Münâfikûn Suresi 5. ayeti ne anlatıyor? Münâfikûn Suresi 5. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Münâfikûn Suresi 5. Ayetinin Arapçası:

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ لَوَّوْا رُؤُ۫سَهُمْ وَرَاَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

Münâfikûn Suresi 5. Ayetinin Meali (Anlamı):

Onlara: “Gelin, Rasûlullah günahlarınız için Allah’tan bağışlan­ma dilesin” dendiğinde “olmaz” mânasında başlarını çevirirler; sen onların kibirlene kibirlene dâvet edildikleri şeyden uzaklaştıklarını görürsün.

Münâfikûn Suresi 5. Ayetinin Tefsiri:

Münafıkların reel kimliklerini ortaya koyan şu hâdise bu âyet-i kerîmelerde bahsedilen hususları anlamakya tezgâhtar olacaktır:

 Rivayete kadar Benî Mustalik se­ferinden dönüleceği sı­ralarda biri muhâcirlerin diğeri Ensâr taraftarı iki adam arasında su yüzünden kav­ga çıktı. Bunlardan biri “Ey Ensâr, yetişin!” diye, diğeri de “Ey Muhâcirler, yetişin!” diye kendi taraflarını yardıma çağırdılar. Resûlullah (s.a.s.) bunu işitince, onları yatıştırdı. Yaptığı tesirli konuşmada bu nevi yazı dizisi çıkarıcı söz ve faaliyetlerden hoşnut olmadığını ve bunun câhiliye âdeti olduğunu belirtti. Hâdise münafıkların reisi Abdullah b. Übey’in kulağına gidince anında bunu fırsat bilip müslümanlar arasında fitne çıkarmaya yeltendi. Kendi kavminden olanlara şöy­le dedi:

“- Muhâcirler bizim beldemizde bize kafa tutuyor, avantaj taslı­yorlar. Onlarla bizim durumumuz, «Besle kargayı, oysun gözünü!» sözündekine dön­dü. Hele Medine’ye varalım, göreceksiniz ki dinç olan çelimsiz olanı oradan çıkara­cak! Gerçekte bunu kendiniz yaptınız; onlara beldenizde yer verip imkânlarınızı paylaştınız. Muhammed’in yanındakilere takviye etmeyin ama dağılıp gitsinler!”

 Bu sözleri işiten ve o sırada henüz fazla genç olan Zeyd b. Erkam (r.a.), yapılan konuşma­dan nedeniyle rahatsızlığını dile getirip tepki gösterince Abdullah onu azarladı. Zeyd durumu amcasına, o da Peygamberimiz (s.a.s.)’e aktardı. Hz. Ömer derhal o münâfığın boynu­nun vurulmasını önerge etti. Resûlullah (s.a.s.) bunu kabul etmedi. Hatta hemen şimdi sıradan hareket vakti gelmediği halde hemencecik yola koyulma talimatı verdi. Uzun bir süre ara verme ver­medi; mola verdiğinde cümbür cemaat yorgunluktan uyuyakaldı. Böylece söylentilerin ar­tıp işin alevlenmesini önledi. Efendimiz (s.a.s.) o arada münafıkların reisi Abdullah’ı çağırtıp:

“- Bana şöyle şöyle bir söz ulaştı; bu sözün sahibi sen misin?” diye sordu. O:

“- Sana kitabı indiren Allah’a ant ederim ki böyle şeyler söylemedim” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) onun hakkında bir işlem yapmadı. Zeyd ise yalancı konumuna düştüğü için çok üzül­müştü. Medine’ye dönünce Allah Teâlâ Münafıkûn sûresini indirdi. Peygam­berimiz (s.a.s.) Zeyd’in kulağını tutup:

“- Allah seni doğruladı ve bu kulağın hakkını verdi” di­ye ona iltifat etti.

Bir kısım halk müziği münafıkların reisine, kendisi hakkında sert ifadeler taşıyan âyetler indiğini söyleyerek Resûlullah (s.a.s.)’e gidip kendisi hakkında Allah’tan af di­lemesi için ricada bulunmasını öğüt ettiler. O ise başını çevirip:

“- İman et, dediniz ettim. Zekât ver, dediniz verdim. Geriye bir tek Muhammed’e secde etmediğim kal­dı!” diyerek itiraz etti. (bk. Buhârî, Tefsir 63; Tirmizî, Tefsir 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 370, 373)

Hikmet-i ilâhî, Abdullah b. Übey’in Abdullah isminde bir oğlu vardı. Samîmî bir mü’mindi. Resûlullah (s.a.s.)’e son de­rece bağlıydı. O, babasının yaptıklarına fazla üzülüyor, sabredemiyordu. Son hâdiseler de gönlündeki bu kederi tamamen artırdığından Allah Resûlü (s.a.s.)’e geldi:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer açlık edersen, babamı öldüreyim!” dedi.  Peygamberimiz (s.a.s.) buna müsaade etmedi ve:

“–Hayır! Bilâkis ona yumuşak davranırız. Aramızda kaldığı müddetçe, kendisiyle iyi geçiniriz!” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, İslâm ordusunun içindeki babasının yanında koştu ve devesinin yularını tutarak haykırdı:

“–İzzet ve kuvvetin Allah’a ve Rasûlü’ne âit olduğunu söyleyinceye dek seni ye­rinden kıpırdatmayacağım!..”

Münafıkların başı şaşkınlaştı. Bunca insanın ortasında oğlunun kendisine yaptığı bu hareketi gurûruna yediremedi:

“–Acilen sen beni bu kadar insan içinde Medine’ye bırakmayacak mısın?” dedi. Oğlu, büyük bir îman celâdeti içinde:

“–Evet, bugün halk müziği arasında en rezîl ile en azîzin kim olduğunu sana öğretin­ceye kadar seni bırakmayacağım. Hakîkati îtirâf etmezsen kelleni uçuracağım...” dedi.

Hâin münâfığın âdeta eli kolu bağlanmıştı. Oğlunun, dediğini yapacak kadar ciddî olduğunu anlayınca ürperdi. Daha evvel söylediklerini geri alarak isteksizce de olsa hakîkati dile getirip:

“–Şehâdet ederim ama, izzet ve zorlama Allah’a, Rasûlü’ne ve mü’minlere âittir” de­mek zorunda kaldı. Peygamberimiz (s.a.s.) Abdullah’a:

“- Allah seni Rasûlü’nden ve mü’minlerden dolayı hayırla mükâfatlandırsın!” diyerek dua etti ve babasının yolunu açmasını dikte buyurdu. (İbn Hişâm, es-Sîre, III, 334-337; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 65; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, IX, 317-318)

Öyleyse:

Münâfikûn Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Münâfikûn Suresi 5. ayetinin meal karşılaştırması ve öteki ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/munafikun-suresi-5-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html