Mâûn Suresi 4. ayeti ne anlatıyor? Mâûn Suresi 4. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Mâûn Suresi 4. Ayetinin Arapçası:

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ

Mâûn Suresi 4. Ayetinin Meali (Anlamı):

Yazıklar olsun şöyle namaz kılanlara fakat,

Mâûn Suresi 4. Ayetinin Tefsiri:

İkinci olarak tasvir edilen insan, birincisi gibi açıktan dini, hesap ve cezayı yalanlamasa da, iman demin kalbine bütün yerleşmemiştir. İbadetlerindeki hal ve tavrı bunun açık tezâhürüdür. Burada onun namaz ve zekât hususunda sergilediği gâfil, riyâkâr ve yasaklayıcı konuşma üzerinde durulur:

Birincisi; bu kimseler namaz kılarlar, ama namazlarından gafildirler. Ona gereken ehemmiyeti vermezler. Bu gaflet ve dikkatsizliği şöyle izah edebiliriz:

  Onlar namazın önemini kavrayamadıkları için onu gereği gibi ciddî bir vazîfe olarak yapmazlar.

  Kılınıp kılınmadığına aldırmazlar.

  Vaktine uyarı etmezler, vaktin geçip geçmediğine aldırmayıp geciktirirler.

  Namazın terkinden endişe ve hastalık duymazlar.

  Kıldıkları vakit de, Allah için hâlis niyetle kılmayıp dünyevî birtakım maksatlar için kılarlar

  İnsanlarla beraber bulunduklarında namaz kıldıkları hâlde, yalnız kaldıklarında kılmazlar; kılsalar bile Hakk’ın huzûrunda imiş gibi bir huşû ve tâzim içinde değil, gösterişle kılarlar.” (bk.Elmalılı, Yargı Dîni, VIII, 6168)

Onlar hakkında diğer bir âyet-i kerîmede: “Onlar namaza dingin tembel gelirler” (Tevbe 9/54) buyrulur.

Ağırdan alarak namazı son vaktine dek geciktirmek ve mecbur kalkarak vazîfe savar gibi anında farzını kılıvermek, Allah muhâfaza buyursun, insanı münafıklığa götüren kötü bir haslettir.

Alâ b. Abdurrahmân anlatıyor:

Bir öğleden sonra Enes bin Mâlik’in yanında gitmiştik. Enes, biz varınca hemen kalkarak ikindi namazını kıldı. Namazını bitirince kendisine namazı erken kıldığını söyledik. O da niçin böyle erken kıldığını anlatarak şöyle dedi:

Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu işittim:

“O münafıkların namazıdır! O münafıkların namazıdır! O münafıkların namazıdır! Onlardan biri oturur, oturur, tam güneş sararıp batmaya yüz tutunca, şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, kuşun yem toplaması gibi hızlıca dört defâ yatıp kalkar, namazda Allah’ı da pek az zikreder.” (Müslim, Mesâcid 195; Muvatta, Kur’ân-ı Kerîm 46)

Çünkü onların niyeti, Allah rızâsı için ibâdet etmek, namaz kılmak değil, şaşaa yapmaktır. Zâhiren müslümanlarla beraber bulunmaktır. Onlardan gelecek menfaatin devamını karşılamak, bir zarar ihtimali varsa ona da engel olmaktır. Nitekim Hz. Mevlânâ, gösteriş için yapılan amellerin bir menfaat sağlamayacağını, Hz. Ömer zamanında Medine’de vuku bulan bir yangın felâketini sözkonusu ederek şöyle anlatır:

Hz. Ömer’in halifeliği vaktinde Medine’de bir yangın oldu. Ateş taş­ları bile kuru odun gibi yakıyordu. Binaları, evleri saran alev, kuşların yuvalarını, hatta havada uçarken ka­natlarını bile tutuşturuyordu. Şehrin yarısı alevlerle sarıldı, su bile bu ateşten korktu da şaşırıp kaldı. Bir Takım zeki kişiler, ateşe, kovalarla su ve sirke döküyorlardı. Ateş ise inadına artıyordu. Sözde ona gayb âleminden, ötelerden yar­dım geliyordu. Insanlar koşarak Hz. Ömer’e geldiler. “Bu yangın su ile sönmüyor” dedi­ler. Hz. Ömer buyurdu ancak:

“- O ateş Allah’ın ayetlerinden, işaretlerindendir. Sizin hasisliklerinizin bir alevidir. Suyu bırakın, yoksullara ekmek dağıtın, eğer benim soyumdan iseniz, hasislikten vazgeçin.” Millet, Hz. Ömer’e:

“- Bizim kapılarımız açıktır. Biz eli açık kişileriz, iyilikten, takviye etmekten hoşlanırız” dediler. Hz. Ömer buyurdu oysa:

“- Siz verdiğiniz ekmeği, Allah rızâsı için yok de, göstermelikk veriyorsunuz. Geleneğe, göreneğe uyarak iyilik elinizi açıyorsunuz. Siz, övünmek için, gösteriş için verdiniz; Allah’tan çekinerek, korka­rak vermediniz.”

Bu kıssayı nakleden Mevlânâ (k.s.) öğüt olarak der ki:

“Allah’ın ihsan ettiği malı nefsine uymuş fena kişilere vermek, yol ke­sen eşkiyanın eline kılıç devretmek gibidir. Din ehlini, kin ehlinden ayır, Allah’a dost olanı ara, bul; onunla düş, kalk. Herkes kendi huyunda olanlara iyilik eder, yardımda bulunur; kötü kişi de, böylece bir iş yaptım sanır.” (Mevlânâ, Mesnevî, 3707-3720. beyitler)

Şâir Nâbî der ki:

“Ne belâdır bu riyâ  bâşına halkın ki eder

Mübtelâsın iki âlemde safâdan mahrûm.”

Hz. Ömer, vâlilerine şöyle nasihat ederdi:

“Benim katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu koruyup vakitlerine uyarı ederse, dînini korumuş olur, kim de onu yerine getirmeyip yitirirse, dînini de kısa zamanda yitirir.” (Muvatta, Vukûtu’s-Salât 6)

İkincisi; o riyâkâr münafık müşteri zekât, sadaka ve diğer yardımlar hususunda da ihmâlkârdır. Hesaba ve cezaya inancı olmadığı ya da son derece çelimsiz olduğu için bu cins emirlere gereken ihtimamı göstermez. Mesuliyetini yerine getirmez. Her türlü hayra ve iyiliğe mâni olur.

  Âyette geçen اَلْمَاعُونَ  (mâ‘ûn) kelimesi çok şümullüdür. “Zekât, sadaka, diğer mâlî mesuliyetler, insanların kendi aralarında ödünç alıp verdikleri eşyalar” gibi mânalar açıklama eder. Dolayısıyla bu kelime farz olan zekâttan başlayarak, insanın ödünç olarak verdiği elek, kova ve iğneye değin her şeye şâmildir. Bundan hareketle “mâûn”u, “kendisinde ırk için avantaj bulunan ufak ve eksik bir şey” olarak anlatmak mümkündür. Bu mânada zekât da “mâûn”dur. Çünkü o da çok olan maldan, yoksullara verilen ufak bir paydır. bir de umûmî gereklilik eşyaları da “mâûn”dur. Bunlar, gerektiğinde alınmasında bir mahzur olmayan, zengin olsa da yoksul olsa da insanın ihtiyaç duyduğu eşyalardır. Bu tür eşyaları ödünç vermekte bile cimrilik belirten kişi, aslında ahlâken fazla seviyesiz bir tutum yapmış olur. Zira bunlar ödünç verildiğinde onda bir eksiklik meydana gelmeyeceği âşikârdır. Hâsılı, âhirete inanmayan, yaptığı iyiliklerin karşılığını orada fazlasıyla bulacağına imanı olmayan bir kimsenin, bırakalım Allah yolunda samimi olarak, maldan geçmeyi, başkalarına böyle en ufak bir fedakârlığı bile göstermeyecek değin ufak kalpli olduğu belirtilir. İmansızlık ve aşırı cimrilik göstergesi olan bu davranışlar kınanır. Böyle yapanlar ikaz edilir; hesap, canice ve cehennem azabıyla uyarılırlar.

Bu sebepledir ama, ashâb-ı kirâm, küçük ve önemsiz gibi görülen yardımlardan bile müstağnî kalmazlar, dâimâ birbirlerine infâk etmeye çalışırlardı. İbn Mes’ûd (r.a.) şöyle buyurur:

“Biz, Resûlullah (s.a.s.) vaktinde  kova, tencere gibi eşyâları ödünç olarak vermeyi insanlara destek cümlesinden sayardık.” (Ebû Dâvûd, Zekât 32/1657)

Hemen Mâûn sûresinde zikredilen yalanlamaya mukabil kanıt; merhametsizlik ve cimriliğe mukabil cömertçe verip çok hayır yapma; namazdan gaflete mukabil namaza devam; gösterişe mukabil bütün bir ihlas ve samiyet; en minik bir yardımı bile engellemeye mukabil kurban ve fedakârlıkla sadaka verip yoksulları doyurma gibi yüksek dinî vazife ve faziletler öğretilip özendirme edilmek üzere Kevser sûresi geliyor:

Mâûn Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mâûn Suresi 4. ayetinin meal karşılaştırması ve öteki ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/maun-suresi-4-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html