Mâûn Suresi 7. ayeti ne anlatıyor? Mâûn Suresi 7. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Mâûn Suresi 7. Ayetinin Arapçası:

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ

Mâûn Suresi 7. Ayetinin Meali (Anlamı):

Her türlü takviye ve iyiliğe de engel olurlar.

Mâûn Suresi 7. Ayetinin Tefsiri:

İkinci olarak betimleme edilen insan, birincisi gibi açıktan dini, hesap ve cezayı yalanlamasa da, iman demin kalbine tam yerleşmemiştir. İbadetlerindeki hal ve tavrı bunun açık tezâhürüdür. Burada onun namaz ve zekât hususunda sergilediği gâfil, riyâkâr ve yasaklayıcı hitabe üstünde durulur:

Birincisi; bu kimseler namaz kılarlar, fakat namazlarından gafildirler. Ona gereken ehemmiyeti vermezler. Bu gaflet ve dikkatsizliği şöyle izah edebiliriz:

  Onlar namazın önemini kavrayamadıkları için onu gereği gibi ciddî bir vazîfe olarak yapmazlar.

  Kılınıp kılınmadığına aldırmazlar.

  Vaktine dikkat etmezler, vaktin geçip geçmediğine aldırmayıp geciktirirler.

  Namazın terkinden endişe ve rahatsızlık duymazlar.

  Kıldıkları süre de, Allah için hâlis niyetle kılmayıp dünyevî birtakım maksatlar için kılarlar

  İnsanlarla beraber bulunduklarında namaz kıldıkları hâlde, yalnız kaldıklarında kılmazlar; kılsalar bile Hakk’ın huzûrunda imiş gibi bir huşû ve tâzim içinde yok, gösterişle kılarlar.” (bk.Elmalılı, Yargı Dîni, VIII, 6168)

Onlar hakkında diğer bir âyet-i kerîmede: “Onlar namaza uyuşuk dingin gelirler” (Tevbe 9/54) buyrulur.

Ağırdan alarak namazı son vaktine kadar geciktirmek ve mecburi kalkarak vazîfe savar gibi derhal farzını kılıvermek, Allah muhâfaza buyursun, insanı münafıklığa götüren kötü bir haslettir.

Alâ b. Abdurrahmân anlatıyor:

Bir öğleden sonradan Enes bin Mâlik’in yanında gitmiştik. Enes, biz varınca hemen kalkarak ikindi namazını kıldı. Namazını bitirince kendisine namazı erken kıldığını söyledik. O da niçin böyle erken kıldığını anlatarak şöyle dedi:

Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu işittim:

“O münafıkların namazıdır! O münafıkların namazıdır! O münafıkların namazıdır! Onlardan biri oturur, oturur, bütün güneş sararıp batmaya yüz tutunca, şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, kuşun yem toplaması gibi çabucak dört defâ yatıp kalkar, namazda Allah’ı da pek eksik zikreder.” (Müslim, Mesâcid 195; Muvatta, Kur’ân-ı Kerîm 46)

Çünkü onların niyeti, Allah rızâsı için ibâdet etmek, namaz kılmak değil, şaşaa yapmaktır. Zâhiren müslümanlarla beraber bulunmaktır. Onlardan gelecek menfaatin devamını sağlamak, bir zarar ihtimali varsa ona da engel olmaktır. Nitekim Hz. Mevlânâ, gösteriş için yapılan amellerin bir avantaj sağlamayacağını, Hz. Ömer zamanında Medine’de vuku bulan bir yangın felâketini sözkonusu ederek şöyle anlatır:

Hz. Ömer’in halifeliği vaktinde Medine’de bir yangın oldu. Alev taş­ları bile kuru odun gibi yakıyordu. Binaları, evleri saran alev, kuşların yuvalarını, hatta havada uçarken ka­natlarını bile tutuşturuyordu. Şehrin yarısı alevlerle sarıldı, su bile bu ateşten korktu da şaşırıp kaldı. Bir Takım zeki kişiler, ateşe, kovalarla su ve sirke döküyorlardı. Alev ise inadına artıyordu. Benzeri ona gayb âleminden, ötelerden yar­dım geliyordu. Halk koşarak Hz. Ömer’e geldiler. “Bu yangın su ile sönmüyor” dedi­ler. Hz. Ömer buyurdu ama:

“- O alev Allah’ın ayetlerinden, işaretlerindendir. Sizin hasisliklerinizin bir alevidir. Suyu bırakın, yoksullara ekmek dağıtın, eğer benim soyumdan iseniz, hasislikten vazgeçin.” Halk Müziği, Hz. Ömer’e:

“- Bizim kapılarımız açıktır. Biz eli açık kişileriz, iyilikten, destek etmekten hoşlanırız” dediler. Hz. Ömer buyurdu fakat:

“- Siz verdiğiniz ekmeği, Allah rızâsı için değil de, gösteriş için veriyorsunuz. Geleneğe, göreneğe uyarak iyilik elinizi açıyorsunuz. Siz, övünmek için, gösteriş için verdiniz; Allah’tan çekinerek, korka­rak vermediniz.”

Bu kıssayı nakleden Mevlânâ (k.s.) öğüt olarak der fakat:

“Allah’ın ihsan ettiği malı nefsine uymuş kötü kişilere vermek, yol ke­sen eşkiyanın eline kılıç devretmek gibidir. Din ehlini, kin ehlinden ayır, Allah’a dost olanı ara, bul; onunla düş, kalk. Herkes kendi huyunda olanlara iyilik eder, yardımda bulunur; fena birey de, böylece bir iş yaptım sanır.” (Mevlânâ, Mesnevî, 3707-3720. beyitler)

Şâir Nâbî der ancak:

“Ne belâdır bu riyâ  bâşına halkın ki eder

Mübtelâsın iki âlemde safâdan mahrûm.”

Hz. Ömer, vâlilerine şöyle tavsiye ederdi:

“Benim katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu koruyup vakitlerine dikkat ederse, dînini korumuş olur, kim de onu yerine getirmeyip yitirirse, dînini de kısa zamanda yitirir.” (Muvatta, Vukûtu’s-Salât 6)

İkincisi; o riyâkâr münafık alıcı zekât, sadaka ve öteki yardımlar hususunda da ihmâlkârdır. Hesaba ve cezaya inancı olmadığı ya da son derece cılız olduğu için bu cins emirlere gereken ihtimamı göstermez. Mesuliyetini yerine getirmez. Her türlü hayra ve iyiliğe mâni olur.

  Âyette geçen اَلْمَاعُونَ  (mâ‘ûn) kelimesi fazla şümullüdür. “Zekât, sadaka, diğer mâlî mesuliyetler, insanların kendi arasında ödünç alıp verdikleri eşyalar” gibi mânalar ifade eder. Dolayısıyla bu sözcük farz olan zekâttan başlayarak, insanın ödünç olarak verdiği elek, kova ve iğneye değin her şeye şâmildir. Bundan hareketle “mâûn”u, “kendisinde ahali için menfaat yer alan küçük ve eksik bir şey” olarak ifade etmek mümkündür. Bu mânada zekât da “mâûn”dur. Çünkü o da fazla olan maldan, yoksullara verilen ufak bir paydır. dahası umûmî ihtiyaç eşyaları da “mâûn”dur. Bunlar, gerektiğinde alınmasında bir mahzur olmayan, zengin olsa da yoksul olsa da insanın gereklilik duyduğu eşyalardır. Bu cins eşyaları ödünç vermekte bile cimrilik bildiren birey, gerçekten ahlâken fazla seviyesiz bir tutum yapmış olur. Zira bunlar ödünç verildiğinde onda bir eksiklik meydana gelmeyeceği âşikârdır. Hâsılı, âhirete inanmayan, yaptığı iyiliklerin karşılığını orada fazlasıyla bulacağına imanı olmayan bir kimsenin, bırakalım Allah yolunda samimiyetle, maldan geçmeyi, başkalarına böyle en ufak bir fedakârlığı bile göstermeyecek kadar minik kalpli olduğu belirtilir. İmansızlık ve fazla pintilik göstergesi olan bu davranışlar kınanır. Böyle yapanlar uyarı edilir; hesap, ceza ve cehennem azabıyla uyarılırlar.

Bu sebepledir ki, ashâb-ı kirâm, minik ve değersiz gibi görülen yardımlardan bile müstağnî kalmazlar, dâimâ birbirlerine infâk etmeye çalışırlardı. İbn Mes’ûd (r.a.) şöyle buyurur:

“Biz, Resûlullah (s.a.s.) zamanında  kova, tencere gibi eşyâları ödünç olarak vermeyi insanlara yardım cümlesinden sayardık.” (Ebû Dâvûd, Zekât 32/1657)

Şimdi Mâûn sûresinde zikredilen yalanlamaya mukabil ispat; acımasızlık ve cimriliğe mukabil cömertçe verip fazla hayır yapma; namazdan gaflete mukabil namaza devam; gösterişe mukabil bütün bir ihlas ve samiyet; en küçük bir yardımı bile engellemeye mukabil kurban ve fedakârlıkla sadaka verip yoksulları doyurma gibi yüksek dinî vazife ve faziletler öğretilip teşvik edilmek üzere Kevser sûresi geliyor:

Mâûn Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mâûn Suresi 7. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/maun-suresi-7-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html