne hayvancılık, ne de başka bir şeye müsaitti. Kureyş kış ve yaz yaptıkları ticaret kervanlarıyla geçimlerini sağlıyorlardı. Onların kervanları kış aylarında güneydeki Yemen’e, Kızıl Deniz’in aleyhinde yakasındaki Somali ve Habeşistan’a; yaz aylarında da kuzeyde yer alan Şam’a, Mısır’a, hatta Irak’a ve İran’a gidiyorlardı. Buralardan ticarî eşya ve erzak getirip Hicaz bölgesinde satıyorlardı. Bir kısım Kureyş tüccarları, komşu ülkelerden ticâret serbestisi almışlardı. Oralara rahatlıkla giderler, kendilerine engel olunmazdı. Yolda kendilerine karşı koyan olursa: “Biz Allah’ın hareminin halkıyız” derler; artık kimse onlara dokunmazdı. Özellikle Kâ­be’yi yıkmaya gelen Fil ordusunun mûcizevî bir felâkete maruz kalarak Kâbe’yi yık­ma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üstüne Kureyşlilerin keza çevre kabileler, keza de bu mûcizevî hâdiseyi duyan tüm alan halkları nezdindeki saygınlıkları ayrıntılarıyla arttı. Hatta emirler, krallar, sultanlar onlara hürmet gösterir olmuşlardı. Bu sebepledir oysa, başkaları çöllerde haydutların saldırılarına uğrarken, Kureyşliler büyük bir güvenlik içinde yukarıda bahsedilen seferlerini ve ticaretlerini yaparlardı.

Üçüncüsü; onlar aç idi, Allah Teâlâ onları doyurdu. Mekke çok eskiden kuş konmaz kervan geçmez dağlar aralarında suyu, toprağı, bitkisi, ziraati olmayan verimsiz bir şehir halkı iken, Hz. İbrâhim’in duası ve Kâbe’nin hürmeti ile bereketlendi. O dua âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilir:

“Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin her türlü hürmete lâyık Mukaddes Evin’in yanında ekin sonsuz bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye böyle yaptım. Sen de insanlardan bir kısmının gönlünü onlara yönlendir ve onları dağıtılmış ürünlerle rızıklandır ama sana şükretsinler.” (İbrâhim 14/37)

“Dahası İbrâhim: «Rabbim! Burayı emniyetli bir belde kıl; halkından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri de çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır!» diye yalvarmıştı.” (Bakara 2/126)

İbrâhim (a.s.) bu dualarının bereketi ve Beytullâh’ın hürmeti ile yukarıda talep edildiği gibi Allah Teâlâ Kureyşi, yaz ve kış ticaret seferlerine alıştırmış, ısındırmış, bu nedenle onları, o muhitte tabiî olması gerekli gelen açlıktan korumuştur.

Dördüncüsü; onlar büyük bir nefret edilen şey içinde idiler; Allah onları emniyete kavuşturdu. Bundan da hedef, başlangıçta Fil ashâbının kendilerinden defedilmiş olan korkusudur. bununla beraber Cenâb-ı Adalet Mekke’yi emniyetli bir alan kılmıştı. Bu bölgeye “Harem” denmekteydi. Mekke’nin ismi اَلْبَلَدُ الأم۪ينُ (el-Beledü’l-Emîn)di. Etraftaki şehirler, bölgeler başsızlık ve terörle sarsılırken, halk müziği hileli yere yakalanıp öldürülürken, malları gasp edilirken Mekke’de Kureyş büyük bir emniyet içinde yaşıyorlardı. Âyet-i kerîmede bu koşul şöyle haber verilir:

“Çevrelerindeki millet yakalanıp götürülürken ve malları yağma edilirken, yaşadıkları Mekke’yi can ve mülk emniyeti bakımından güvenilir ve mukaddes bir Harem bölgesi kıldığımızı görmezler mi? Buna rağmen onlar hâla saçma ve asılsız inançlar arkasında koşarak, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlüğe devam mı edecekler?” (Ankebût 29/67)

Cenâb-ı Yargı onlara lütfettiği bu büyük nimetlere bir şükür olmak üzere Kureyşi, çok iyi bildikleri, hürmet ve bereketinden faydalandıkları Beytullah’ın Rabbi sıfatıyla yalnızca kendisine kulluğa ağırlama etmektedir. Putperestliği terk edip tevhidi kabule çağırmaktadır. Peygamber (s.a.s.) ve Kur’an’a itaat gösteri etmektedir. Onlardan, Beytullâh’a ve Belde-i Emîn’e değerinde ahali olabilmeleri için Allah’ın birliğini tanıyarak onun yolunda ve onun emirlerini yerine getirme uğrunda mücahede etmelerini, O’na layık kul olmaya çalışmalarını, tevhid dini olan İslâm’a kamil iman, sıdk u sadakatle sarılmalarını istemektedir. Zira derhal gelmekte olan Mâûn sûresinde de açıklanacağı üzere, tam bir teslimiyet ve samimiyet içinde yapılmayan, içerisinde merhametsizlik, cimrilik ve gösteriş gibi reel imana aykırı manevî hastlıklar barındıran bir kuluk insana faydadan fazla hasar getirecektir:

Kureyş Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kureyş Suresi 1. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kureys-suresi-1-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html