Mâûn Suresi 1. ayeti ne anlatıyor? Mâûn Suresi 1. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Mâûn Suresi 1. Ayetinin Arapçası:
اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يُكَذِّبُ بِالدّ۪ينِۜ
Mâûn Suresi 1. Ayetinin Meali (Anlamı):
Dini, hesap ve cezayı yalanlayanı gördün mü?
Mâûn Suresi 1. Ayetinin Tefsiri:
Âhirete, ilâhî huzurdaki hesap ve cezaya iman, İslâm’ın önemle üzerinde durduğu bir esastır. Dolayısıyla burada geçen “din” kelimesinden gaye, dinin kanımca kendisi olabileceği gibi, daha ziyade “hesap ve cinayet” mânası tercih edilir. Kur’lahza, insanın her türlü inanç, söz ve fiillerini oraya bağlar. Bir gün mutlaka bunların hesabının görüleceğini ısrarla baştan eder.
İnsanın dünyadaki hal ve hareketleri, hesap ve cezaya inanıp inanmamasına göre şekillenir. Buna inanan kişi, hayatını Allah’ın dinine göre yaşamaya son derece dikkat gösterirken, inanmayan için bağlayıcı bir şey laf konusu değildir. O, kendisini bir kısım haramlardan kaçınmaya ve bir kısım buyrukları yapmaya zoraki tutan dini kabul etmez. Nefsinin istediği gibi yaşamayı özlem eder. Burada âhirete, hesap ve cezaya imanı olmayan kişinin, öyle fazla yanlışı arasından yalnızca örnek olması için iki önemli özelliği öne çıkarılır:
Birincisi; din, yetimlerin haklarını korumayı, onlara şefkat ve merhametle muameleyi emrederken, onun yetimlere olan muamelesi fazla kötüdür. Yetimin hakkını yer. Babasından kalan mirasa el koyarak yetimi kovar. Babasız ona takviye için gelse merhamet etmez, hatta yanından defeder. Babasız umutsuzluk dolayısıyla gitmeyip beklese bu kere iterek kovalar. Yetime zulmeder. Örneğin bakmak üzere yetimi evine aldıysa evin bütün işlerini ona yaptırır. Yetim evde herkesin kahrını çekmek zorunda kalır. Böyle kullanmak, artık o yalancının çirkin ahlâkı ve mezmûm karakteri olmuştur. Daima böyle davranır. Yaptığı işin kötü olduğunu bile düşünmez. Hiçbir şey hissetmeden bu tavrına devam eder. Yetimin yalnız olduğunu, destek edeninin olmadığını zanneder. Onun için yetimin hakkını yemekte bir sakınca görmez.
Halbuki yetimlerin hakları konusunda Kur’lahza’ın beyânı çok keskin ve serttir:
“Yetimlere mallarını verin. Helâli haram olanla değiştirmeyin; onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Çünkü böyle yapmanız, doğrusu çok büyük bir günahtır.” (Nisâ 4/2)
“Yetimlerin mallarını hileli yere yiyenler, sahiden karınlarına sadece ateş doldurmuş oluyorlar. Onlar o kadar yakında deli alevli bir ateşe gireceklerdir.” (Nisâ 4/10)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de, yetimlere zulmedenleri ikaz ederken, bir taraftan da onlara şefkatle muamele edenleri en büyük mükâfatla müjdeler. Nitekim birgün:
“Yetimi koruyup kollayan birey ile ben cennete şu ikisi gibiyiz” buyurmuş, aralarını birazcık açarak sinyâl ve orta parmağını göstermiştir. (Buhârî, Edeb 24)
Efendimiz (s.a.s.) yeniden, ümmetini toplumdaki kanadı kırıklarla meşgul olmaya özendirme ederek şöyle buyurmuştur:
“müslümanlara ait en uğurlu ev; içinde yetime iyi muamele edilen evdir. müslümanlara ait en fena ev de yetime kötü muamele edilen evdir.” (İbn Mâce, Edeb 6)
“Bir kimse, müslümanların aralarında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir kabahat işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr 14/1917)
Hak dostlarından Dâvûd-i Tâî Şımartmaretleri’nin şu hâli bu konuda böylece hoş bir numûnedir:
Hizmetine bakan mürîdi birgün ona:
“– Biraz et pişirdim; buyurmaz mısınız?” dedi ve üstâdının sükût etmesi üzerine eti getirdi. Ancak Dâvûd-i Tâî (k.s.), önüne konan ete bakarak:
“– Falanca yetimlerden ne haber var evlâdım?” diye sordu. Mürîd, durumlarının yerinde olmadığını izhâr sadedinde içini çekip:
“– Bildiğiniz gibi efendim!” dedi. O bütartma Hak dostu:
“– O hâlde bu eti onlara götürüver!” dedi. Hazırladığı ikrâmı üstâdının yemesini arzu eden samîmî mürîd:
“– Efendim, siz de uzun zamandır et yemediniz!..” diye ısrar edecek oldu. Fakat Dâvûd-i Tâî Şımartmaretleri kabul etmeyip şöyle buyurdu:
“– Evlâdım! Bu eti ben yersem dışarı çıkar, fakat o yetimler yerse, arş-ı a‘lâya çıkar!..” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 355)
İkincisi; din, fakir ve yoksullara yardımı, onları doyurmayı ve ihtiyaçlarını karşılamayı en önemli bir içtimâî ibâdet sayarken, bu inançsız kişi, onları yedirmediği, doyurmadığı gibi başkasını da buna özendirme etmez. Kendi malını vermeye kıyamadığı gibi, başkasının malını da kıyamaz. Cimrilik ve mal hırsı bu dek onun benliğini sarmıştır. Bu dek egoist ve hodgâmdır. Âyette اِطْعَامُ الْمِسْك۪ينِ (it‘âmu’l miskin) değil, طَعَامُ الْمِسْك۪ينِ (ta‘âmu’l ağırkanlı) tâbiri kullanılır. Eğer "“it’âmu'l miskîn” denilseydi mâna, “yoksullara yemek yedirmeye özendirme etmez” olurdu. Halbuki “ta’âmu’l miskîn” tâbiri ise “Miskinin kendi yemeğini, bizzat onun hakkı olan yemeği vermez” mânasına gelir. O yemek yemek, haddi zâtında yemeği verenlere yok, o yoksula aittir. Çünkü bu, imkânı olanların atamak mecburiyetinde bulundukları yoksulun hakkıdır. Veren, onu bir bahşiş olarak yok, tersine yoksulun hakkı olduğu için zorunlu olarak vermektedir. Bu hususta Yargı dostlarından Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nin şu misal davranışı ne güzeldir. O şöyle anlatıyor:
“Birgün pazara gitmiştim. Bir birey yanıma geldi ve:
«−Açım, beni Allah rızâsı için doyurur musun!..» dedi.
O an, hiçbir imkânım yoktu. Sadece eski bir sarığım vardı. Bir aşhâneye girip aşçıya:
«−Şu sarığımı al. Eski, fakat temizdir. Bulaşıklarını kurularsın. Ancak bunun mukâbilinde şu aç insanı doyurur musun?» dedim.
Aşçı, o fakire yemek yemek verdi; sarığımı da bana iâde etmek istedi. Bütün ısrarlarına rağmen kabul etmedim. Kendim de aç olduğum hâlde o fakîr doyuncaya kadar bekledim.”
Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Takvâ sahibi o kullar, mallarından keza yardım isteyen fakirlere, keza de fakir olduğu halde iffetinden nedeniyle dilenmekten çekinen yoksullara pay ayırırlardı.” (Zâriyât 51/19)
Sûrede resmedilen ikinci alıcı insana gelince:
Mâûn Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Mâûn Suresi 1. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/maun-suresi-1-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html