Mallarını ve canlarını Allah yolunda sarf edenler, Cennetʼi satın alanlar kimlerdir? Hidâyetin bedelini ödemek mümkün mü? Tevbe ne vakit kabul edilir? Osman Nuri Topbaş açıklıyor.

ONLAR SEHERLERDE TEVBE EDERLER

Ondan sonradan: Kimler bunlar, mallarını ve canlarını Allah yolunda sarf edenler, Cennetʼi satın alanlar?

Âyet-i kerîme:

اَلتَّائِبُونَ: “Tevbe edenler…” (et-Tevbe, 112) Tevbenin en makbul zamanı;

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

“…Seherlerde tevbe ederler.” (Âl-i İmrân, 17)

Allâhʼın verdiği, -hiçbir günahımız yok diyelim- Allâhʼın verdiği nîmetlerin bedelini ödememiz mümkün mü? Bize dünyayı verseler, dünyada kalacak. Hidâyetin bedelini ödemek muhtemel mü?

Sonsuz bir ömür başlayacak. يَوْمُ الْخُلُودِ Cenâb-ı Adalet (buyuruyor) (Bkz. Kāf, 34). “Bitmez Tükenmez bir gün” başlayacak. Cenâb-ı Adalet bizi müslüman olarak en büyük ikramda bulundu. Peki biz bunun bedelini nasıl ödeyeceğiz? Olası yok. Rasûlullah Efendimiz bile, ayakları şişerdi, secde ettiği yer ıslanırdı.

Çağrıda Bulunmak ki seherlerde kalkacağız kardeşler. Seherleri ihmal etmeyeceğiz. Peygamberlerin ibadetlerinin en mühim anları seherlerde geçiyor.

Ispartalı bir arkadaş dedi. Biz dedi, gül yapraklarını seher vakti toplarız dedi, gül yağı dışlamak için dedi.

Baktığımız süre o (süre) tüm hayvanlar da kalkıyor. Horozlardan başlıyor kalkmak. Tüm hayvanlar uyanıyor.

Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde tevbe ederler.” [Âl-i İmrân, 17])

سَاجِدًا وَقَائِمًا

(“…(Geceleyin) secde ederek ve kıyamda durarak…” [ez-Zümer, 9])

سُجَّدًا وَقِيَامًا

(“…Secde ederek ve kıyamda durarak…” [el-Furkân, 64])

Cenâb-ı Adalet da “uyan(dır)mak” istiyor. Kul, uyanacak. Cenâb-ı Hakʼla beraberliği yaşayacak. Yürek vitaminle dolacak, gıda ile dolacak, mânevî yiyecek ile. O mânevî yiyecek ile güne gireceğiz.

وَالْفَجْرِ

(“Fecre andolsun.” (el-Fecr, 1])

O gün bize Cenâb-ı Hak ömür takviminden bir yaprak açacak.

Düşüneceğiz; “Yâ Rabbi!” diyeceğiz. Ast bu, seherin getirdiği bolluk olacak.

Bugün verdiğin nîmetleri ne dek kendime, ne dek kendimin dışındakilere? Ne dek Senʼin rızânı kazanacağım ne dek? Kirâmen Kâtibîn bugün bana neler yazacak?

defalarca Cenâb-ı Hak bizim istiğfar hâlinde olmamızı istiyor. Oʼndan bîgâne kalanlar için de, Furkan Sûresiʼnin son âyetinde:

“(Ey Peygamber! Onlara) söyle (diyor): Onların duâları olmasa (onların ibadeti), onlar ne işe yarar (diyor)…” (Bkz. el-Furkân, 77)

Cenâb-ı Yargı öyle meziyet veriyor. “Onlar ne işe yarar?” diyor Cenâb-ı Hak. Soruyor…

Onda sonradan ne geliyor?

اَلْعَابِدُونَ : buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 112) Huşû ile ibadet etmek. Özellikle kardeşler, namazlarımızı cemaatle kılalım. Caminin hakkı var, mescidin hakkı var.

Rasûlullah Efendimiz âmâya bile:

“‒Hayya aleʼs-salâhʼı, hayya aleʼl-felâhʼı duyuyorsan mescide devam et.” buyurdu. (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Yeniden namazı cemaatle (kılmak) bir kardeşlik (vesîlesi). Kardeşini görüyorsun mescidde, selâm veriyorsun. Hâlini düşüneceksin. Eğer onun sevinçli günüyse iştirak edeceksin. Mahzun günüyse tesellî edeceksin. Her Zaman İslâm, ictimâîleşmeye (teşvik ediyor). Hac da öyle.

Ondan sonra;

“اَلْحَامِدُونَ” geçiyor. (Bkz. et-Tevbe, 112) Hamd edeceksin.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

(“Hamd, Âlemlerin Rabbi Allâhʼa mahsustur.” [el-Fâtiha, 2])

Cenâb-ı Hakkʼın azametini düşüneceksin; “Aman yâ Rabbi!” diyeceksin. Nasıl ilâhî bir, ölümsüz, bir sınır değil, müteâl Allah!..

Verdiği nîmetleri düşüneceğiz, sürekli şükredeceğiz.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (el-Fâtiha, 2)

Her an hamd… Su içtik, besmeleyle başlayacak. Yerken tefekkür edeceğiz bu nîmetleri. Kalkarken de “اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ” diyeceğiz.

Bir meslek yapmaya başlarken besmele çekeceğiz. Gücümüzü kuvvetimizi kullanacağız. “Yâ Rabbi! Senʼin verdiğin baskı-kuvvetle…” diyeceğiz. Bitince “اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ” diyeceğiz.

اَلسَّائِحُونَ buyruluyor: “…Oruç tutanlar…” (Bkz. et-Tevbe, 112) Seslenmek ancak orucun da… Sırf oruç… Mevlânâʼnın dediği gibi;

“Keçinin gölgesini kurban etme!” Bir perhiz günü değil. Gözüne oruç, kulağına oruç, vicdanına oruç…

اَلرَّاكِعُونَ السَاجِدُونَ

“…Rükû edenler, secde edenler…” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 112)

Aramak oysa senin kıldığın namazlar, rükûlar farklı bir rahmet taşıracak. Rahmet tevzî edecek. Secdeler o kadar olacak. Bir huşûya götürecek. Fahşâdan münkerden, kötülüklerden nehyeder hâle gelecek namaz.

Hakîkaten, benim namazımın ölçüsü nasıl? Kendi kendimize bir bunu, kendi kendimize test edelim:

Ağzımızdan hatalı bir sözcük çıkıyor mu? Bir yürek kırıyor muyuz? Öfkelenip bir hatalı iş yapıyor muyuz?

Çünkü insanın içindeki duygular dışarı akseder. Bir insanın konuşmasına bak, oturmasına kalkmasına bak. Onun oradan iç duygularını seyret.

Ama Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“(Hakiki) namaz, fahşâdan, münkerden (alıkoyar)…” (el-Ankebût, 45) O duyguları temizler. O kötü duygular kalmaz müʼminde. Ayrıca namaz kılıyor, hem (fena duygular) var. Seslenmek ancak namaz da ona göre bir geometri oluyor. Hendesî bir hâdise oluyor. İnsan ona çaba… Ast diğer taraftan kılmayanların hâlini düşünelim; o daha beterin beteri!..

Ondan daha sonra müʼmin, iç âlemini doyuracak rûhâniyetle. Ondan sonra ne olacak? Emr biʼl-mârûf, nehy aniʼl-münker…

Nereden başlayacak? Çoluk-çocuğundan başlayacak, âilesinden başlayacak. Yavrularına en fazla baştan ne vereceksin? Allah sana yavrunu itimat etti sana. Ne vereceksin ona en ilk önce? Ona âhiret mîrâsı bırakman lâzım.

Ne değin, Kur’ân-ı Kerîmʼi nasıl okuyor? Namazını kılıyor mu? Cenâb-ı Hakʼtan korkuyor mu? Allâhʼı, Cenâb-ı Hakkʼı seviyor mu? Allâhʼın men ettiği şeyden uzaklaşıyor mu? Çevre çevre gidecek.

Ne olacak? Çevremizden mesʼûlüz. Devrin akışından mesʼûlüz. Bir Kur’ân kursunuz varsa ona destek edeceğiz. Yavrumuzu göndereceğiz. Câmilerin sırf binasını gerçekleştirmek yok, câmilerin içini de dolduracağız. Evlâdımızı alacağız, namaza getireceğiz.

İmam Mâlik Hazretleri diyor ancak:

Bana diyor, babam diyor, bir hadîs-i şerîf ezberletirdi diyor. Hemen bana bir armağan verirdi diyor İmam Mâlik. Yeniden bana ertesi gün bir hadîs-i şerîf daha ezberletirdi, tekrar bana bir armağan verirdi diyor. Ben o kadar bir hâle geldim ki diyor, bana hediye vermediği gün de hadis ezberlemeye devam ediyordum. Çünkü o hadis ezberlemek, benim gönlüme bir kolaylık hâli veriyordu.

Yavrularımız da pek. Onları kardeşler, câmiye getirelim. Namaza alıştıralım, sevdirelim onlara. Cenâb-ı Hakkʼı sevmesine vesîle olalım. Rasûlullah Efendimizʼi tanıtalım, sevmesine vesîle olalım. Allâhʼın bize en yüce dîni -elhamdülillah- bizi ümmet kıldığını, sevinelim ve sevindirelim. Onun bedelini ödemeye çalışalım.

Zira Cenâb-ı Adalet:

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“O gün verdiğimiz nîmetlerden kesinlikle, mutlakâ sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor.

Ondan sonradan gelen, âyet(in devamı):

وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِ

“Allâhʼın hududunu koruyanlar.” (Bkz. et-Tevbe, 112) Yani yürek, gafletten muhafaza edilecek.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“(Nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir.” eş-Şems, 9)

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

(“(Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” el-A‘lâ, 14)

İç cihan temizlenecek.

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim oysa, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” eş-Şems, 8-9)

Nasıl olacak? Cenâb-ı Yargı nasıl bizden bir kalp istiyor, bir gönül âlemi istiyor?

“O fikir sahipleri ancak (buyuruyor Âl-i İmran 191) ayakta dururken, otururken, (hattâ istirahat etmek için) yanları üstünde yatarken (her vakit) Allâhʼı zikrederler…”

Her an Cenâb-ı Hakʼla.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” el-Hadîd, 4)

Ondan daha sonra, bunun alâmeti:

“…Göklerin ve yerin yaratılışını içten derine düşünürler…” (Âl-i İmrân, 191)

“–Yâ Rabbi!” Bu göklerin sonsuzluğu!.. Güneş, Ay, hiç tamirhaneye gidiyor mu? Kimin için yaratıldı? Topraktan çıkan bu terkipler, binbir türlü gıdalar kimin için? Tüm mahlûkat bunlarla besleniyor. Her mahlûka ayrı olarak sofralar kuruluyor.

“…Göklerin ve yerin yaratılışını içten derine tefekkür ederler. Yâ Rabbi! Bunlar gereksizce yok. Sen bizi Cehennem azâbından koru (derler).” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak böyle bir bizden gönül istiyor.

Bir gün Muaz -radıyallâhu anh-… Efendimiz çok severdi Muazʼı. Elinden tuttu şöyle.

“‒Bak (dedi), Muaz (dedi). Her namazdan sonra:

اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ

Bu duâya devam et.” dedi.

Yani zikretmek…

“Senʼi zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzel bir kulluk etmekte bana yardım et yâ Rabbi!” (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26)

Dâimâ fânîliği okuyor:

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde yer alan her canlı değil olacak.” er-Rahmân, 26)

Bir, kalp rikkat kazanacak. Bir cenaze arabası gördüğümüz süre bu dışarı giden tabutun içinde, bu tahta kundağın içinde ben olabilirdim diyeceğiz o lahza. Velhâsıl

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Cenâb-ı Hakkʼın bize en büyük nîmeti, en büyük ihsanı; o Rahmet Peygamberiʼne bizi ümmet kıldı.

Yine Cenâb-ı Adalet buyuruyor, Peygamber Efendimizʼin kıymetini söylemek için:

“Allah ve melekleri Peygamberʼe fazla salât ederler. (Allah ve melekler salât ediyor.) Müʼminler, siz de Oʼna salevat getirin, bütün bir teslimiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56)

Yani Allâhʼın kula salât etmesi; ona rahmet etmesi, Cenâb-ı Hakkʼın şan ve şerefle yüceltmesi. Cenâb-ı Hak, Efendimizʼi şöhret ve şerefle yüceltti.

Meleklerin salât etmesi; o da kadr u kıymetinin ulu mertebelere erişmesi için Cenâb-ı Hakkʼa duâ etmesi. Cenâb-ı Adalet meleklerine dua ettiriyor Efendimizʼe.

Bize de Cenâb-ı Adalet Oʼna tâbî olmamızı her hâlimizde. Oʼnun husûsiyetlerinin bizde sirâyet hâlinde olması ve Oʼnun şefaatine nâil olmamız. Onun neticesinde tabi Oʼnun şefaatine nâil olmamız.

Tekrar Rabbimiz buyuruyor, Âl-i İmran 31:

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâhʼı seviyorsanız bana tâbî olun fakat Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”

Aramak fakat burada ne olacak kardeşler? Ticârî hayatta, âile hayatında, beşerî münâsebetlerde; “–Benim, Allah Rasûlü yanımda olsa ben nasıl hareket ederim?..”

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

(“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Buhârî, Edeb, 96)

Dâimâ bu, kalbimiz rûhumuz bu hâlet-i rûhiye içinde olacak.

Hicrette, bir kadıncağız, elinde bir, on yaşında bir çocukla geldi. Enesʼti o.

“–Yâ Rasûlâllah dedi. Bu dedi, size dedi, verecek diğer şeyim değil dedi. Bu yetimimi Sana, hizmetine veriyorum.” dedi.

Efendimiz de kabullendi. Elli küsur yaşında bir Peygamber, on yaşındaki çocuğu hizmet için kabullendi.

Burada büyük bir bize bir ibret var. On yaşında bir çocuk ne hizmet edebilir koca bir Peygamberʼe?

Efendimiz onu o kadar bir terbiye etti fakat -aradaki fasılları atlıyorum, nasıl bir nezaket ettiğini- Enes yüz yaşına kadar yaşadı.

“–Rüya görüp de Allah Rasûlüʼnü görmediğim bir rüyâ yoktur.” dedi.

Bir gün talebesi dedi ki Enesʼe:

“–Üstad dedi, yarı öyle bir konuşuyorsun ki dedi, güya konuşurken Allah Rasûlüʼne bakıyorsun.” dedi. “Sanki O yanındaymış gibi her hâlin.” dedi.

“–Evet dedi, sorma dedi. Böylece hasret içindeyim ama dedi, kıyamet günü Oʼnun yanına gideceğim dedi. «‒Yâ Rasûlâllah! Senʼin ufak, zavallı, âciz bir hizmetçin geldi. Ne olursun onu yanına kabul et!» diyeceğim.”

Bu, kardeşlik hususunda bir örnek var, Efendimizʼin evinden sonradan. Bu, Yermuk Harbi oldu. Yermuk Harbiʼnde galibiyet oldu. Bağlı yer, yaralılarla doldu çölün üstü. Burada Huzeyfe -radıyallâhu anh- bir hâdiseyi anlatıyor:

Ben diyor, yaralılara su dağıtıyordum diyor. Bir ses geldi diyor, “su, su” diye diyor. Dargın kumların üzerindeydi yaralılar diyor. Bir taraftan kan kaybediyorlardı diyor.

Baktım bu diyor, İkrime diyor, “su, su” diyen diyor. İkrimeʼnin yanında gittim diyor. Tam diyor, ağzına suyu vereceğim diyor, öbür taraftan Hâris diyor. O da “su, su” diyordu diyor. İkrime diyor, cevap verecek bir şeyi (mecâli) yoktu bana sözlü ifadesi, oysa sinyâl etti diyor; “ona götür” diye diyor. Hârisʼe götürdüm diyor. Tam Hârisʼe su içireceğim vakit, değişik taraftan Iyaşʼın sesi geldi diyor “su, su” diye diyor. Yine bakracı ona götürdüm diyor. O sırada yine birincil gittiğim İkrime “su, su” diyordu diyor. Yeniden Iyaş da İkrimeʼye tekrar diyor, göze çarpan etti diyor. İkrimeʼnin yanında koştum diyor, kelime-i şehâdetle son nefesini vermişti diyor, bir damla suya hasret kalarak. Arkasından Hâris’e koştum diyor, o da son nefesini vermişti diyor. Arkadan Iyaşʼa koştum diyor, o da son nefesini vermişti diyor. Bir bakraç su, üç tane şehidin ortasında kaldı diyor. (Bkz. Kurtubî, XVII, 28; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 318; Hâkim, III, 270/5058)

Önce ben değil, önce sen…

Çağrıda Bulunmak ki işte, Cenâb-ı Adalet -inşâallah- bizlere de böyle bir kardeşlik yaşamayı… Tabi bu, zirvelerdeki ölçü de, Cenâb-ı Hak bize bir hisse nasîb eder -inşâallah-.

Bu kurban bayramımız böyle bayram olur -inşâallah-. Hiçbir şey yapamıyorsak, müʼmin gönülleri alırız -inşâallah-. Onları ziyaret ederiz. Bu ziyaretler mezarlıklardan başlar, geçmişlerimize. Onlara duâlar ederiz, sadakalar veririz. Kurbanlarımızı keseriz imkânı olan. İmkânı olmayan kardeşlerimize bir teşekkür edâsı içinde götürürüz.

يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” et-Tevbe, 104)

Cenâb-ı Hak almış oluyor. Mahzunlar, yetimler, garipler, kimsesizleri tesellî ederiz -inşâallah-. Bir kardeşliği yaşarız -inşâallah-. Cenâb-ı Hak da -inşâallah- cümlemizi o kıyâmet günü, o zor günde Arşʼın aşağı muhafaza edilen; “لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ” (“…Onlara dehşet yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” Yûnus, 62) O gruba nâil olan o kullarından olmamızı Cenâb-ı Hak cümlemize Cenâb-ı Hak nasîb eyler, lûtfuyla keremiyle, ikramıyla, ihsanıyla.

Duâmızın kabûlü niyazıyla Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..

SEHER VAKİTLERİNDE YÖVBE ETMENİN ÖNEMİ

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/onlar-seherlerde-tevbe-ederler.html