Peygamber Efendimiz (s.a.v) komşularına nasıl davranırdı? Prof. Dr. Ömer Çelik anlatıyor...

“Yanıbaşında komşusu açken kendisi tok yatan kimse reel mü’min değildir.” (Hâkim, II, 15)

Bilindiği üzere âilemizden sonradan en yakın içtimâi çevremizi komşularımız meydana getirir. Onlarla tüm hayatımız boyunca yanyana yaşarız. Büyük küçük öyle çok ihtiyacımız için komşularımıza koşarız. Hayatımızın acı ve tatlı hatıralarını onlarla paylaşırız. Bu sebeple dinimiz komşuluk ilişkilerine son derece önem vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a îmânı emreden ve şirki yasaklayan ifadelerin anında arkasından ana baba ve akrabaların yanısıra, yakın ve uzakta komşuya da iyilik yapmak emredilmektedir. (en-Nisâ 4/36)

Hadîs-i şeriflerde komşuluk ilişkileri ve komşu haklarının önemine dâir başlıca prensipler sunulmuştur. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki:

“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi pek nasihat etti oysa yaklaşık olarak komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141)

Fahr-i Cihan -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu beyanlarıyla komşuluk hakkının, birbirlerine varis olabilecek yakın akraba hakkı dek önem arzettiğini belirtmektedir. Dolayısıyla akrabalar arasındaki ilginin benzeri komşular arasında da bulunmalıdır. Hatta komşunun diğer bir dinden olması bile bu prensibi değiştirmez. Bir rivayete tarafından üzerimizdeki haklarına göre komşular üç kısma ayrılmaktadır:

Gayr-i müslim komşular: Bunların sadece komşuluk hakkı vardır.

Müslüman komşular: Bunların hem komşuluk, hem de din kardeşliği hakkı vardır.

Akraba ve Müslüman olan komşular: Bunların komşuluk, din kardeşliği ve akrabalık hakkı vardır. (Heysemî, VIII, 164)

Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- ashabını komşuluk münasebetleri hususunda defalarca uyarır, onlara bu konudaki nezaket kaidelerini ayrıntılı bir şekilde öğretirdi. Ebû Zer -radıyallahu anh- diyor ancak:

“Dostum Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bana şöyle vasiyet etti:

“Çorba pişirdiğin süre suyunu fazla koy. Sonradan da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde takdim et!” (Müslim, Birr, 143)

Bu hadîs-i şerîfte yemeklerin en sâdesi olan çorbadan bahsedilmesi mecâzîdir. Hiçbir şeyin olmasa, sadece çorban bulunsa bile, komşularına ondan bir pay ayır, denmek istenmiştir. Keza bilhassa varlıklı kimseler, evlerinde bol miktarda bulunan fakat yoksul komşularının tadamadığı yiyeceklerden onlara ikram etmesini bilmelidirler.

öte taraftan çorbanın suyunu fazla koymak ifadesinde ince bir mana daha vardır: Çorbaya fazladan su katıldığı zaman, nefâseti büyük ölçüde kaybolur. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu sözüyle âdeta; etrafındaki yoksulların karnı açken senin damak zevki, ağız tadı araman uygun olmaz, sen mü’minsin, tutku arkasında koşacak adam değilsin, açları, yoksulları gözetmelisin, demektedir. Nitekim Resûl-i Ekrem bir başka hâdis-i şerîflerinde:

“Yanıbaşında komşusu açken kendisi tok yatan kimse mü’min değildir” buyurmuştur. (Hâkim, II, 15)

Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- basit bir şey deha olsa komşuların birbirlerine ikramda bulunmaları gerektiğini açıklama sadedinde bayan sahâbîlere şöyle seslenmiştir:

“Ey Müslüman kadınlar! Komşu hanımlar birbirlerine ikramda bulunmayı küçümsemesin! İkram edilen şey bir koyun paçası bile olsa!..” (Buhârî, Edeb 30; Müslim, Zekât, 90)

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- Müslüman hanımlara, ikram edilecek şeyin son derece sade olsa bile “Canım bundan da armağan mi olurmuş!” diye düşünmeden komşuya göndermelerini öğüt etmektedir. Zira “el-Cûd mine’l-mevcûd: soylu davranış elde olandan yapılır” denilmiştir. “Çam sakızı, çoban armağanı” atasözümüz de bu manayı ne güzel ifade eder.

İkram edilen komşunun da kendisine ibraz edilen şeyi küçük görmemesi, büyük bir minnettarlık içinde kabul etmesi lâzımdır. Kolay gibi gözüken bu tavrın bir ibadet hüviyetine sahip olduğu unutulmamalı, Peygamberimiz’in komşuya iyilikle ilgili emir ve tavsiyeleri hatırlanarak, niyetler ona kadar tashih edilmelidir. Nitekim onu peşine düşüp takip eden ashabı her zaman bu doğrultuda hareket etmeye çalışmıştır.

Sahâbeden Abdullah bin Amr bir koyun kestirmişti. Ailesine:

– Yahudi komşumuza verdin mi? Yahudi komşumuza verdin mi? diye telaşla sordu ve sonra, “Ben Hz. Peygamber’den şöyle işittim” diyerek Cebrâil’in Resûlullah’a komşuya iyilik hususunda kesintisiz tavsiyede bulunduğuna dair hadisi nakletti. (Ebû Dâvûd, Edeb, 122, 123; Tirmizî, Birr, 28)

Yine rivayete göre ashaptan birine bir koyun başı tasadduk edilmiş, o da;

– Kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha artı muhtaçtır, deyip komşusuna göndermişti. Ama komşusu da ihtiyaç içinde olduğunu düşündüğü bir başka komşuya vermiş, derken koyun başı bu şekilde bütün yedi ev dolaşmış ve nihâyet birincil sahâbîye dönüp gelmişti. (Hâkim, II, 526)

Komşuluk hukukunun ciddiyetini çok iyi kavrayan mü’minlerin annesi Hz. Aişe, iki komşusundan hangisine ilk olarak armağan vermesi gerektiğini Peygamberimiz’e sormuş, Efendimiz:

“– Kapısı sana daha yakın olana ver” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 32)

Armağan verirken veya herhangi bir ikramda bulunurken kapısı daha yakın olanın gözetilmesinin sebebi şudur: Komşunun durumunu en iyi onlar bilir. Komşunun mutfağında pişen şeylerin kokusunu herkesten önce onlar alır. Dolayısıyla kapı bir komşuların birbirlerinin haklarına riayet etmelerinin özel bir önemi vardır.

İnsanoğlu bir kısım ihtiyaçlarını kendi gayretiyle karşılarken bir kısmını da komşuluk münasebetleri doğruca tedarik etmektedir. Bu çerçevede “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözü ne kadar anlamlıdır. Allah Teâlâ, pintilik ederek komşular aralarında alınıp verilmesi âdet olan kapkacağı bile atamak istemeyen ve başkalarına da engel olan kimselere “Yazıklar olsun” (el-Mâûn, 107/4-7) biçiminde târizde bulunmuştur.1 (Râzî, XXXII, 108)

KOMŞULUK İLİŞKİLERİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Komşuluk ilişkileriyle ilgili başlıca hususlara, bir hâdis-i şerîfte şöyle uyarı çekilmektir:

1) Borç ya da ödünç bir şey isteyince saptamak,

2) Darda kaldığında yardımına koşmak,

3) Maddî sıkıntıya zihin gözetip gözlemek,

4) Mutlu günlerinde sevincine, kederli günlerinde üzüntüsüne müşterek almak,

5) Kokusu komşunun evine gidecek bir yemek yemek yapınca ona da bir miktar ikram etmek,

6) İzni olmadan evinin önünü kapatacak şekilde bina yapmamak,

7) Hastalanınca ziyaret etmek,

8) Ölünce kabre götürüp toprağa vermek. (Heysemî, VIII, 165)

Hiç şüphesiz Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu tavsiyeleri komşuluk ilişkilerinde epeyce kuşatıcı bir çerçeve çizmekle birlikte komşunun komşusu üzerindeki bütün haklarını saymayı yok, olur ya kayda değer olanlarına göze çarpan etmeyi amaçlamaktadır. Bu itibarla bir Müslümanın din ve dindarlık farkı, kültür ve bölge farkı gözetmeksizin tüm komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması, İslâm’ın yardımlaşma, dayanışma, hasar vermeme ve kırgın durmama ilkeleri doğrultusunda hareket etmesi gerekir.

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’den nakledildiğine tarafından bir adam Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e:

– Ey Allah’ın Resûlü! Falan kadının nâfile olarak fazla namaz kıldığından, çok sadaka verdiğinden, çok oruç tuttuğundan, ama diliyle komşusuna ızdırap ettiğinden laf ediliyor, (ne buyurursunuz) dedi.

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– O cehennemde olacaktır” buyurdu.

Adam her tarafta dedi ama:

– Ey Allah’ın Resûlü! Bir kadının da nâfile olarak az oruç tuttuğundan, eksik namaz kıldığından, eksik sadaka verdiğinden, yalnızca yağsız peynir (keş) gibi şeylerden tasadduk ettiğinden, ama diliyle komşusunu rahatsız etmediğinden laf ediliyor (bunun hakkında ne dersiniz?)

Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– O da cennette olacaktır” buyurdu. (İbn-i Hanbel, II, 440)

Komşularla iyi münasebetler içinde bulunmak, laf ve davranışlarla onlara hasar vermemek îmânın bir gereğidir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Allah’a ve âhiret gününe îmân eden kimse komşusuna ikramda bulunsun...” (Müslim, Îmân 74)

“Allah’a ve âhiret gününe îmân eden kimse komşusunu rahatsız etmesin...” buyuruyor. (Buhârî, Rikâk 23; Müslim, Îmân, 75)

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’ın naklettiği bir hadis-i şerife tarafından bir gün Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Vallâhi îmân etmiş olmaz. Vallâhi îmân etmiş olmaz. Vallâhi îmân etmiş olmaz” buyurmuştu.

Sahâbîler:

– Kim îmân etmiş olmaz, yâ Resûlallah, diye sordular.

“– Oluşturacağı fenalıklardan komşusu emniyette olmayan kimse!” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 29)

Bir başka rivayette ise Efendimiz:

“Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse cennete giremez” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 73)

Görüldüğü gibi Müslüman, îmânı gereği maddî veya manevî açıdan daima komşusuyla yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunarak ona güvenlik öneri etmelidir. Ama günümüzde aynı apartmanda yaşadıkları hâlde, yardımlaşma ve dayanışma bir tarafa, birbirleriyle tanışmayan, selâmlaşmayan insanlar mevcuttur. Hâlbuki Müslümanların elden geldiğince komşularıyla tanışmaya gayret etmeleri lâzımdır. En azından komşuluk ilişkilerinde negatif tutumlardan sakınmak mümkündür. Meselâ evde bağırarak konuşmak, televizyon, teyp vb. gibi cihazların sesini yükselterek komşuları rahatsız edecek her türlü davranıştan uzaktan durmak gerekir.

Reel Müslüman, komşusunun evine, bahçesine, malına mülküne zarar vermediği gibi onunla ilgili sırları, ayıp ve kusurları da örtmesini bilmelidir. Komşunun ırz ve namusuna göz dikmek, zaten gerçek mü’min için düşünülemeyecek bir durumdur.

Hâsılı çevresindeki insanlarla iyi komşuluk münasebetleri yerine getirmek her Müslümanın vazifesidir. Fakat komşularına aleyhinde güvenilmez davranan, onları rahatsız eden kimseler de bulunabilir. Bu tür insanlara dayanıklılık ve sabır göstermek, duruma kadar münasip bir dille uyarmak, hatta onlara da iyilik yapmak ve ıslahları için dua etmek gerekir. Bu sayede umulmadık dostluklar elde edilebilir. Kendisine faziletli amellerden bahsetmesini isteyen Ukbe bin Âmir’e Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Seninle ilgisini kesenle sen ilgini kesme! Sana vermeyene sen ver, sana musibet edeni sen bağışla!” tavsiyesinde bulunmuştur. (İbn-i Hanbel, IV, 148)

Dipnot:

1 Şurası da bilinmelidir ama bu nevi ihtiyaçlar ödünç alma yoluyla temin edilirken haber vermeden alınamayacağı gibi alınan şeyin mülkiyete geçirilmesi de içten değildir. Bu ayrıca Allah Teâlâ’nın “Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz.” (en-Nisâ 4/29) emrine keza de Resûlullah’ın sünnetine aykırıdır. Zira Nebi -sallallâhu aleyhi ve sellem- ödünç olarak aldığı tabağı kaybedince onu sâhibine tazmin etmiştir. (Tirmizî, Ahkâm, 23) Kırılan yoksa zarar edilen bir eşyanın sahibi dilerse ödetmeyebilir. aynı zamanda âriyet olan (geri verilmek üzere alınan) şeylerin itina ile kullanılması, vaktinde iade edilmesi, zarar edildiğinde ödenmesi komşuluk ilişkilerini olumlu olarak etkileyeceği gibi, somurtkan bir durumun da menfi tesire sebep olacağı muhakkaktır.

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları

"Komşusu Aç İken Tok Olan Bizden Değildir." Hadis-i Şerif

Ebû Hanîfe ile Komşusunun İbretlik Hikayesi

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/peygamber-efendimiz-sav-komsularina-nasil-davranirdi.html