Münâfikûn Suresi 8. ayeti ne anlatıyor? Münâfikûn Suresi 8. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Münâfikûn Suresi 8. Ayetinin Arapçası:

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟

Münâfikûn Suresi 8. Ayetinin Meali (Anlamı):

Kalkmış bundan başka: “Hele Medine’ye bir dönelim, göreceksiniz izzetli ve onurlu olanlar zelîl ve hain olanları oradan mutlaka çıkaracak!” diyorlar. Halbuki ana zorlama, izzet ve şeref Allah’a aittir, Rasûlü’ne aittir ve mü’minlere aittir; ama münafıklar bunu bilmiyor.

Münâfikûn Suresi 8. Ayetinin Tefsiri:

Münafıkların gerçek kimliklerini ortaya koyan şu hâdise bu âyet-i kerîmelerde bahsedilen hususları anlamakya muavin olacaktır:

 Rivayete tarafından Benî Mustalik se­ferinden dönüleceği sı­ralarda biri muhâcirlerin diğeri Ensâr taraftarı iki adam aralarında su yüzünden kav­ga çıktı. Bunlardan biri “Ey Ensâr, yetişin!” diye, diğeri de “Ey Muhâcirler, yetişin!” diye kendi taraflarını yardıma çağırdılar. Resûlullah (s.a.s.) bunu işitince, onları yatıştırdı. Yaptığı tesirli konuşmada bu nevi yazı dizisi çıkarıcı söz ve faaliyetlerden memnun olmadığını ve bunun câhiliye âdeti olduğunu belirtti. Hâdise münafıkların reisi Abdullah b. Übey’in kulağına gidince hemen bunu fırsat bilip müslümanlar aralarında fitne çıkarmaya yeltendi. Kendi kavminden olanlara şöy­le dedi:

“- Muhâcirler bizim beldemizde bize kafa tutuyor, avantaj taslı­yorlar. Onlarla bizim durumumuz, «Besle kargayı, oysun gözünü!» sözündekine dön­dü. Hele Medine’ye varalım, göreceksiniz oysa güçlü olan zayıf olanı oradan çıkara­cak! Aslında bunu kendiniz yaptınız; onlara beldenizde yer verip imkânlarınızı paylaştınız. Muhammed’in yanındakilere destek etmeyin ancak dağılıp gitsinler!”

 Bu sözleri işiten ve o sırada henüz fazla genç olan Zeyd b. Erkam (r.a.), yapılan tavır­dan nedeniyle rahatsızlığını dile getirip tepki gösterince Abdullah onu azarladı. Zeyd durumu amcasına, o da Peygamberimiz (s.a.s.)’e aktardı. Hz. Ömer anında o münâfığın boynu­nun vurulmasını öneri etti. Resûlullah (s.a.s.) bunu kabul etmedi. Hatta hemen şimdi normal hareket vakti gelmediği halde derhal yola koyulma talimatı verdi. Uzun bir zaman mola ver­medi; ara verme verdiğinde herkes yorgunluktan uyuyakaldı. Böylece söylentilerin ar­tıp işin alevlenmesini önledi. Efendimiz (s.a.s.) o arada münafıkların reisi Abdullah’ı çağırtıp:

“- Bana şöyle şöyle bir söz ulaştı; bu sözün sahibi sen misin?” diye sordu. O:

“- Sana kitabı indiren Allah’a ant ederim ama böyle şeyler söylemedim” dedi. Bunun üstüne Resûlullah (s.a.s.) onun hakkında bir operasyon yapmadı. Zeyd ise yalancı konumuna düştüğü için fazla üzül­müştü. Medine’ye dönünce Allah Teâlâ Münafıkûn sûresini indirdi. Peygam­berimiz (s.a.s.) Zeyd’in kulağını tutup:

“- Allah seni doğruladı ve bu kulağın hakkını verdi” di­ye ona iltifat etti.

Bir kısım ırk münafıkların reisine, kendisi hakkında sert ifadeler içeren âyetler indiğini söyleyerek Resûlullah (s.a.s.)’e gidip kendisi hakkında Allah’tan af di­lemesi için ricada bulunmasını öğüt ettiler. O ise başını çevirip:

“- İman et, dediniz ettim. Zekât ver, dediniz verdim. Geriye bir tek Muhammed’e secde etmediğim kal­dı!” diyerek itiraz etti. (bk. Buhârî, Tefsir 63; Tirmizî, Tefsir 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 370, 373)

Hikmet-i ilâhî, Abdullah b. Übey’in Abdullah isminde bir oğlu vardı. Samîmî bir mü’mindi. Resûlullah (s.a.s.)’e son de­rece bağlıydı. O, babasının yaptıklarına çok üzülüyor, sabredemiyordu. Son hâdiseler de gönlündeki bu kederi iyice artırdığından Allah Resûlü (s.a.s.)’e geldi:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer arzu edersen, babamı öldüreyim!” dedi.  Peygamberimiz (s.a.s.) buna müsaade etmedi ve:

“–Hayır! Bilâkis ona yumuşak davranırız. Aramızda kaldığı müddetçe, kendisiyle iyi geçiniriz!” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, İslâm ordusunun içindeki babasının yanında koştu ve devesinin yularını tutarak haykırdı:

“–İzzet ve kuvvetin Allah’a ve Rasûlü’ne âit olduğunu söyleyinceye dek seni ye­rinden kıpırdatmayacağım!..”

Münafıkların başı şaşkınlaştı. Bunca insanın ortasında oğlunun kendisine yaptığı bu hareketi gurûruna yediremedi:

“–Acilen sen beni bu kadar insan içinde Medine’ye bırakmayacak mısın?” dedi. Oğlu, büyük bir îman celâdeti içinde:

“–Evet, bugün ahali aralarında en rezîl ile en azîzin kim olduğunu sana öğretin­ceye kadar seni bırakmayacağım. Hakîkati îtirâf etmezsen kelleni uçuracağım...” dedi.

Hâin münâfığın âdeta eli kolu bağlanmıştı. Oğlunun, dediğini yapacak dek ciddî olduğunu anlayınca ürperdi. Daha evvel söylediklerini geri alarak istemeye istemeye de olsa hakîkati dile getirip:

“–Şehâdet ederim oysa, izzet ve baskı Allah’a, Rasûlü’ne ve mü’minlere âittir” de­mek zorunda kaldı. Peygamberimiz (s.a.s.) Abdullah’a:

“- Allah seni Rasûlü’nden ve mü’minlerden dolayı hayırla mükâfatlandırsın!” diyerek dua etti ve babasının yolunu açmasını emir buyurdu. (İbn Hişâm, es-Sîre, III, 334-337; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 65; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, IX, 317-318)

Öyleyse:

Münâfikûn Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Münâfikûn Suresi 8. ayetinin meal karşılaştırması ve öteki ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/munafikun-suresi-8-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html