Semud kavmi nerede yaşadı? Semud kavmine mensup halk geçimlerini nasıl sağlıyordu, yaşantıları nasıldı ve nasıl bir inanca sahiplerdi? Semud kavminin özellikleri nelerdir? Semud kavminin peygamberi kimdir? Semud kavmi niçin helak oldu? Madde madde Semud kavminin helak olma sebepleri.

Semûd kavmi, helâk edilişleri dillere destân olan bir kavimdir. Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli sûrelerinde, îmân etmedikleri ve sayısız azgınlıklarla haddi aştıkları için helâk edilen bu kavimden ibretle bahsedilmektedir.

SEMUD KAVMİ NEREDE YAŞADI?

Bu kavim, Nûh -aleyhisselâm-’ın oğlu Sâm’ın neslinden gelen Semûd’un kavmidir. Hazret-i Hûd’un vefâtından sonradan, Semûd’un torunları Kuzey Arabistan bölgesine, Şâm ile Hicâz aralarında yer alan Hicr mevkîine yerleşmişlerdi. sonradan buradan ayrılıp Âd kavminin bölgesine yerleştiler. Semûd’un nesli çoğalıp bir kavim hâline geldi. Kendilerine “Âd-ı Sânî” (İkinci Âd) ismi verildi.

Semûd kavmi de eskiden Âd kavminin sâhip olduğu nîmetlere sâhip oldular. Fakat onlar da Âd kavmi gibi gaflet ve dalâlete düştüler. Âd kavminin helâkini, azgınlıkları dolayısıyla gelen azâb-ı ilâhîden başka bir sebebe bağlayarak gaflet mahmurluğu içinde:

“Âd kavmi, sağlam binâlar yapmadıkları için helâk oldular. Zîrâ onlar, evleri kumlar üzerine yapmışlardı. Biz ise sağlam kayalar üstüne yaptık. Gelen fırtınalar­dan herhangi bir zarar görmeyiz…” dediler. Kendilerine köşkler, saraylar inşâ ettiler. Taşları oydular, onlara yeni şekiller verdiler. Köşklerini ve saraylarını muhtelif şekillerle tezyîn ettiler. Tevhîd inancını unutup Allâh’a karşılıklı koştular ve yapmış oldukları putlardan kendilerine tanrılar edindiler.

Kavmin reisi “Cenda” idi. Âd kavminin dûçâr olduğu âkıbetten ibret almayan Semûd kavmi, aralarında istişâre edip Cenda’dan kendileri için hiçbir kavimde olmayan bir put yap­masını ricâ ettiler. Cenda memnun oldu. Dağa çıkıp büyük bir kayayı yonttular. Bu kayaya göz, sığır göğsü ve beygir ayağı gibi şekiller verip onu altın, gümüş ve farklı alanlara yönlendirilmiş mücevherlerle donattılar. Sonra da karşısına geçerek secde ettiler.

Bu putun ardındaki Semûdlular, kendilerine bir puthane yaptılar. Vedd, Cedd, Hed, Şems, Menaf, Menat, Lât adında putlar edindiler ve bunlara tapmağa başladı­lar.

SEMUD KAVMİNİN PEYGAMBERİ KİMDİR?

Bu sırada Sâlih -aleyhisselâm- Semûd kavminin içindeydi. Ticâretle meşgul olur, el emeği ile geçinirdi. Sâlih -aleyhisselâm- sahiden tâzim ve hürmete lâyık bir insandı. Kavmi, kendisini dürüstlüğü, iyiliği ve kâbiliyeti nedeniyle fazla severdi. Gelecekte kendisinden çok şey bekliyorlardı. Hattâ O’nu kendilerine hükümdar gerçekleştirmek niyetindeydiler. Fakat Allâh Teâlâ Sâlih -aleyhisselâm-’a peygamberlik verdi.

Sâlih -aleyhisselâm- kırk yaşına ulaştığında Cebrâîl -aleyhisselâm-, kendisine peygamberliği getirdi. Sâlih -aleyhisselâm- önce çekindi. Fakat Hazret-i Cebrâîl:

“–Ey Sâlih! Haydi kavmini tevhîde dâvet et!” buyurdu. Ardındaki:

“–Ey Sâlih! Sen, Nûh ve Hûd zamanında olmayan hâlleri müşâhede edecek­sin!” dedi ve semâya yükseldi. Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm-, önce kavmin reîsi olan Cenda’ya artan bir şekilde ona tevhîdi teblîğ etti. Cenda, bu dâvete gâyet insaflı ve mâkûl bir şekilde mukâbele ederek:

“–Bunu, kavmime bildireyim.” dedi. Bundan sonradan Cenda, kavmini topladı. Onlara Sâlih -aleyhisselâm-’ın pey­gamberliğini ve tevhîdi bildirdi. Kavmi:

“–Ey Cenda, gelip kendisi söylesin!” dediler. Bunun üstüne Sâlih -aleyhisselâm- gelip teblîğde bulundu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’in kavmini irşâdını şöyle beyân buyurur:

“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Dedi ama: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizi orada yaşattı. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin; sonradan da O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (duâlarını) kabûl edendir.»” (Hûd, 61)

Şuarâ sûresinde de mevzuyla alâkalı şu âyetler bulunmaktadır:

“Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Sâlih, onlara şöyle demişti: «(Allâh’a aleyhinde gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ama, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Bundan Böyle Allâh’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin! Bu (tebliğime) karşı sizden hiçbir ödenti istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, lahza­cak âlemlerin Rabbidir.” (benzeyen-Şuarâ, 141-145)

Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm- bu nedenle dâvetini açıktan yapmaya başladıktan sonradan kavminin kendisine karşısında tavırları aniden değişti. Kavmi, Sâlih -aleyhisselâm-’a aleyhinde cephe almaya başladı. Önceki peygamberlerde de olduğu gibi Hazret-i Sâlih’in davetini ve tevhîd akîdesini öyle eksik kimse kabul etti. Diğerleri ise inkârlarına devâm ettiler:

“«Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümid beslenen birisiydin. (Hemen) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Açık Konuşmak Gerekirse, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddî bir belirsizlik içindeyiz.» dediler.” (Hûd, 62)

(Sâlih) dedi ancak: «Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (bahşedilen) açıkça bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu şart aleyhinde O’na âsî olursam, beni Allâh’tan (O’nun azâbından) kim korur? O süre siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız!»” (Hûd, 63)

“Sâlih dedi ama: «Ey kavmim! İyilik dururken, neden kötülüğe koşuyorsunuz? Allâh’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Şayet size acınacak şey edilir.»” (en-Neml, 46)

Sâlih -aleyhisselâm-’ın bu hikmet ve hakîkat batmış nasîhatlere karşın kavmi O’nu, büyülenmiş bir yalancı olarak ithâm etme bedbahtlığına düştü:

“Dediler ancak: «Sen, olsa olsa tamamen büyülenmiş birisin!»” (benzer-Şuarâ, 153)

Sonradan aralarında şöyle söylendiler:

“«Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz açıkça bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz!» dediler.” (el-Kamer, 24)

Sözlerine devamla:

“Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır O, palavracı ve şımarığın biridir (dediler).” (el-Kamer, 25)

Semûd kavminin bu cehâlet doymuş ithâmına, Cenâb-ı Hak büyük bir tehdîdle şöyle cevâb vermiştir:

“Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.” (el-Kamer, 26)

“Böylece yakında onlar, mutlaka pişman olacaklar!” (el-Mü’minûn, 40)

Sâlih Peygamber, sabretti, ümitsizliğe kapılmadı. Her şeye karşın gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara öğütlerde bulunmaya ve teblîğe devâm ediyordu:

(Ey kavmim!) Siz burada bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin salkımların, sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacağınızı mı (sanırsınız)? (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allâh’tan korkun ve bana itaat edin! O haddi aşan (kâfirlerin) emrine uymayın. Onlar oysa yeryüzünde fesat çıkarırlar ve (lüzum kendilerini gerekse çevrelerinde bulunanları) ıslâha gayret göstermezler.” (benzeyen-Şuarâ, 146-152)

Semûd kavmi, Hazret-i Sâlih’e engel olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Sâlih -aleyhisselâm-’a inanan mü’minleri yollarından döndürmeye çalıştılar. Allâh’ın elçisini yapayalnız ayrılmak istediler. Mü’minlere:

“…Sâlih’in, Rabbi kadar gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekte biliyor musunuz?..” (el-A’râf, 75) dediler. O, reel îman mutluluğuna eren insanlar da:

“…Biz, onunla gönderilen her şeye îmân ederiz.” (el-A’râf, 75) dediler. Hiçbir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız şartsız îman karşı Semûd Kavmi’nin inkârcıları şaşkınlığa düştüler:

“…Sizin inandığınızı biz inkâr ederiz.” (el-A’râf, 76) diyerek dalâlet bataklığından çıkmamakta direndiler. Bu inkârcılar, Hazret-i Sâlih’i bozgunculukla suçlarken halkı da inkâra zorladılar. Bir türlü îmân etmeyen Semûd kavmi, diğer taraftan Sâlih -aleyhisselâm-’a bunun için akıllarınca bâzı sebepler ileri sürdüler:

“–Sen bizim mallarımıza sâhip almak, onları gasp edip elimizden almak istiyorsun. Bize reîs olma arzusundasın!” dediler. Peşinde ibtidâî bir mantık yürüterek:

“–Bizim putlarımız var. Hemen biz görünenleri bırakıp, soyut Allâh’a mı tapalım?” dediler. Sonra şöyle devâm ettiler:

“–Görmediğin Allâh, seni ne şekilde vazîfeli yapar?!”

“–Eğer dürüst söylüyorsan, bize hiç kimsenin yapamadığı bir meslek yap!”

“Sen de oysa bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mûcize getir!” (eş-Şuarâ, 154)

SALİH ALEYHİSSELAM’IN DEVE MUCİZESİ

Sâlih -aleyhisselâm-, kavminin cehâlet ve gafletine fazla üzülmüştü. Bir müd­det onları terk ederek aralarından ayrıldı. Dönüşünde Cenâb-ı Yargı, kavmine, Hazret-i Sâlih’in peygamberlik heybetini gösterdi. Kavmi, O’nun bu heybetinden ürktü. Sâlih -aleyhisselâm-, kavmin reîsi olan Cenda’nın yanına gitti. Cenda:

“–Doğru söylüyorsan seni imtihân edeceğiz!” dedi. “El-Kâtibe” diye tanıdık bir kaya vardı. Cenda bu kayayı kasdederek şöyle dedi:

“–Seninle oraya gideceğiz. Senin ilâhın, o kayadan kırmızı tüylü, doğum yapmak üzere olan kadınsı bir deve çıkarsın! Yavrusunun rengi de annesinin renginde ol­sun!”

Kavmi de istihzâ ederek:

“–Sütü, yazın serin, kışın sıcak olsun! Bu sütten içen her hasta şifâ bulsun, yoksul bir kimse ise fakirlikten kurtulsun!” dediler. O devirde bu kavim için en değerli şey, kızıl renkli deveydi. Bu sebeple Sâlih -aleyhisselâm-’ın kayadan kızıl tüylü bir deve çıkarmasını istemişlerdi.

Tüm Semûd kavmi toplandı. Sâlih -aleyhisselâm-, namaza durdu; Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Kaya büyümeye başladı. Sancılı sesler çıkardı. Ve içinden kızıl renkli bir deve;

« لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ صَالِحٌ نَبِيُّ اللهِ» “Allâh’tan başka ilâh yoktur, Sâlih -aleyhisselâm- Allâh’ın peygamberidir!” diyerek çıktı. Cenda, Sâlih -aleyhisselâm-’ı alnından öptü. Yüz kişiyle birlikte tevhîd akî­desine girdi. Kavmine de şöyle seslendi:

“–Ey kavmim! Bu körlük kâfî! Ben kendisinden başka hiçbir mâbûd olma­yan, eşi ve güya bulunmayan Allâh’a ve O’nun peygamberi Hazret-i Sâlih’e îmân ettim!”

Puthânenin reisi ise:

“–Sihir olan bir şeye ne ivedi meylediyorsunuz! Ben size daha büyüğünü göstereceğim!” dedi. Böylece, -Cenda’nın kardeşi de dâhil- yeni îmân edecek olanların kalplerindeki meyli değiş­tirdi. Cenda’nın tâcını, kardeşinin başına koyarak:

“–Bundan sonradan reisimiz sensin!” dedi. Cenda ise, evine gitti ve oradaki bütün putları kırdı. Kendisine âit malları da tevhîd akîdesini kabûl eden mü’minlere taksîm etti. Sert ve keçeleşmiş bir libas giydi. O da tevhîdi tebliğe başladı. Sâlih -aleyhisselâm-’ın baş yardımcılarından oldu. Îmânsız putperestler, Cenda’ya:

“–Yazık sana! Sen de Sâlih’in sihrine kandın!” diyorlardı. Cenda ise, onların dediklerine aldırmıyor ve Sâlih -aleyhisselâm-’ın yanından ayrılmıyordu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’e buyurdu:

“Fiilen onları imtihan etmek için kadınsı deveyi gönderen Biz’iz. Sen onları gözetle ve sabret!” (el-Kamer, 27)

Sâlih -aleyhisselâm-, ilâhî vahiyle devesi için bir ölçü koydu:

“Ey kavmim! İşte size mûcize olarak Allâh’ın devesi! Onu bırakın. Allâh’ın arzında yesin (içsin). Ona herhangi bir kötülükte bulunmayın; daha sonra sizi yakın bir azâp yaka­lar.” (Hûd, 64)

“Sâlih dedi ama: «İşte (istediğiniz mûcize) bu kadınsı devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur; belli bir gün de sizindir. Ona kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi heybetli bir günün azâbı yakalayıverir.»” (eş-Şuarâ, 155-156)

Deve, yavrusu ile beraber otlar ve Allâh’ı tesbîh ederdi. Diğer hayvanlar onun heybetinden korkup kaçardı. Deve hâl diliyle:

“–Kim süt isterse, gelsin alsın!” derdi. Semûdlular da kazanç, kaplarını doldurup giderlerdi. Deve, su içtikçe tesbîhe devâm ederdi. Sütünü içen mü’minler, şifâ bulur­lardı.

SEMUD KAVMİNİN NANKÖRLÜĞÜ

Bu büyük mûcize karşısında acziyetlerinden kahrolan kâfirler, deveyi katletmeye niyetleniyor, lakin bu katlin peşinde ilâhî azâbın gelmesinden korkuyorlardı. Bu korkuya karşın Semûd kavminde iki kadın, sürülerinin zarar gördüğü iddiâsıyla devamlı sûrette bu devenin öldürülmesi için îmân etmeyenleri tahrîk edi­yordu. Bu iki kadından biri Üneyze bint-i Ganem’di. Ihtiyar bir kadındı, lakin gü­zel kızları vardı. İkincisi Müheyyâ isimli hem zengin, ayrıca de cemâl sâhibi bir ka­dındı.

Bu iki kadın da kâfirlerden bu deveyi öldürmelerini istiyordu. Çünkü kendi­lerinin de hayvan sürüleri vardı ve Sâlih -aleyhisselâm-’ın devesi su içtiği vakit, kendi sürüleri su içemiyordu. Hayvanların su içmesi, sırayla olmaktaydı; bir gün deve ve yavrusu, bir gün öteki hayvanlar. Müheyyâ, amcasının oğlu Mısta’yı çağırdı:

“–Bu deveyi öldürürsen, seninle evlenirim! Her şeyim senin olur!” dedi. Mısta, bu teklifi kabûl etti. Kendisine asistan biri lâzımdı. Kıtar isimli bir putperesti buldu. Ona da Üneyze’nin kızları teklîf edildi. O da içle­rinden birini seçerek, bu çirkin işi kabûllendi. Bu iki birey, yanlarına birkaç bedbaht daha bularak, dokuz kişi oldular. Devenin öldürülmesi için îmansız putperestler aralarında propaganda yapıp onları iknâ ettiler. Allâh Teâlâ buyurur:

“O şehirde dokuz kişilik bir çete vardı oysa bunlar yeryüzünde bozgunculuk ya­pıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.” (en-Neml, 48)

Bu dokuz birey pusuya yattı. Mısta ok atıp deveyi yaraladı. Kıtar ve yanındakiler de devenin üstüne atıldılar:

“Derken o kişiler, deveyi ayaklarını kesip düşürerek öldürdüler ve Rablerinin emrin­den dışarı çıktılar…” (el-A’râf, 77)

Devenin yavrusu korkup dağa kaçtı. Bir rivâyete göre, onu da kesip etlerini yediler. Sâlih -aleyhisselâm-, bunu haber alınca çok üzüldü. Devenin yanına gitti. Ağladı. Kavminin hidâyeti için duâ ettiğinde ise kavmi O’na şöyle mukâbelede bulundu:

“…Ey Sâlih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdîd ettiğin azâbı getir, dediler.” (el-A’râf, 77)

“Sâlih, o vakit onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! And olsun fakat ben, size Rabbim’in vahyettiklerini beyanname ettim ve size öğüt verdim; fakat siz tavsiye verenleri sevmiyorsunuz!” (el-A’râf, 79)

(Kavmi, Sâlih’e) şöyle dedi: «Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğur­suzluğa uğradık.» Sâlih de onlara: «Sizin başınıza gelen uğursuzluk Allâh katındandır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz.» dedi.” (en-Neml, 47)

Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-, “Fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz!” sözüyle kavmine serzenişte bulunmuştu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Bedir’de öldürülüp kuyulara gömülen Kureyşlilere üç gece sonra şöyle seslenmiştir:

“Ey ehl-i kalîb!1 Rabbinizin size va’dettiği şeylerin gerçek olduğunu gördünüz mü? Kuşkusuz ben, Rabbimin bana va‘dettiği şeylerin gerçek olduğunu gördüm.”

Yeniden onlara şöyle seslendi:

“Peygamberinize karşı tavrınız ne kötü idi. Bir kısım millet beni tasdîk ederken siz beni yalanladınız. Bir kısım millet beni bağırlarına basarken siz beni yurdumdan çıkardınız. Bir kısım ahali bana yardım ederken siz benimle savaştınız. Peygamberinize karşısında bu tavrınız ne fena idi!”

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“Yâ Rasûlallâh, çürümüş, cîfe olmuş kimselere mi sesleniyorsunuz?” deyince Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim oysa, onlar söylediğim sözleri sizden daha iyi işitiyorlar, lakin yanıt verecek durumda değiller.” cevâbını vermiştir. (Müslim, Cenâiz, 26/932; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 104)

Tekrar Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hicr denilen bölgeye uğradığında şöyle buyururdu:

“Mûcize istemeyiniz. Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmi, peygamberlerinden mûcize istediler. (İstedikleri mûcize gerçekleşti, kayadan deve çıktı.) Deve şu yoldan suya kazanç, şu yoldan dönerdi. Onlar, Rabblerinin emrine karşısında azgınlık ettiler ve o deveyi boğazladılar. Deve bir gün onların suyunu içerdi, onlar da bir gün devenin sütünü içerlerdi. Sonunda onu boğazladılar da onları bir sayha yakalayıverdi. Allâh da bu sayha ile onları helâk etti. Yalnızca Mescid-i Harâm’da bulunan bir kişi helâk olmadı.”

Ashâb-ı kirâm:

“–O ölmeyen kişi kimdi, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında:

“–O Ebû Riğâl idi, Harem’den çıkınca kavminin başına gelen musîbet onun da başına geliverdi.” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 296; Vâkıdî, Megâzî, III, 1007-1008)

SEMUD KAVMİNİN HELAKI

Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmini ıslâh etmek ve onları içinde bulundukları dokunaklı durumdan kurtarmak için gösterdiği gayretler bir netice vermemiş, âsî gürûh peygamberlerine aleyhinde inat ve inkârlarında ısrâr etmişlerdi. Bunun tabiî bir neticesi olarak da ilâhî azâba müstahak olmuşlardı. Son olarak kendilerine nihâî cefa gelinceye değin üç gün daha beklemeleri bildirildi:

“Sâlih dedi fakat: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın, (sonra helâk olacaksı­nız)!» Bu söz, yalan çıkması olası olmayan bir tehdîddir.” (Hûd, 65)

Rivâyete göre bu üç gün, Çarşamba, Perşembe ve Cuma idi. İlk gün, yüzleri sararacak; ikinci gün kızaracak; üçüncü gün kararacak; dördüncü gün ise helâk olacaklardı. O gecenin sabâhında acâip hâller oldu. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdı. Yapraklar kızardı. Kuyu suyu, kan kırmızı oldu. Bedbahtların yüzleri sapsarı ke­sildi. Deveyi öldüren dokuz kişi:

“Sâlih bize sihir yapıyor! O’nu ve âilesini öldürelim!” dediler. Onların bu hîlesi âyet-i kerîmede şöyle haber verilmektedir:

“Allâh’a yemin ederek birbirleriyle şöyle anlaştılar: «Gece O’na ve âilesine dominant yapalım (hepsini öldürelim); daha sonra da velîsine (ona arkadaki çıkacak olan kimselere): Biz (Sâlih) âilesinin değil edilişi sıra­sında orada değildik, inanın ancak içten söylüyoruz, diyelim.»” (en-Neml, 49)

Sâlih peygambere münkirlerin bu hîlesi haber verildi. O da âilesini ve mü’minleri yanına alarak bu şehri terketti. Böylece hicret hâdisesi de gerçekleşti. Bu dokuz karakter azgınlar çetesi, planlarını göstermek için geceleyin Sâlih -aleyhisselâm-’ın evini kuşattılar. Evin içinde kimseyi bulamayınca şaşırıp kaldılar. Bunun üze­rine Cebrâîl -aleyhisselâm- da Allâh’ın emri ile onları taşlayarak öldürdü. Cenâb-ı Hak buyurur:

“Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olan olmadan, onların plânlarını başaşağı ettik!” (en-Neml, 50)

“Allâh’ın azabı onları yakalayıverdi. Bunun üstüne şiddetli bir sarsıntı tuttu. Yurtlarında yüz üstü düşüp öylece kaldılar.” (el-A’râf, 78)

Ne değin inkârcı ve sapkın varsa hepsi de helâk oldu. Kent bir harâbe hâline döndü. Sâlih -aleyhisselâm- ve kendisine îmân edenler (tahmînen dört bin kişi) o bel­deyi terk ettiler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Emrimiz gelince, Sâlih’i ve O’nunla beraber îmân edenleri, katımızdan bir rahmet olarak ayrıca (o günün azâbından) ayrıca de o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) gâlip gelendir.” (Hûd, 66)

“Îmân edip Allâh’a karşısında gelmekten sakınanları, (azâb-ı ilâhîden) kurtardık.” (en-Neml, 53)

Mü’minler beldeyi terk ettikten sonradan ikinci gün, münkirlerin yüzleri kıpkır­mızı oldu. Üçüncü gün ise, simsiyah kesildi. Azâb ne taraftan gelecek diye korku ve korku içinde etrâfa bakıyorlardı. Hak Teâlâ, Cebrâîl -aleyhisselâm-’a, onların övünerek yaptıkları ve böylece güvendikleri muhkem binâlarının altını üstüne getirmesini emretti. Zâlim kavmin yurtları aniden yerle bir oldu. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için muhakkak bunda bir ibret vardır.” (en-Neml, 52)

Semûd kavmine, böylece bir sayha geldi ki Fahreddîn Râzî’nin kaydettiğine göre, bu sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patladı ve helâk oldular. Onların bu durumları muhtelif âyetlerde şöyle anlatılmaktadır:

“Nitekim, vukûu olan korkunç bir ses onları yakalayıverdi. Kendilerini anında sel süprüntüsüne çevirdik. Bundan Böyle o zâlimler topluluğu helâk olsun!” (el-Mü’minûn, 41)

“Zulmedenleri, o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” (Hûd, 67)

Semûd kavmi mallarına, zenginliklerine ve sağlam olarak inşâ ettikleri meskenlerine aldanarak kurtulacaklarını sanmışlardı. Fakat kahr-ı ilâhî tecellî edince bunlardan hiçbir menfaat göremediler:

“Onları, sabaha çıkarlarken o dehşet ses yakaladı. (Ve) kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savamadı.” (el-Hicr, 83-84)

Semûd kavmi, kendilerinden önce helâk edilen kavimlerden zorunlu ibreti alamadıkları için kendilerinden sonrakilere ibret numûnesi oldular:

“Bunun üstüne azâb onları yakaladı. Açıkçası bunda, büyük bir ders vardır; fakat çokları îmân etmezler. Kuşkusuz Rabbin, işte O, mutlak gâlib ve engin acıma sâhibidir.” (benzeşen-Şuarâ, 158-159)

Tefsîrlerde bildirildiğine göre bir kısım kavimler sayha ile helâk edilmişlerdir. Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmi Semûd, bunlardan biridir. Nitekim alttan gelen bir sayha ile kahr-ı ilâhîye dûçâr olmuşlardır. Diğeri Şuayb -aleyhisselâm-’ın kavmidir. Bunlar da, üstten gelen bir sayha ile mahvedilmişlerdir. Bir diğeri ise Yâsîn sûresinde bildirildiği üzere peygamberlerine îmân etmeyen Ashâb-ı Karye’dir.

Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin kopuşunun da “Sayhaten vâhideten: Tek bir sayha” ile vukû bulacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla zikri geçen kavimlerin helâki bir nevî kıyâmetten bir sahneyi hatırlatmaktadır.

Sâlih -aleyhisselâm- kavminin helâkinden daha sonra kendisine inananlara şu tavsiyede bulundu:

“Ey kavmim! Belirsizlik değil ama burası, halkına Allâh’ın gazap etmiş olduğu bir yerdir. Buradan hemencecik göç ediniz ve Allâh’ın Haremi’ne gidip emânına kavuşunuz.”

Bunun üzerine azâb-ı ilâhîden kurtulan mü’minler ihrâma girdiler, kızıl tüylü develeri yedeklerine alarak yola düştüler. Telbiye getire getire Mekke’ye kavuştular.

Mü’minler bir müddet daha sonra, o harâbe hâline dönüşmüş olan şehre geldiler. Azgınlığın ve inkârcılığın kötü âkıbetini seyrettiler. Mü’min olduklarından dolayı Allâh’a şükrettiler. Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-, mü’minlerle birlikte yeniden hicret ettikleri şehre döndüler. Hayatlarının ardına kadar da orada kaldılar.

SEMUD KAVMİNİN HELAK OLMA SEBEPLERİ

Küfürde direndiler ve peygamberleri ile alay ettiler. Kibirlendiler ve azgın nefslerine tâbî oldular. Kendi görüşlerini, dînin görüşlerinden üstün gördüler. Bu Nedenle pey­gamberlerinin dâvetine kulak asmadılar. Nasîhat dinlemediler. Deveyi katleden dokuz azgın kişiyle beraber oldular. Fesatçı kadınların sözlerine uydular. Kıtar ve Mısta ile birlikte Üneyze ve Müheyyâ’nın emri altına girdiler. Fesatçı kadınlara olan bu düşkünlükleri, onları dalâlete düşürdü. Hayır ehline buğz ediyorlardı. Sâlih Aleyhisselâm’a: “Sen peygamber olmadan evvel başımıza böyle felâketler gelmezdi!” dediler. Dünyâ malına aldandılar. Ahidlerini bozdular. Çünkü deve mûcizesini istek etmişler ve îmân edeceklerine söz vermişlerdi. Emânete hıyânet ettiler. Allâh’ın ulu bir emâneti olan deveyi, ahidlerine rağmen öldürdüler. Mâsiyet ehlinin yaptığı günâha rızâ gösterdiler. Deveyi dokuz birey öldür­müş, diğerleri de buna mânî olmamışlardı. Deve, kimsenin mülkiyetinde değildi. Âdeta bir vakıf malıydı. Sütü, bir sebîl gibiydi. Sâhibi de Cenâb-ı Adalet’tı. Fakat onlar, deveyi öldürerek büyük bir ihâ­nette bulunmuş oldular. Dokuz kişinin fesâdı, haddini tamamen aşmıştı. Başkalarının mallarını cebren elle­rinden alıyorlar, kul hakkına tecâvüzde bulunuyorlardı. Şer odakları hâline gelmiş­lerdi.

Dipnot:

1 Kalîb: Kuyu, çukur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/semud-kavmi-neden-helak-oldu.html