Şair ve hafıza adamı Üstad Necip Fazıl Kısakürek, yaşadığı dönemde ve ardından Türkiye'de edebiyat ve hafıza dünyasında derin izler bıraktı, gençleri etkiledi. Üstad Necip Fazıl'ın hayat hikayesini sizler için derledik.

Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da doğdu.25 Mayıs 1983, İstanbul

NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN HAYATI

Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben adlı otobiyografisinde kaydettiğine göre 26 Mayıs 1904’te İstanbul Çemberlitaş’ta cinayet mahkemesi reisliğinden emekli büyük babası Mehmed Hilmi Efendi’nin konağında doğdu. Babası Mekteb-i Hukuk mezunu ve bazı memuriyetlerde bulunmuş Abdülbâki Fâzıl Bey, annesi Mediha Bayan’dır. Baba tarafından Maraşlı olan Kısakürekoğulları ailesinin kökü Dulkadıroğulları’na dayanmaktadır.

Esas adı Ahmed Necip olan Necip Fazıl okuma yazmayı büyük babasından öğrendi. Dağıtılmış okullarda devamsız ve derme çatma bir öğrenim hayatı geçirdi. Önce Gedikpaşa’da bir Fransız, daha sonra benzer yerde bir Amerikan mektebinde, Büyükdere Emin Efendi semt mektebinde, Büyük Reşid Paşa Numune, Vaniköy Rehber-i İttihad mekteplerinde okuduktan daha sonra Heybeliada Numune Mektebi’nden mezun oldu.

Aynı yıl Heybeliada Bahriye Mektebi’ne kaydoldu. Burada da beş yıl okudu, fakat diploma alamadan ayrıldı. 1921’de İstanbul Dârülfünunu Felsefe Şubesi’ne yazıldı. Bu öğrenimini de tamamlayamadan kazandığı devlet bursu ile felsefe tahsili için Paris’e gitti. Lakin Paris’te de uyumlu bir öğrenci olamadı, kısmen sanat çevrelerinde bulunduysa da kendini daha çok eğlenceye ve bohem hayatına verdi.

Türkiye’ye dönüşünde İstanbul ve Anadolu’da bazı bankalarda memuriyet ve müfettişlik yaptı. Bir Fransız mektebinde, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde ve Robert Kolej’de değişik dersler okuttu.

bu arada felsefe öğrenciliğinden beri girmiş olduğu basın çevresini daha albenili ve eser vermeye daha uygun bir etraf olarak gördüğünden 1942’den itibaren memuriyetlerini bırakıp geçimini yazılarından ve yayıncılıktan sağlayamaya başladı. Son yıllarına kadar Büyük Doğu dergisinin ve Büyük Doğu yayınlarının sahibi ve yazarı olduğu gibi bir takım günlük gazetelerde fıkra ve makaleleri de yayımlanmaktaydı.

Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’da Kullandığı Takma Adlar

Hemen tamamı Büyük Doğu’da elde etmek üzere kullandığı takma adları Ne-Fe-Ka, Hi-Ab-Kö, Ha-A-Ka, Adı Değmez, Neslihan Kısakürek, Ahmed Abdülbaki, Prof. Ş.Ü., Bankacı, Be-De, Ozan, Ozanbaşı’dır. 25 Mayıs 1983’te Erenköy’deki evinde öldü. Büyük ve olaylı bir cenaze töreninin gerisinde Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedildi. “Çille çille üstüne devrildi mücevher târihi / Var mı şâir çilleden çıksın Necip Fâzıl gibi” (1403) mısraları Orhan Okay tarafından ölümü için düşürülmüş tarihtir.

Türkçe’nin Yaşamış En Büyük Şairi

Dayanıklılık Taşı oyunuyla 1940 Cumhuriyet Ahali Partisi piyes yarışması birinciliğini şampiyon Necip Fazıl Kısakürek için sanat hayatının 50. sene jübilesi Millî Türk Talebe Birliği tarafından 22 Kasım 1975’te yapıldı. 25 Mayıs 1980’de doğumunun 75. yılı vesilesiyle Kültür Bakanlığı kendisine “büyük kültür armağanı” ve nakdî mükâfat, benzer tarihte Türk Edebiyatı Vakfı da “Türkçe’nin yaşamış en büyük şairi, sultânüşşuarâ” unvanını verdi.

Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983’te İstanbul’da vefat etti.

Necip Fazıl’ın İlk Şiirleri

Necip Fazıl, birincil şiir denemesinin Millî Uğraş yıllarında on üç-on dört yaşlarında iken Tercüman gazetesinin edebî ilâvesinde çıktığını açıklama eder. Aşina birincil şiiri ise 1 Temmuz 1923 tarihli Yeni Mecmua’da yayımlanan, sonradan Örümcek Ağı kitabına “Bir Mezar Taşı” adıyla girecek olan “Kitâbe” başlıklı şiirdir. Bu tarihten başlayarak 1939’a kadar Yeni Mecmua, Millî Mecmua, Anadolu, Hayat ve Varlık dergileriyle Cumhuriyet gazetesinde şiirleri ve hikâyeleri çıkar. Özellikle dönemin seçkin dergilerinden olan Hayat’ta yer alan şiirleriyle dikkati çeker ve hakkında takdir yazıları yayımlanır.

İlk şiir kitapları olan Örümcek Ağı ve Kaldırımlar bu yıllarda yazdıklarından seçmeleri ihtiva eder. Kaldırımlar kitabına adını veren uzun şiiri kendisine “Kaldırımlar şairi” olarak şöhret kazandırmıştır. Üçüncü şiir kitabı Ben ve Ötesi ile nesir yazılarının toplandığı Birkaç Hikâye Birkaç Inceleme de bu yıllarda çıkar. bu vesileyle oyunculuğuna büyük bedel verdiği Muhsin Ertuğrul’un tesiriyle tiyatroya ilgi duymaya başlayan Necip Fazıl’ın ilk tiyatro eseri Tohum 1935’te yayımlanır ve Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konur.

Bu tarihten bir yıl dek önce, kendi ifadesiyle “çocukluğunda ve gençliğinde masal gibi bir rüya ikliminden topladığı karanlık ve karmakarışık haberlerin apaydınlık ve dümdüz gerçeğini verdiğine” inandığı Nakşibendî şeyhi Abdülhakim Arvâsî ile karşılaşmasından sonra sanat anlayışında ve eserlerinde dinî-gizemli bir akıntı ağırlığını hissettirmeye başlar.

Büyük Doğu Dergisinin Yayınlanması

1936’da memuriyeti dolayısıyla Ankara’da bulunan Necip Fazıl, devrin sathî ve maddeci dergileri karşısına spiritüalist ve estetik ağırlığı olan haftalık Ağaç dergisini çıkarır. 7. sayısından itibaren İstanbul’a taşınan dergi, dönemin ünlü isimlerini bir araya getirmiş olmasına rağmen umulan ilgiyi görmediğinden 17. sayıda kapanır (bk. AĞAÇ).

Necip Fazıl, daha geniş kitlelere daha kısa zamanda ulaşan tiyatroya ilgisini devam ettirerek tiyatro eleştirmenlerinin olumlu karşılamalarına rağmen seyircinin tutmadığı Tohum’dan sonradan 1938’de Abdülhakim Efendi’yi tanımasının mistik ve metafizik bir ürünü olan Bir Adam Yaratmak’ı yazan. Muhsin Ertuğrul’un başrolü oynamasıyla büyük ilgi gören bu piyesin arkasında 1942 yılına değin sırt sırta bazıları şehir tiyatrolarında da sahnelenen oyunlar kaleme alır.

II. Dünya Savaşı’ndan azıcık önce başlayarak savaş yıllarında fıkra yazarlığı yapan Necip Fazıl önce Haber, arkasından Son Telgraf gazetelerinde “Çerçeve” genel başlığı aşağıda yazılar yazmıştır. Bir dünya savaşı çıkmayacağı kanaatini benimseyen Türk basınının bu tutumuna aleyhinde huysuz fikri savunan Necip Fazıl bu yazılarının büyük bir kısmını Çerçeve adlı bir kitapta yayımlamıştır (1940). Son Telgraf’ta fıkra yazarlığı devam ederken yeni bir dergi çıkarma teşebbüsüne girer.

Siyasî, fikrî, edebî karakterdeki Büyük Doğu 1 Eylül 1943’te çıkar. Değişik boyutlarda, birçok haftalık, birkaç defa aylık ve günlük gazete elde etmek üzere Necip Fazıl’ın ölümüne yakın yıllara dek aralıklarla aralıksız derginin son sayısı 5 Haziran 1978 tarihini taşımaktadır.

Dönemin mevzuatına göre siyasî yazılarından nedeniyle zaman zaman kapatılan, toplatılan, takibe uğrayan, bazan da sahibi göre yayımı tatil edilen Büyük Doğu çıktığı yıllarda sansasyonel kapak resimleri ve manşetleriyle geniş ilgi görmüştür. başkaca bazı dönemlerinde seviyeli bir us ve edebiyat dergisi olduğu gibi dinî yayınların yoklama aşağıda tutulduğu yıllarda okuyucunun bu konudaki ihtiyacını da karşılamıştır.

Anadolu’nun Çoğu Şehrinde Konferanslar Verdi

Necip Fazıl, 1950’de Büyük Doğu Cemiyeti adıyla o yıllardaki mevzuata tarafından siyasî parti kavramıyla benzeşen anlamda bir de siyasî dernek kurmuş, derneğin başkanı sıfatıyla Anadolu’nun çoğu şehrinde konferanslar vermiştir. Lüzum dergideki yazıları lüzum siyasî faaliyetlerinden dolayı öbür iktidarlar devrinde takibata uğramış, hakkında mahkûmiyet kararları verilmiştir.

Necip Fazıl’ın kitap ve dergi yayını olarak en verimli devresi 1950’den sonraki yıllardır. Şiir kitaplarını her tarafta gözden geçirip yayımladığı gibi yeni tiyatro, süreklilik, hikâye, roman, hâtıra, dinî ve tasavvufî eserler, siyasî ve tarihî incelemeleri de bu döneminin ürünleridir.

Necip Fazıl’ın Şiiri

Necip Fazıl, Cumhuriyet’in ilk yıllarında hece vezniyle yazar şairler aralarında estetik kaygıları ve metafizik-psikolojik derinliğiyle kendine bir yer edinmiştir. II. Meşrutiyet’deri sonra yaygınlaşmaya başlayan, lakin ses ve nazım şekli bakımından biteviye örnekleriyle az önce bir bocalama dönemi geçirmekte olan hece vezni onun şiirleriyle poetik bir layık kazanır. Muhteva olarak da gizemli ve metafizik eğilimler, vehim ve sayıklama gibi marazî ve trajik özellikler kendisini döneminin diğer şairlerinden ayırır.

Daha birincil şiiri olan “Kitâbe” tekke şiirinden, divan mazmunlarından birtakım çağrışımlar taşımaktaysa da yeni bir eda ve yeni bir ses arayışıyla dikkat çeker. Burada mezar kitâbesinin zaruri olarak çağrıştırdığı vefat motifi, aşkta marazî bir hassasiyet ve acı bir lezzet, her lahza bir facia ve trajediyle ürküten “patetik” hava Necip Fazıl’ın şiirlerinin âdeta değişmez temasını teşkil edecektir. Yeniden aynı yıllarda 1924’te yazdığı, ilk şiir kitabının da adını yaratıcı “Örümcek Ağı”nda ise artık deneme devresini aşmış, şiiri form bakımından sağlam bir mimariye ve plastik yapıya kavuşmuş, dil olarak bir soyutlama ifadesi bulmuş, muhteva olarak da psikolojik bir derinliğe erişmiştir. Bu şiir kendi döneminin birincil hececilerinin monotonluğundan, çok açıklanmış duraklarından, alışılmış kafiyelerinden adamakıllı kurtulmuş, muhteva ile düzenli bir nazım tekniğine kavuşmuştur.

Acıtan Bir Düş Kuvveti

Necip Fazıl’ın şiirlerinin Örümcek Ağı kitabıyla başlayıp Kaldırımlar’da ve daha sonrasında gelişerek aralıksız bu özelliklerinde şahsî mizacıyla beraber kuşkusuz çağının getirdiği bir takım felsefe ve edebiyat akımlarının da izleri vardır.

Ahmed Hâşim’in çığırını açtığı sembolist ve izlenimci şiir, psikoloji alanında yeni ufuklar açan Freud’un sanat sistemlerini de tesiri altına alan şuur altı ve libido teorileri, varlığa ve zaman kavramına yeni bir mâna kazandıran Bergson’un sezgiciliği, hayatın ve insanın yeni bir yorumunu taşıyan egzistansiyalistleri ve özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk aydınının belirtilmiş bir seviyede ilgisini çeken karamsar, bunalımlı ve gizemli havasıyla Baudelaire’i bunlar arasında dikkate almak gerekir.

O ve Ben adlı otobiyografisinde on iki yaşlarında aşırı hissî romanlar ve polisiye romanları okuduğunu, bu yıllarda “marazî bir hassasiyet, acıtan bir düş kuvveti ve dehşetli bir nefret edilen şey” içinde bulunduğunu yazar Necip Fazıl’ın şiirini açıklamada çocukluğundan getirdiği bu duygularla yukarıda çağın özellikleri olarak belirli akımlar arasındaki paralellik de dikkate alınmalıdır.

Şiirlerindeki Egemen Temaların Başında “Dehşet” Kazanç

İlk dönem şiirlerinden itibaren eserlerinin çoğunda hâkim olan temaların başında dehşet gelir. Daha Örümcek Ağı’ndaki “Gece Yarısı”, “Manâsız Odalar”, “Ayak Sesleri”, “Çan Sesi”nden başlayarak o kadar çok şiirinde nefret âdeta değişmez bir laytmotif gibi tekrarlanır. “İçimde damla damla bir dehşet birikiyor” mısraıyla “Kaldırımlar” hemen doğru kadar bir korkunun gelişmesinin poemidir. Bu temanın tabii bir neticesi olarak irreel bir dünyanın ürpertici varlıkları ve bunların doğurduğu duygular da şiirlerine girmiştir: Periler, cinler, hayaletler, kâbuslar, anlaşılmayan üçgenin taban olmayan kenarı sesleri, siyah kediler... Bir döneminden sonra eskiyeni bütün şiirlerini harmanlayarak gruplandırdığı Izdırap adlı şiir kitabının bazı bölüm başlıkları da aynı duyguları çağrıştırır: Vefat, Dehşet, Dâüssıla, Ukde, Tecrit ...

Eşyanın İç Dünyayla İlişkisi

Necip Fazıl’ın şiirlerinde eşyaya, maddî varlıklara, dış dünyaya görünüm tarzı da uyarı çekicidir. Onda bu varlıklar dış görünüşleriyle algılandığı gibi değildir. Eşyanın insanın iç dünyasıyla ilişkisi vardır. Bergson’un algılama felsefesinin ışığında Necip Fazıl’da eşyaya, objeye karşısında zihnî bir sempatinin varlığı düşünülebilir. Bu Nedenle “Otel Odaları”ndaki eşyanın, “Ses Geliyor Ormandan” şiirinde ormanın, “Azgın Deniz”, “Susan Deniz”, “Takvimdeki Deniz”deki denizin, “Bu Yağmur”daki yağmurun ve diğer şiirlerinde kaldırımların, odadaki mangalın, bahçedeki heykelin alelâde obje olmaktan çıkıp şairin iç dünyasıyla özdeşleştiği görülür.

Genel anlamıyla spritüalist ve gizemli bir şair olan Necip Fazıl’da bu mizacın tabii eğilimi olarak din de ilk şiirlerinden itibaren sürekliliğini kaybetmeyen bir tema halinde ortaya çıkar. Bu tema 1932’de yayımlanan Ben ve Ötesi’ne kadar dönemin azıcık da modası olan âşık veya tekke şiiri havasında, bilhassa de Yûnus Emre türünden örneklerle görülür. Abdülhakim Arvâsî’yi tanımasından daha sonra ise şiirlerine olduğu kadar sanat anlayışına ve poetikasına da belirli bir dinî-mistik manzara hâkim olur.

Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde şiirin estetiği üzerinde ısrarla duran ve bu konudaki düşüncelerini programlı bir şekilde poetika haline getiren nâdir sanatkârlardan biridir. 1940’lardan itibaren gittikçe çoğalan ve yaygınlaşan yeni şiir akımına, özellikle onun ilk temsilcileri olan Garip topluluğuna aldırışsız kalan Necip Fazıl, şiiri dengeli bir duygu ve fikir muhtevasını kavrayan sağlam bir şeklî yapı, bir estetik form olarak kabul eder. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerinde 1936-1943 yılları arasındaki bir takım yazılarında Türk şiiri ve kendi çağdaşı olan bir takım şairler hakkında pozitif derinleşmeyen layık yargılarından sonra ilk kere 1946 Eylülündeki Büyük Doğu’larda “İdeolocya Örgüsü”nde, gerçekleşmesi imkansız bir cemiyet yapısının ayrıntısı içinde birkaç bahis şeklinde yazdığı “poetika”sını 1955’te, uzun zamandır kitap haline getirmediği şiirlerini bir araya topladığı Ölümsüzlük Kervanı kitabına bir tamamen ilâve eder.

Necip Fazıl Şiirinin Manevi Unsurları

Genelde şiir üstüne olmakla beraber bilhassa kendi şiirinin felsefesi olan poetika, şiirin ve şairin hususiyetleri, şiiri meydana getiren unsurlar, şiirin hayatla, toplumla, dinle, devletle ve pozitif ilimlerle ilgisi konularında on dört bölüm halinde kategorik, sistemli ve epeyce uzun bir yazıdır.

İlk bahiste şairi alelâde insandan ayırıp “üstün idrak sahibi” ve “ilâhî emanetin temsilcisi” olarak tanım eden ve ona madde, bitki, hayvan basamaklarından daha sonra insanla Tanrı arasında bir yer veren Necip Fazıl böylece şiiri daha ilk planda mistik bir temele oturtur. Poetikasının bu karakteri metin içinde sık sık geçen “esrar, sihir, tılsım, giz” gibi spiritüel kavramlarla desteklenir. Bütün bahislerde şiir sanatı hakkında tarih baştan başa ileri sürülmüş karşıt teorileri telif etme ve bunlar arasında denge kurma eğiliminde olan Necip Fazıl bu dengeyi şiirin mânevî unsurları konularında zaman zaman bozar. Meselâ ona tarafından şiirin kaynağı, “mimesis” ile (dış dünyanın taklidi) “tecrit” aralarında, lakin tecride daha yakındır. Şiir maddi bir planda lakin görünmeyen olanı anlatacaktır.

Şiirin açıklama usulünde “ince” ve “girift” kavramlarını kullanan Necip Fazıl, bu nedenle yalın ve sathî bir şiirden arıtılmış ve karışık bir şiire geçişin de temsilcisi olmuştur. Yeniden poetikada ideal şiir için kullandığı “remzî ve sırrî oluş” da soyutlukla sembolizm aralarında bir kavramı düşündürür. Şiirin muhtevasında ise iki unsuru, duyguyu ve düşünceyi beraber yürütür. Duygu ve düşünce birbiri içinde eriyecek ve mutlu bir terkibe ulaşacaktır. Fakat bu ulaşmada düşüncenin duyguya yaklaşması yani duygunun üstünlüğü esastır. Şiirin şekli ve muhtevası bahsi de yine bu iki unsurun en tarzda terkibini zorlar.

Şiirin dış şekli adını verdiği vezin, uyak ve kıtaların-bölümlerin kuruluşuyla mısraın yapısı iç şekil dediği vezne, veznin gerektirdiği kelimelerin seçimine bağlanır. Kitaplarına almadığı sadece iki zayıf şiirinde aruzu deneyen Necip Fazıl poetikada hece ile aruzu karşılaştırırken heceyi aruzun daha estetik, daha serbest bir tarzı olarak değerlendirir. Kapalı ve açık hecelerin uyumlu tertibine dayanan aruza mukabil bu hecelerin her mısrada başka bir zenginlikle yeni bir harmanını arayan heceyi, böylece her mısrada değişen bir aruz kalıbı imtiyazını seçim eder. Bir Takım şiirleriyle ideolojik bir şahsiyet göstermesine karşılık Necip Fazıl poetikasında toplum-şiir ilişkileriyle ilgili son konuları haricen saf şiirin estetik değerleri üstünde durmuştur.

Tiyatro, Hoş Sanatlar Arasında Yükseklik

Tiyatroyu hoş sanatlar arasında bir tepe kabul eden Necip Fazıl’ın oyunları da şiirleri gibi trajik bir kişilik gösterir. Şiirlerinde görünmeyen olarak hissedilen nefret edilen şey, korku, sıkıntı, vehim, kesin olmama, yalnızlık gibi duygu ve temalar tiyatrolarında kahramanların kişiliklerinde âdeta somutlaşır. Bu oyunlarda günah duygusu, pişmanlık, kader-irade, zihin-duygu-algılama ilişkileri, madde-ruh mücadelesi, bilinmeyenin araştırılması, aklın sınırlarının zorlanması, her şeyin ötesinde bir giz bulunduğu inancı gibi metafizik ve psikolojik problemler işlenmiştir. Tiyatroyu “tezin laf olmaktan çıkıp büyü olduğu yer” olarak benimseyen Necip Fazıl’ın oyunları tezli tiyatro türüne girerse de bunlarda başlıca fikir eserin dinç tekniğiyle ve ustalıkla eritilmiştir. Yer yer tesirli ve nüfuzlu bir açıklama tarzı, çok kere teatral tutum ve söylev şekilleri, mertlik, âlicenaplık, asalet, izzetinefis gibi duyguların yüceltilmesiyle alışılmış tiyatrolara yaklaşır.

Yazı hayatının birincil yıllarından itibaren şiir ve tiyatro dek olmamakla beraber hikâye ile de uğraşan Necip Fazıl, 1928 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan ilk hikâyelerini 1933’te Birkaç Hikâye Birkaç Çözümleme adı altında toplamıştır. Daha sonraki yıllarda bunlara ilâvelerle Ruh Burkuntularından Hikâyeler, Hikâyelerim yayımlanmış, ölümünün peşinde dergilerde kalmış olanlarla beraber elli iki hikâyesi Hikâyelerim adıyla bir araya getirilmiştir. Bu hikâyelerden sekizi kumar ve hasta kumarbaz tipi etrafında gelişmiştir ki yazarın Nâm-ı Öteki Parmaksız Salih oyunuyla konu ve tema ortaklığı gösterir. Diğer hikâyelerinde şiir ve tiyatrolarındaki mekân, hafıza ve yapı hâkimdir. aynı zamanda şiir ve tiyatrolarındaki sembolik-alegorik, hatta metafizik ve metapsişik atmosfere oranla hikâyeleri daha gerçekçi bir yapıya sahiptir.

Necip Fazıl’ın son yıllarında yazdığı ve roman adı aşağı yayımlanan iki kitabından Aynadaki Yalan, iyice ideolojik yapıda ve açık açık tezli bir eser olup İdeolocya Örgüsü ile bu çerçeve etrafındaki yazılarının kolay durum ve diyaloglarla romanlaştırılmasından ibarettir. Ölümünden daha sonra basılan Kafa Kâğıdı ise O ve Ben ile Bâbıâli adlı hâtıra kitaplarının dağınık notlarını ihtiva etmektedir. Bu bakımdan hikâye türündeki başarı çizgisini romanlarında yakalayamamıştır.

Necip Fazıl Kısakürek’in Siyasi ve Fikri Yazıları

Sanatkârlığı dışında siyasî ve fikrî yazılarıyla daha yaygın bir şöhret şampiyon Necip Fazıl bu açıdan Cumhuriyet döneminin birkaç büyük polemikçi yazarı aralarında sayılır. Özellikle yakın dönem tarihi ve daha güncel konular üstünde yazdıklarının arkasında adları da zikredilmek şartıyla devrin siyaset, yönetim, basın gibi alanların kişileri hakkında eleştiri sınırlarını aşan ağır ifadeler, suçlamalar bulunmaktadır. Polemiklerinden başka düşünce yazılarında ve hatta tarihî-fikrî araştırma kategorisine girebilecek eserlerinde esas olan, ilmî disiplin ve metodik us değildir. Fikir ürünlerinin peşinde yer yer bir disiplin bulunmakla beraber bu ölçüleri aşan heyecanlı ve mübalağalı çıkışları ola ki sistematik fikirlerinden daha pozitif asalet görmüştür. Onun din, tarih, felsefe, kültür, edebiyat (tenkit) vb. konularda arka arkaya sıraladığı bir yığın hadise ve birey adı vurucu bir üslûpla, belâgat ustalıklarıyla okuyucuyu bir anda cezbetme amacındadır. aynı zamanda bu alanlara genel nüfuzuyla, kişi ve olaylar arasındaki gözden kaçmış ilişkileri yakalayan zekâsıyla etrafında kendisine hayran bir okuyucu kitlesi oluşturmuştur.

Necip Fazıl’ın hemencecik bütün oyunları öncelikle İstanbul Şehir Halkı Tiyatroları ve Ankara Devlet Tiyatrosu almak üzere resmî, özel ve acemi tiyatrolar kadar birçok kez sahneye konmuş, Nâm-ı Öteki Parmaksız Salih (“Parmaksız Salih” adıyla, 1968), Reis Bey (1988) filme küskün, Bir Adam Yaratmak da televizyon oyunu olarak gösterilmiştir (1977). Keza akıcılık romanlarının bazıları filme alınmıştır. Fon müziği olarak Batı senfonik müziğinden kendisinin seçtiği parçalarla kendi sesiyle altı şiiri ve “Gençliğe Hitâbe”si plak haline getirilmiştir (1976).

NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN ESERLERİ

Şiirleri gibi yazılarını da tekrar tekrar yayımlamış ve anında her defasında aşağı yukarı şansın dönmesi yapmış olan Necip Fazıl’ın kitap haline gelmiş eserlerinde birinden diğerine iktibas edilmiş parçalar, bilhassa şiir ve hikâye kitaplarında ilâveler ve çıkarmalar bulunmaktadır. Kitaplarının hemencecik tümü İstanbul’da basılmıştır.

Şiir: Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), 101 Hadis (1951), Sonsuzluk Kervanı (Ankara 1955), Izdırap (1962), Şiirlerim (1969), Esselâm -Mukaddes Hayattan Levhalar- (1973), Öfke ve Yergi (1988).

Tiyatro ve Program Metni Romanı: Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1938), Künye (1938), Tahammül Taşı (1940), Para (1942), Vatan Şairi Namık Kemal (1944), Nâm-ı Öteki Parmaksız Salih (1949), Reis Bey (1964), Ahşap Konak (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1969), Yunus Emre (1969), Mukaddes Itimat (1971), Program Metni Romanları (1972), İbrahim Edhem (1978; tiyatrolarından on üçü Kültür Bakanlığı kadar üç cilt halinde topluca yayımlanmıştır, İstanbul 1976).

Hikâye ve Roman: Meşum Yakut (1928), Birkaç Hikâye Birkaç Çözümleme (Ankara 1933), Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1965), Hikâyelerim (1970), Aynadaki Yalan (1980), Kafa Kâğıdı (1984).

Hâtıra: Cinnet Mustatili (1955), Büyük Kapı (1965), Yılanlı Kuyudan (1970), Hac’dan Çizgiler, Renkler ve Sesler ve Nur Mahyaları (1973), O ve Ben (1974), Bâbıâli (1975).

Din-Tasavvuf: Halkadan Pırıltılar (1948), O ama O Yüzden Varız (1961), İman ve Aksiyon (1964), Hazret-i Ali (1964), Peygamber Halkası (1968), Çöle İnen Nur (1969), Son Devrin Din Mazlumları (1969), Nur Harmanı (1970), Içten Yolun Sapık Kolları (1978), İman ve İslâm Atlası (1981), Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu (1982).

Deneme, Fıkra, Siyasî-Tarihî İnceleme: Abdülhak Hamid ve Dolayısiyle (Zonguldak 1937), Namık Kemal. Şahsı, Eseri, Tesiri (Ankara 1940), Çerçeve (1940), Müdafaa (1946), Maskenizi Yırtıyorum (1953), At’a Senfoni (1958), Büyük Doğu’ya Içten (1959), Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri (1962), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1965, 1970), Büyük Mazlumlar (1966), Türkiye’nin Manzarası (1968, 1973), Tanrıkulu’ndan Dinlediklerim (I-II, 1968), Bin Bir Çerçeve (I-V, 1968-1969), Vahîdüddin (1968), İdeolocya Örgüsü (1968), Benim Gözümle Menderes (1970), Tarihimizde Moskof (1973), Rapor (I-XIII, 1976-1980), Yolumuz, Halimiz, Çaremiz (1977), İhtilâl (1977), Yeniçeri (1977), Sahte Kahramanlar (1984).

Necip Fazıl’ın tüm eserleri ve kitap haline gelmemiş yazıları Büyük Doğu Yayınları tarafından neşredilmektedir.

Kaynak: DİA

İslam ve İhsan

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/necip-fazil-kisakurek-kimdir.html