İslam’da ganimetlerin taksimi nasıl olur? Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ayetle değişmez olan “ganimetlerden beşte bir pay” verilmesinin hikmeti ne olabilir?

İslâm ordusu tüm düşmanlarını bertarâf etmişti. Bundan Böyle sıra ganîmetlerin taksîmin­deydi. Yirmi dört bin deve, kırk bin davar, dört bin ukıyye gümüş (475 kg.) ele geçmiş, hem altı bin kişi tutsak alınmıştı.[1]

GANÎMET MALINA HIYÂNETTE YER ALAN KİŞİNİN KIYÂMET GÜNÜNDEKİ DURUMU

Ganîmetleri taksîme başlamadan evvel Allâh Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Yanında ganîmet malı olanlar, iğneden ipliğe ne varsa iâde etsinler! İyi biliniz fakat ganîmet malına hıyânette bulunmak, sâhibi için kıyâmet gününde ârdır, ateştir!” (Muvatta, Cihâd, 22; Ahmed, V, 316)

Bu sırada Allah Rasûlü (s.a.v)’e esirlerin aralarında sütkardeşi Hz. Şeymâ’nın bulunduğu haberi geldi. Rasûlullâh (s.a.v), derhal onu yanında getirterek ridâsını çıkardı ve Hz. Şeymâ’nın altına serdiler. Bâdiyede beraber büyüdükleri bu değerli sütkardeşe, büyük bir vefâ gösterip şefkatle muâmele ederek:

“−Hoş geldin!” buyurdular. Eski günleri hatırlayarak mübârek gözleri yaşla doldu. Anne ve babasını sordular. Şeymâ, onların daha önce vefât etmiş olduğunu bildirdi. Allâh Rasûlü (s.a.v) öteki akrabâları hakkında da bilgi aldılar. daha sonra da:

“−İstersen, sevgi ve hürmet görerek yanımda kal! İstersen, sana mallar verip kabîlenin yanında göndereyim? Ben sana bunu da yaparım.” buyurdular. Şeymâ:

“−Sen bana mülk ver ve kavmimin yanına gönder!” dedi. Arkasında da Müslüman oldu. Allâh Râsûlü (s.a.v), Şeymâ Hâtun’a ve âile halkından sağ olanlara, deve ve davarlar ihsân ettiler. Şeymâ Hâtun’a hem bir erkek ve diğer taraftan kadın köle verdiler. Şeymâ da onları birbirleriyle evlendirdi. (İbn-i Hişâm, IV, 101; Vâkıdî, III, 913)

Bundan sonradan Allah Rasûlü (s.a.v), ganîmetlerin taks­îmini bir müddet daha geciktirdiler. Bunun hikmetini kavrayamayıp teslîmiyeti güçsüz olanlar, durumdan şikâyetçi oldular. Bedevî Araplar ganîmetin taksîm edilmesini ısrarla istemeye başladılar. Netîcede Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i Semüre ağacının aşağı durdurdular. Cübbesi ağaca takılıp kaldı. Rasûlullah (s.a.v) devesini durdurup:

“−Cübbemi verin bana! Şâyet şu gördüğünüz ağaçlar değin hayvanım olsaydı, onların tamâmını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri, yalancı ve korkak olmadığımı görürdünüz!” buyurdular. (Buhârî, Cihâd, 24)

Rasûlullâh (s.a.v) ganîmeti taksîm ettikleri esnâda üstüne yığılıp o kadar rahatsız ettiler ama nihâyet (önceki bir peygamberden bahsederek):

“Ulu Allâh kullarından bir kulunu kavmine göndermişti. Kavmi onu dövmüşler ve başını da yarmışlardı. O kul ise keza alnından akan kanı eli ile siliyor keza de:

«Yâ Rabbî kavmimi affet! Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.» diyerek duâ ediyordu.” buyurdular. (Ahmed, I, 456; Müslim, Cihâd, 105)

Efendimiz’in ganîmeti taksîm işinde yavaş davranmasının hikmeti, oysa Cîrâne’ye gelişinden on üç gün daha sonra anlaşılabildi. Mağlûb olan Hevâzin kabîlesinden bir heyet, Allâh Rasûlü (s.a.v)’e gelmişler, müslüman olduklarını bildiriyorlardı. Bu vesîleyle de esirlerinin ve mallarının geri verilmesini talep ediyorlardı.

Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdular:

“–Ben ganîmet taksîmini bugüne dek beklettim. Lakin siz hayli geciktiniz! Şimdi ya esirleriniz, veya mallarınızdan birini seçin!..”

Bunun üzerine heyet, esirlerini tercih ettiler. Allâh Rasûlü (s.a.v) de:

“–Ben size, bana ve Abdülmuttaliboğulları’na düşen esirleri geri veriyorum. Diğerleri için de yarın öğle namazından sonradan bana geliniz!” buyurdular.

Ertesi gün Rasûlullâh (s.a.v), ashâbını toplayarak onlara meseleyi anlattılar. Kendisinin payına düşen esirleri bıraktığını da bildirerek şöyle buyurdular­:

“–Sizden her kim, esirlerini bedelsiz, gönül rızâsı ile vererek kardeşlerini memnûn etmekten hoşlanırsa, böyle yapsın! Her kim de kendi payına düşeni bedelsiz olarak ver­mek istemezse, bunu Allâh’ın ihsân edeceği ilk ganîmetten öderiz. Dileyen de böyle yap­sın!..”

Rasûlullâh (s.a.v)’in ashâba mürâcaat etmeleri, esirle­rin onların hakkı olması sebebiyledir.

Rasûlullâh (s.a.v)’in esirlerini bırakıp kendilerinden de bunu istek etmesi üstüne, bütün sahâbe de aynı fazîletten nasîb alabilmek için gönül hoşnutluğu içinde:

“–Bizler de esirlerimizi Allâh’ın Rasûlü’ne hibe ettik!” dediler. (Buhârî, Meğâzî, 54; İbn-i Hişâm, IV, 134-135)

Bu Nedenle o gün Hevâzin’e binlerce harp esîri hiçbir karşılık alınmadan iâde edildi. Târih, böyle bir manzaraya hiçbir zaman şâhid olmamıştı. Oysa acilen şâhid olu­yordu ama, Allâh Rasûlü (s.a.v)’in ümmetine aşıladığı kâbına varılmaz bir İslâm ahlâkı sâyesinde bir dakîka içinde altı bin esir, dünyevî hiçbir karşılık alınmadan özgürlük bırakılmıştı.

ALLAH’IN KULLARINA OLAN MERHAMETİ

Huneyn Harbi sonrasında Efendimiz’in huzûruna birtakım esirler gelmişti. İçlerinde çocuğunu kaybetmiş bir bayan vardı ancak nerede bir çocuk görse anında onu şefkatle sînesine basıp emziriyordu. Rasûlullâh (s.a.v) bu yüksek şefkat manzarasını görür görmez:

“‒Ne dersiniz, şu bayan çocuğunu ateşe atabilir mi?” buyurdular. Ashâb-ı kirâm:

“‒Hayır, atmamaya gücü yettiği müddetçe atmaz!” dediler. Bunun üzerine Allâh Rasûlü (s.a.v):

“‒İşte Yüce Allâh kullarına, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden fazla daha artı merhametlidir.” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 18)

ESİRLERİN AZAD EDİLMESİ

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Tâif kuşatmasından dönüp Cîrâne’ye geldiğinde Ömer bin Hattâb (r.a):

“‒Yâ Rasûlallah! Ben câhiliyye devrinde Mescid-i Haram’da bir gün iʻtikâfa girmeyi nezretmiştim, ne buyurursunuz?” diye sordu. Efendimiz (s.a.v):

“‒Git, bir gün iʻtikâf yap!” buyurdular.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ona ganimetle­rin beşte birinden bir câriye vermişti. Bir müddet daha sonra Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz halkın esirlerini âzâd edince Ömer bin Hattâb (r.a) onların seslerini işitti:

“Rasûlullah bizi âzâd etti!” diyorlardı. Hz. Ömer (r.a):

“‒Dışardan gelen bu sesler nedir?” diye sordu. Yanındakiler:

“‒Rasûlullah Müslümanların esirlerini âzâd etti” de­diler. Bunun üstüne Hz. Ömer (r.a) oğluna:

“‒Abdullah! Git, Efendimiz’in bana verdiği o câriyeyi bağımsızlık bırak!” dedi. (Müslim, Eymân, 28)

GANİMETLERİN TAKSİMİ

Allâh Rasûlü (s.a.v), ganîmetleri en güzel bir şekilde taksîm buyurmuşlardı. Ganîmet beşe bölünmüş, dördü askerlere verilmiş, bir hissesi de beytül­mâle, yâni hazîneye bırakılmıştı. Beytülmâlin tasarrufu ise dilediği şekilde edinmek üzere Allâh Rasûlü (s.a.v)’e âit bir haktı. Nitekim Rasûlullâh (s.a.v), taksîmâttan evvel bunu, önündeki deveden bir tüy kopararak ashâba şöyle beyân etmişlerdi:

“Benim, sizin ganîmetinizle bir deve yok, bir deve tüyü değin bile alâkam değil­tur... Niçin sabırsızlanıyorsunuz? Ganîmet malları, şu vâdinin (taşları ve) ağaçları dek da olsa, onları size dağıtacağım. Bunların içinden beşte birini ayırıyorsam, o da yine sizin fakir­lerinize sarf edilecektir.” (Muvatta, Cihâd, 22; Ahmed, V, 316)

Allâh Rasûlü (s.a.v), ganîmetlerin ilâhî beyân mûcibince kendisine teslîm edilen beşte bir kısmından müellefe-i kulûba, yâni gönülleri İslâm’a ısındırılmak istenen kimselere fazla fazla pay vermişlerdi. Bunlardan Hakîm bin Hizâm (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullâh (s.a.v)’den bana ganîmet mallarından bir arz vermesini istedim, yüz deve verdiler. yeniden istedim, tekrar yüz deve verdiler. Her Yerde istedim, yüz deve daha verdiler. Sonradan:

“–Ey Hakîm! Sahiden şu mülk albenili ve tatlıdır. Kim onu doyumsuzluk göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek doyumsuzluk ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan kimse gibidir. Veren el, bölge elden daha hayırlıdır” buyurdular. Bunun üzerine ben:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen’i adalet dîn ile gönderen Allâh’a ant ederim oysa hayatta kaldığım müddetçe Sen’den başka kimseden bir şey kabûl etmeyeceğim” dedim.

Hakîm (r.a), Allâh Rasûlü (s.a.v)’in verdiği birincil yüz deveyi aldı, gerisini bıraktı. Gün geldi, Hz. Ebû Bekir (r.a) ganîmet malından hisse tahsis etmek için Hakîm’i çağırdı, fakat Hakîm onu almaktan kaçındı. daha sonra Hz. Ömer (r.a) kendisini bir şeyler tahsis etmek için dâvet etti, Hakîm (r.a) yeniden kabûl etmedi. Bunun üzerine Ömer (r.a):

“–Ey müslümanlar! Sizi Hakîm’e şâhit tutuyorum. Ben kendisine şu ganîmetten Allâh’ın ona ayırdığı hissesini veriyorum, lakin elde etmek istemiyor” dedi. Netîce itibâriyle Hakîm, Rasûlullâh (s.a.v)’in vefâtından daha sonra, ölünceye kadar kimseden bir şey kabûl etmedi. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Vâkıdî, III, 945)

Ebû Süfyân, Akrâ bin Hâbis, Uyeyne bin Hısn, Abbâs bin Mirdâs, Mâlik bin Avf gibi kırk kadar müellefe-i kulûba bu şekilde göz alıcı mallar verildi.[2]

ALLAH’IN RESULÜ’NE YAPILAN İTİRAZ

Müellefe-i kulûba ganîmetten bol bol verilmesi, bâzı kim­seler göre hatalı anlaşıldığından, ashâb aralarında huzursuzluğa yol açtı. Hattâ Temîmoğulları’ndan Zü’l-Huvaysıra adlı birisi haddi aşarak:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Adâleti gözet!” deme cür’etini gösterdi. Bunun üstüne Allâh Rasûlü (s.a.v) çok mahzûn oldular:

“–Pek mi? Ben de adâleti gözetmezsem, artık kim adâlet yapar?” buyurarak îtiraz edene sitem ettiler. (Müslim, Zekât, 148)

Rasûlullah (s.a.v) Huneyn ganimetini dağıttığı sırada Beni Temimlerden Zülhuvaysıra isimli biri gelip Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in başucuna dikilmiş ve:

“–Yâ Muhammed! Ben bugün yaptığın şeyi gördüm!” demişti. Rasûlullah (s.a.v):

“–Ne gördün?” diye sorduklarında Zülhuvaysıra:

“–Senin adâlet yapmadığını gördüm! Âdil davran ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah (s.a.v) gazaplandılar. Ona:

“–Yazıklar olsun sana! Ben âdil olmazsam kim adâlete riâyet eder?! Ben adâletle davranmış olmasaydım, umduğuma eremezdim; sen de, bana tâbi olduğun için ziyan etmiş, eli boşuna çıkmış olurdun!” buyurdular. Hz. Ömer (r.a):

“–Yâ Rasûlallah! İzin ver! Onun boynunu vurayım!” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Hayır, bırak onu! Onun birtakım taraftarları olacaktır ama, kendilerini en ince ayrıntısına kadar dine vermiş görünecekler. Herhangi biriniz, onların namazı yanına kendi namazını, onların oruçları yanında kendi orucunu küçümseyecek!

Onlar Kur’ân da okuyacaklar! Fakat okudukları Kur’ân köprücük kemiklerinden ileri geçmeyecek! Onlar, okun yaydan çıktığı gibi, dinden, İslâm’dan fırlayıp çıkacaklar! Böylece oysa, çıkan okun demirine bakılır, onda hiçbir şey, hiçbir iz bulunmaz! Sonradan okun giriş yerine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! Daha Sonra okun ağaç kısmına bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! Sonra okun yelesine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! Hâlbuki ok, atılanın bağrını delip geçmiş, fakat oka bir şey bulaşmamıştır! Onlar, müslümanlar tefrikaya düştüğü süre ortaya çıkacaklardır!

Bir adam görürsün ki onun pazularından birinde kadın memesine yahut sallanan bir et parçasına eş bir fazlalık vardır!” buyurdular.

Hadîsin râvîsi Ebû Saîdi’l-Hudrî (r.a) şöyle der:

“Ben bunu Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den işittiğime şehadet ederim. Yine şehadet ederim ancak Ali bin Ebû Tâlib (r.a) onlarla (Haricîlerle) çarpışmıştır. O esnâda ben de yanındaydım. Bu adamın aranmasını emretti. Adam bulunup getirildi. Baktım, tıpkı Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in betimleme ettiği gibiydi!”[3]

Çok geçmeden âyet-i kerîme nâzil oldu:

(Ey Rasûlüm!) Onlardan sadakaların (taksîmi) husûsunda Sen’i ayıplayanlar da var. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse râzı olurlar, şâyet onlara sadakalardan veril­mezse derhal kızarlar. Eğer onlar, Allâh ve Rasûlü’nün kendilerine verdiklerine râzı olup; «Allâh bize yeter. Yakında bize Allâh da lutfundan verecek, Rasûlü de. Biz yalnız Allâh’a istek edenlerdeniz!» deselerdi, (daha iyi olurdu).” (et-Tevbe, 58-59)

Bu âyet-i kerîmelerde Allâh Rasûlü’nün eliyle yapılan ganîmet taksîminin, doğrusu taksîmât-ı ilâhî olduğu bildirilmekte ve gâfil kalb ile kalb-i selîm arasındaki fark ortaya konmaktadır.

Şikâyetçilerin büyük bir çoğunluğu da Ensâr’dandı. Hâlbuki Allah Rasûlü (s.a.v) bu cömertçe ihsanları, ganîmet malının umûmundan değil, “fey” denilen ve tasarrufu sırf Rasûlullâh’a âit olan beşte birlik kısmından yapmıştı. Ancak bu bile bâzı Ensâr gençlerinin gayretini tahrîk etmişti.[4]

“–Bu şaşırtıcı bir şey açıkçası! Kılıçlarımızdan hâlâ (Kureyş’in) kanları damlıyor, buna karşılık ganimetlerimiz onlara veriliyor” dediler.

Bu sözler Peygamber Efendimiz’e ulaşınca Ensâr’ı topladılar ve:

“–Sizden bana ulaşan sözler de nedir?” buyurdular. Ensâr, son derece mahcup olmalarına rağmen başlarını önlerine eğerek:

“–Evet, aynen size ulaştığı gibi oldu” dediler.

Çünkü onlar yalan söylemezlerdi. (Bkz. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 1; Müslim, Zekât, 134)

“TÜM MİNNET VE NİMET ALLAH VE RESULÜ’NE AİTTİR!”

Onlardan diğer hiç kimseyi yanlarına almadığı bu toplantıda, meselenin belli başlı nüktesinin anlaşılması için Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine ihsân buyurduğu nîmetleri hatırlatarak şöyle hitâb ettiler:

“−Ey Ensâr! Hakkımda gönlünüzden geçirdiğiniz teessürü işittim. (Ama söyleyi­niz), sizler yolunu şaşırmış müşrikler iken Allâh Teâlâ, benim vâsıtamla size doğru yolu göstermedi mi? Sizler yoksul kimseler iken, benim aranıza gelmemle Cenâb-ı Adalet, hepi­nizi zengin kılmadı mı? Aranızda kin ve düşmanlık sizi kemirirken, benim gelişimle Allâh, kalblerinizi te’lîf edip birleştirmedi mi?” Bu suâllerin hepsine de Ensâr’dan:

“−Tüm minnet ve nîmet Allâh ve Rasûlü’ne âittir!” cevâbını bölge Efendimiz (s.a.v), mânidar ve içli sözlerine devâm ettiler:

“–Ey Ensâr! Siz bana; «Kavmin Sen’i yalanlamışken aramıza geldin! Sen’i biz tasdîk ettik! Kavmin Sen’i terk ettiği zaman Sana biz takviye ettik! Kavmin Sen’i kovdu, biz Sen’i bağrımıza bastık! Sen yoksuldun, biz Sen’i malımıza iki taraflı yaptık!..» deseydiniz, ben de sizi tasdîk eder; «Çok dürüst söylüyorsunuz!» derdim...

Ey Ensâr! Birtakım kimselere verdiğim dünyâ malı yüzünden tarafınızdan söylenmiş olan sözler doğru mudur? Ben birtakım kimselerin kalplerini İslâm’a ısındırmak için ver­diğim ve müslümanlığınızın zorlama ve kemâline güvenerek sizi mahrûm ettiğim ehemmi­yetsiz dünyalıktan nedeniyle mı canınız sıkıldı, bundan mı nefsinize bir darlık geldi?..

Ey Ensâr! Herkes aldıkları mallarla evlerine bu arada, siz de Peygamberiniz’le evle­rinize dönmek istemez misiniz?”

Allâh Rasûlü (s.a.v)’in bu ifâdeleri üzerine Ensâr’ın gözlerine birikmiş olan yaşlar seller gibi akmaya başladı. Bundan Böyle onlar hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar ve:

“–Yâ Rasûlallâh! Bizler Sen’inle gitmek isteriz!” diyerek muhabbetlerini tâzeliyor­lardı. Onlarla birlikte Allâh Rasûlü de ağladılar. Rasûlullâh (s.a.v), Ensâr’ın bu şekilde teslîmiyet göstermeleri üzerine onları tahsin sadedinde:

“–Ey Ensâr! Eğer hicret şerefi ve fazîleti olmasaydı, ben muhakkak Ensâr’dan biri olmak isterdim... Ey Ensâr! Şâyet cümbür cemaat bir yol tutup gitse, ben Ensâr’ın yolundan gi­derdim!..” buyurdular.

Bu hazin toplantıdan daha sonra Ensâr saflarından sâdece; «Allâh’ın Rasûlü bize kâfî­dir!» ifâdeleri duyuldu. Bu Nedenle, bir hatalı anlamanın açtığı yara, Allah Rasûlü (s.a.v)’in mübârek sözleriyle sarılmıştı. (Buhârî, Meğâzî, 56; Müslim, Zekât, 135; Heysemî, X, 31)

O gün müellefe-i kulûbdan olan Safvân (r.a) şöyle demiştir:

“Vallâhi Rasûlullah (s.a.v) bana ganimetten oldukça çok verdiler. O güne değin azami buğzettiğim insan idi. (Huneyn günü ganimetlerden) bana verip durdu. O verdikçe hâlim değişti ve nihayet o benim nazarımda insanların en sevimlisi hâline geldi!” (Müslim, Fedâil, 59)

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Hevâzin kabilesinin Müslüman olmasına çok sevindiler. Onlara, reisleri Mâlik ibn-i Avf en-Nasrî’yi sordular. Onlar da Mâlik’in Tâif’te Sakîf kabilesiyle beraber olduğunu söylediler. Allah Rasûlü (s.a.v), gelip Müslüman olursa ona âilesini ve mallarını iâde ederek üstüne yüz deve ikrâm edeceklerini vaad ettiler. Mâlik (r.a) gelip Müslüman oldu. Efendimiz (s.a.v) ona vaad ettiği şeyleri ihsân ve ikrâm edip kabilesine ve bir takım civar kabilelere reis olarak nasbeylediler.

Mâlik (r.a) güzel bir Müslüman oldu. Tâif’te Sakîf kabilesiyle uğraşma ediyor, onları her taraftan adamakıllı sıkıştırıyordu.5

Rasûlullâh (s.a.v) Cîrâne’de on üç gün kaldıktan sonra umre için ihrâma girerek oradan ayrıldılar.6 Bu sebeple Mekkelilerle çevresindekilerin Cîrâne’de ihrâma girip umre yapmaları daha fazîletli sayılmıştır.

Dipnotlar:

1 İbn-i Sa’d, II, 152. 2 Vâkıdî, III, 944-947. 3 Buhârî, İstitâbe, 7, Menâkıb, 25; İbn-i Mâce, Mukaddime, 12/172; Ahmed, II, 219; III, 56; İbn-i Hişâm, IV, 144; Vâkıdî, III, 948. 4 Kâmil Mîras, Tecrîd Tercemesi, X, 341. 5 İbn-i Hişâm, IV, 135-138; Vâkıdî, III, 943, 950-954. 6 Buhârî, Umre, 3; Tirmizî, Hac, 92/935.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/peygamberimize-ayetle-sabit-olan-ganimetlerden-beste-bir-pay-verilmesinin-hikmeti.html