Sevgi üstünlük, münafıklık, pazarlık kabul etmez. Allah’ın aşkına mazhar olabilmenin ilâhî şartı başkalarına şartlar öne sürmek, hesaplamalar yerine getirmek, yapılan işlerden üstünlük devşirmek derdinde edinmek yok, rızây-ı Bârî’den gayrı maksatlar gütmekten kaçınmaktır.

En yüksek mânevî hâl, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı” makamına erenler kadar tecrübe edilir. Onlar, Allah’ın kendilerini sevdiği hissinin zevkiyle sermesttirler.

Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allah Teâlâ her kuluna kendisini sevme potansiyeli vermiştir. Cenâb-ı Rabbü'l-Âlemîn’in yanında gitmek istiyorsak bu fakat, O'na olan aşk, O'na olan muhtaciyet hissimiz, O'na olan hasret, O'na olan gereklilik ve Habibi Mustafa’nın O'na olan muhabbetine katılmakla mümkündür.

Ebedî muhabbetin tohumu insanın en derûnunda neşvünemâ bulur. Bu tohum, bizim ilahî kökenimizi temsil eder. Bu, fıtrattaki zenginliktir. Gerçek muhabbet insanın içindeki ilahî muhabbettir.

Kâinat, kemâl aşkından doğmuştur. Âlem, bilinmek aşkından doğmuştur. İslâm, aşkın kemâline çağrıdır. Allah’ın kâinatı ve içindeki her şeyi yaratması hususunda motive eden zorlama, aşktır. Dolayısıyla, Allah’ın bilinmek muradlığı oysa kulların onu bilmeyi murad etmesiyle açıklanır.

Sevgi hazinesini keşfetme ve takip etme ilkesi İslam dini tarafından belirlenmiştir. İslâmiyet, birincil insan olan Hz. Âdem’le başlamıştır. İki kâinat güneşi Efendimizin, aleyhissalatu vesselam bu dünyaya teşrifiyle, realite nurlarına ve sevgi hazinelerine dışarı giden yol da taliplilerine açılmış oldu. Bütün bunlara gelmek ve aşkın kemâline erişmek, Hazreti Peygamber aleyhissalât-ü vesselâm ve onun sünnet-i seniyyesini anlamaya çalışmak ve hayata geçirmekle mümkündür.

SEVGİ DİNİNE ZIYAFET

Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allah Teâlâ bizi sevgi dinine gösteri etti. Bu misafir etme; samimiyet kapısına, kurbiyyet kapısına, âşıklar kapısına, evliya kapısına, yoksulluk kapısına davettir. Bu mirâç için bir davettir. Bu davet, cennete kurbiyet ve ünsiyet için ilahi bir davettir. Bu kapıdan girmek Allah'tan en büyük lütuf ve nimettir, çünkü orada sevmenin sanatını öğrenmekteyiz. Ahmed Samânî şöyle buyurmaktadır: “Arş-ı İlâhîden yeryüzüne dek insanın üzüntü ve mutluluk evi hariç hiçbir yerde sevgi satılmaz. Âlemde birçok masum ve saf melek vardır, ama ama bu bir avuç dolusu toz bu bedenleri eriten, kalpleri yakan âyetin yükünü taşıyabilir; O onları sever, onlar da O’nu severler.”

Dîni yaşamak itaatte kemâl değil, aşkta kemâldir. Bilhassa asr-ı saadette gönüldeki muhabbet-i Muhammedî’nin nasıl hayata yansıdığını en müthiş şekilde gösterdiler; onlar ahlâklarına Fahr-i Evren Efendimiz’in sevdasını nakşetmişlerdi. Hanedân-ı Ehl-i Beyt ve Ashâb-ı Güzîn ilâhî aşkı adeta bir sanat türüne çevirmişler, bize aşk sanatının nasıl yaşanması gerektiğini göstermişlerdi. Mücadelelerini ve gayretlerini yüksek bir neşe ile birleştirmişler, en ağır mânevî mesuliyetleri taşımaktan en büyük zevki duymuşlardı. Bize, dînin saf bir neşe, ilham, şefkat ve îmân için yapılan mücadelelerin bir birleşimi olduğunu göstermişlerdi.

Sadece aşkla mânevî âlemleri keşfedebiliriz. Yalnızca aşkla gerçek ibadeti yapabiliriz. Sadece aşkla namazdaki mirâca yükselebiliriz. Şifa bulmak için, edep elde etmek için, dua ve ibadet etmek için aşka ihtiyacımız var. Fedakârlık sırrı yaşamak için, cihad etmek için aşka gereksinim var. Teslimiyet, itaat, ibadet ve hizmet sevgisi olmadan Ehl-i Sünneti hakkıyla takip etmiş olamayız. Sünnet olmadan şifâ bulamayız. Şifâ olmadan Resulullah Efendimiz aleyhis’salâtü vesselâmın muhabbeti doğmaz, O’na muhabbet duymadan ise rahmet yağmaz. Rahmet olmadan Allah Teâlâ’nın kurbiyet ve açık yüreklilik kapıları açılmaz.

Eğer Allah’ın mükemmel sonsuzluğu aleyhinde haşyet, merak ve hayranlık hâlinde değilsek aşk seviyelerine yükselemeyiz. Eğer Allah’ın Cemâline âşık değilsek kendi kaderimizi gerçekleştiremeyiz. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri heybetli bir örnekle aşkın sırrını tanımlama ediyor: “Acele gereklilik alnını, ikrar edilmiş çaresizlik toprağına dayamazsan ve hüzün gözyaşları göz bulutlarından sağanak hâlinde yağmazsa, tutku nebatların hayât bahçesinde yeşillenmez. İnsanlık bahçeleri maksadına hizmet için verimli bir hâlde yeşillenmez. Sabır dalları rıza yaprakları veyahut yakîn dostluğun güzel rayihâlârını vermez, ne de seni ünse taşır.”

AŞKIN SIRRINI NASIL KEŞFEDEBİLİRİZ?

Ağlayıp inlemeden ve acı duymadan insan aşkın sırrını keşfedemez. İnsan yalnızlığı ve ayrılığı tatmazsa Rabbiyle tevhidin lezzetini bilemez. İnsan özlem yaşamazsa, Allah’ın lütuf ve nimetlerinin farkına varamaz. İnsan yokluk yaşamazsa, Allah’ın zenginliklerinin kıymetini takdirden aciz kalır. Açgözlülük azalmadan, avantaj, şan, makam sahibi olmaktan vazgeçmeden, nefs-i emmarenin heveslerinden kurtulamadan, ölüm korkusundan kurtulamadan, manevi hastalıklardan, dünyanın şerrinden, şeytanî tabiattan kurtulamadan, yaklaşmak ve yükselmek derdinde olmadan Allah’ın rahmet, bereket, lütuf ve ebedi güzelliğine erişemeyeceğiz.

Sevgi üstünlük, münafıklık, pazarlık kabul etmez. Allah’ın aşkına mazhar olabilmenin ilâhî şartı başkalarına şartlar öne sürmek, hesaplamalar yapmak, yapılan işlerden fayda devşirmek derdinde edinmek değil, rızây-ı Bârî’den gayrı maksatlar gütmekten kaçınmaktır.

Mesele; imanımıza sevgiyi bağlamıyoruz. Dolayısıyla iyileşmek, kendimizi ilerletmek, olgunlaşmak, temizlemek, saflaştırmak olası değil. Kamil bir imana sahip yapabilmek ancak Hz. Peygamberi aleyhis’salâtü vesselâmı kendi nefsimizden daha artı sevmemizle mümkündür. “Peygamber; mü’minler için kendi öz nefislerinden daha evladır” âyeti kerimesi ile Hz. Peygamber’e mutlak bir öncelik tanınması, mü’mince yaşarken her davranışın bu şuuru içermesi gerektiği belirtiliyor. Böylece îmânımızı tekâmül ettirmek Efendimiz’i kendi nefsimizden dahi fazla sevmekle mümkündür.

Bize İslam’ın özünü yaşatan, tefekkür ve muhabbetir. İslam’ın özünü yaşatan, itaat, iman, teslimiyet, cihat, ibadet ve infak sevgisidir. İslam’ın özünü yaşatan, hayatımızda sürekli bir muhabbet savaşı içinde olmamızdır. İslam’ın özünü yaşatan, kendi benliğimizden kurtulmak, manevî hastalıklardan şifa bulmak, cehaletten ve fiziksel bağlantılardan kurtarmaktır.

Sevginin İslam’da ne kadar ciddi bir mesuliyet olduğunu anlamalıyız. Hz. Hüseyin’in gönlündeki mukavemet gücünden hiç olmazsa bir zerre tevârüs edelim. Hz. Hamza’nın cesaretinden, Hz. Yusuf’un imtihanlarına sabrından, Hz. Hatice’nin aşk-ı Muhammedî’sinden nasip alalım, Hz. Fatıma'nın mahviyet sırrının bir zerre vârisi olalım. Hz. İsmail’in teslimiyet sevgisini, Hz. Ali'nin, Efendimiz'in yatağında yatıp uyuyacak kadar ihlâslı olmasını tefekkür edelim. Eğer aşkı öğrenmek istiyorsak Hz. Hatice’nin üstüne aldığı ağır mesuliyetlerin altına girmeye bir nebze olsa bile biz de kendi hayatımızda çaba edelim.

Yegâne yaratıcı olan merhametlilerin en merhametlisi Allah Teâlâ, bütün müminlere her tarafta kalplerinin aşk hazinesini, iç potansiyellerini, saflıklarını tekrar kazanmak fırsatını versin.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Rakam: 429

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/sevgide-pazarlik-olmaz.html