Manevi terbiye yolu olan tasavvufta ilk faz nedir? İlk merhale için yapmamız gerekenler nelerdir?

Mânevî terbiye yolu olan tasavvufta ilk merhale, “enâniyeti bertaraf yapabilmek”tir. Bütün Yargı dostları “ene/ben” demekten kurtulup; “Yâ Rabbi, Sen!” diyen bir gönül kıvamına ulaşmanın eğitiminden geçmişlerdir. Zira mânevî hayatta her şey, Cenâb-ı Hakkʼa aleyhinde bir “hiç” olduğunu idrâk ettikten sonradan başlar. Bu şuura ulaşıldığında tüm hayırlar, nîmetler ve muvaffakıyetler, Cenâb-ı Hakk’a nisbet edilir; aslâ nefse pay çıkarılmaz.

SEN, SEN, SEN YÂ RAB­Bİ!

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Alan Senʼsin, veren Senʼsin, kılan Sen;
Ne verdinse odur, dahî nemiz var?..
Hakîkat üzre anlayıp bilen Sen,
Ne verdinse odur, dahî nemiz var?

Her meslek ve oluşta Fâil-i Mutlak, Cenâb-ı Adaletʼtır. Bu sebeple müʼmin, dâimâ hiçliğini idrâk hâlinde olmalı, nâiliyetlerin de mahrûmiyetlerin de Cenâb-ı Hakkʼın birer imtihanı olduğunu bilmelidir. Zira nîmete eriştiğinde kibir ve kibre kapılmak, nefse prim vermek demektir. Nîmetten mahrum kaldığında yeʼse düşmek ise, şeytana mağlup olmaktır.

Kâmil ve ârif mü’minler, bir nîmet ya da muvaffakıyete nâil olduklarında; “Ben başardım, ben kazandım…” seslenmek yerine; “Tevfîk Allahʼtandır; yâ Rabbi, bu Sen’in lûtfundur!” diyerek nîmetin başlıca sahibinin Cenâb-ı Hak olduğunu îtiraf eder, dâimâ Rab’lerine ilticâ hâlinde yaşarlar. Cenâb-ı Yargı lûtfetmediği takdirde, kendilerinin bir “hiç” hükmünde olduklarının şuuruyla, yüksek bir kulluk edebi gösterirler.

Ri­vâyete kadar Ce­nâb-ı Yargı, Hazret-i Mûsâ’ya:

“Fi­ra­vun’a git; çün­kü o iyi­ce eksik­dı…” (Tâ­hâ, 24) buyurduğu za­man Mû­sâ -aleyhisselâm-, âi­le ef­râ­dı­nı ve da­var­la­rı­nı zâ­hir­de emâ­net ede­ce­ği bir kim­se ol­ma­dı­ğın­dan:

“–Yâ Rab­bi! Ev hal­kım ve da­var­la­rım ne ola­cak?” de­di.

Bu­nun üze­ri­ne Ce­nâb-ı Adalet şöy­le bu­yur­du:

“–Ey Mû­sâ! Ben’i bulduktan daha sonra, başka ne istersin? Sen Ben’im em­ri­mi edâ­ya koş! Ba­na bağ­lan ve teslîmiyet gös­ter! İs­ter­sem, kur­du ko­yun­la­rı­na ço­ban eder ve meleklerimi de âilene muhafız kılarım.

Ey Mû­sâ! Ne­dir bu dü­şün­dü­ğün? Annen seni de­ni­ze bıraktı­ğı za­man se­ni kim kur­tar­dı? Bun­dan son­ra seni annene tek­rar kim ka­vuş­tur­du? Ha­ni sen, bi­ri­ni ka­zâ ile öl­dür­müş­tün de Fi­ra­vun seni ara­ma­ya ko­yul­muş ve öl­dür­me­ye az­met­miş­ti; o va­kit seni on­dan kim muhafaza et­ti?..”

Mû­sâ -aleyhisselâm- bu sözleri ayrıca din­li­yor, hem de her cüm­le­nin so­nun­da:

“–SEN, SEN, SEN YÂ RAB­Bİ!..” di­yor­du.1

Bunun için mânevî nezaket yolu olan tasavvufta da ilk merhale, “enâniyeti bertaraf yapabilmek”tir. Bütün Adalet dostları “ene/ben” demekten kurtulup; “Yâ Rabbi, Sen!” diyen bir gönül kıvamına ulaşmanın eğitiminden geçmişlerdir. Zira mânevî hayatta her şey, Cenâb-ı Hakkʼa aleyhinde bir “hiç” olduğunu idrâk ettikten daha sonra başlar. Bu şuura ulaşıldığında bütün hayırlar, nîmetler ve muvaffakıyetler, Cenâb-ı Hakk’a nisbet edilir; aslâ nefse pay çıkarılmaz.

Cenâb-ı Hak, Bedirʼde müslümanlara büyük bir başarı nasîb etti. Az bir güçle büyük bir müşrik ordusu bertaraf edildi. Arkasında müslümanlar bu şanlı zaferi kendilerine izâfe etmesin, Cenâb-ı Hakkʼa tevekkül ve teslîmiyetlerini kaybetmesinler diye, îkaz sadedinde şu âyet nâzil oldu:

(Savaşta) onları siz öldürmediniz, lakin onları Allah öldürdü; attığın vakit da Sen atmadın, lakin Allah attı. Ve bunu, müʼminleri hoş bir imtihanla sınamak için (yaptı)…” (el-Enfâl, 17)

Bedir’de müslümanlara verilen bu ulvî nezaket; nefsin, başarılarla şımarmasına ve enâniyete kapı aralamasına izin vermemek içindi.

Mekke Fethiʼnin akabinde de şu ilâhî tâlimat geldi:

“Allâh’ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların fevç fevç İslâm’a girdiklerini gördüğünde;

Rabbini hamd ile tesbih et! (Yani bu muvaffakıyetleri sadece Allâhʼa izâfe et ve O’na hamd et.) (Bu vazifede olabilecek kusurların ve şükürdeki noksanlıkların için de) istiğfâr et! O, tevbeleri bol miktarda kabul edendir.” (en-Nasr, 1-3)

Huneyn Gazvesi’nde de müslümanlar bundan böyle sayıca topluluk ve zâhiren dinç olduklarını, dolayısıyla düşmanı kolayca bertaraf edebileceklerini düşünmeye başlamışlardı. Cenâb-ı Hakk’a tevekkül ve teslîmiyeti zedeleyen bu hâl sebebiyle, kısa süreli bir bozguna uğrayıp dağıldılar. Ne zaman ancak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin civarda kenetlenip her tarafta Allâh’a bütün bir tevekkül ettiler, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla yine zafer müyesser oldu.2

Dipnotlar:

1 Ahmed er-Rufâî, Hâletü Ehli’l-Hakîkati Meallâh, s. 337.

2 Bkz. et-Tevbe, 25-26.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Ocak, Sayı: 431

YAKLAŞIK İKİ DAKİKADA TASAVVUFUN ÖZETİ

Tasavvufun Anlamı

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/manevi-terbiye-yolu-tasavvufta-ilk-asama.html