Aile ve toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasında ve yoksul düşenlerin elinden tutmada ne gibi ölçü konulmuş ve ne gibi tedbirler alınmıştır?

İnsan, yüce Allâh’ın nezdinde fazla özel bir yere sahip, o kadar çok nimetler önüne serilmiş bir varlıktır. O Allah oysa dünya gezegenini yeraltı yerüstü zenginlikleriyle, insana boyun eğecek, hizmet edecek şekilde yaratmıştır. Esinti eser, insan rüzgâr enerjisi santralleri ile enerji üretir, tekrar sular akar önüne yapılan barajlarla sulama yanına enerji üretimini devreye sokar.

Kur’ân’da şöyle buyurulur: “O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından sizin hizmetinize vermiştir. Kuşkusuz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır!” [1]

“Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu halde yerin omuzlarında (üstünde) dolaşın ve Allâh’ın rızkından yiyin. Lakin son dönüşün O’na olduğunu unutmayın.’’ [2]

Bu ayetlerde belirtildiği gibi bütün bu nimetler hiçbir layık ödemeden insanoğlunun hizmetine sunulmuştur. Bu nimetleri Allah insan yararlansın diye yaratmış, bunlardan yararlanmayı helâl kılmış ve belli ölçüler getirmiştir. Bu ölçüyü ise şu ayetlerle açıklamıştır.

“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir. Hayır, olarak daha ne yaparsanız hiç kuşkusuz Allah onu bilir.” [3]

“Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: “(Helâl kazancınızın size ve bakmakla mesul olduklarınıza tatmin edici olanından) arta kalanı infak ediniz.” İşte Allah, ayetleri size böyle açıklar fakat düşünebilesiniz.” [4]

AİLENİN GEÇİMİNİ TEMIN ETMEK

Aile içinde en yakın benzeyen ve çocukların maruf ölçüsünde gelir düzeyine kadar geçimini sağlamak Müslümanın görevidir. Bu konuda iyi bilinen örfe ve kazanç düzeyine uygun harcama yerine getirmek anlamına gelen “maruf” terimi belirleyici ölçüt olmuştur.

“Eli geniş olan genişliğine göre nafaka versin. Rızkı daraltılmış bulunan da, Allâh’ın kendisine verdiğinden versin! Allah hiç kimseyi, ona verdiğinden başka biri ile mesul tutmaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir rahat yaratacaktır.” [5]

Yukarıdaki ayetlere göre kişinin çalışarak helâlinden kazanması, kazanç düzeyine kadar ailesini geçindirmesi, kalan mal varlığından da muhtaçlara takviye etmesi istenmektedir. Aile dışındaki gereklilik sahiplerine destek “zekât” emri ile gerekli kılınmıştır.

Zekât İslâm’ın beş temel esasından birisi olup, Hicretin ikinci yılında Ramazan orucu ve fitreden sonradan farz kılınmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi sekizi namazla birlikte edinmek üzere otuz iki yerde zekât emri vardır.

Hz Peygamber de şöyle buyurmuştur: “İslâm beş temel üstüne kurulmuştur. Bunlardan biri de zekât vermektir.” Diğer yana Allâh’ın elçisi, Muaz, b. Cebel (r.a.)’ı Yemen’e vali olarak gönderirken kendisine zekâtla ilgili olarak şu talimatı vermiştir: “Ey Muaz! Onlara bildir fakat, Allah Teâlâ kendilerine zekâtı farz kılmıştır. Zekâtı oranın zenginlerinden al, yoksullarına ver.” [6]

Nitekim Kuran-ı Kerîmde şöyle buyrulur: ‘Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en yüce derece ye ulaşamazsınız.” [7]

“KAZANÇLI MAL BUDUR”

Yukarıdaki ayet inince, Ensar’ın zenginlerinden Ebû Talha (r.a.) Nebi (s.a.v.)’e gelerek, Mescid-i Nebevî’nin karşı fazla sevdiği hurma bahçesini bağışlamak istediğini söyledi. Allâh’ın elçisi şöyle buyurdu: “İşte kazançlı mülk budur, kazançlı mülk budur! Bunun mükâfatı cennettir. Fakat buranın gelirini senin akrabaların arasında ihtiyaç sahiplerine taksim etmeni (veya onlara öncelik hakkı vermeni) yerinde bulurum.” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha, bu bahçeyi vakıf haline getirip, gelirini ihtiyaç sahibi olan akrabası ve amcaoğulları aralarında bölüştürdü.[8] Hz. Ömer, Osman gibi öyle fazla sahabenin sevdiği mallarını Allah yolunda infak ettikleri bilinmektedir.

Bu ayet ve hadislere kadar, yardımlaşmanın yakın akrabadan başlaması gerektiği anlaşılmaktadır.

Hz Ömer Hayber fethinden sonradan bir çiftlik edinmiş ve gelirini yoksullar için vakfetmiştir. Malını vakfederek aralıksız bir hayır kaynağı meydana getirmek bizim tarihimizde fazla önemlidir.

Bu konuda Osmanlı vakıfları da bu bilinç ve duyarlılığın en güzel örnekleridir. Bilhassa zengin hanımların vakıfları dillere epope olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan, düğününde gelen büyük takı ve hediyeleri ne yapması gerektiğini zamanın şeyhülislâmı Ebûssud Efendiye sormuş, o da bunları fazla sevdiyse, yanına mezara götürüp ölümsüz servet edinmesini tavsiye etmiş. Özetle Üsküdar’da ve Edirne Kapı’da bu takılarla inşâ edilen Mihrimah sultan camii ve külliyeleri yüzyıllardır bugün de toplumun hizmetindedir.

Yeniden Bezmiâlem Vâlide sultanın vakfı olan Terkos barajından yüzyıllarca İstanbul’un içme suyunun karşılanması, namına açılan hastanelerde her gelenin çare edilebilmesi sadaka-i câriyenin diğer bir örneğidir.

Ömer bin Abdülaziz döneminde, zekât verilecek yoksul bulunamadığı için, zekât hazinesinde biriken nakit para ve mallardan; esas ihtiyaçlarında eksiklik bulunun emekçi ve memurlara ev, konut eşyası ve binit edinmeleri için destek sağlanması karara bağlanmıştır. Çünkü onlar bu esas ihtiyaçlardaki eksiklik sebebiyle, zekât verilecek sekiz sınıftan birisi olan “borçlular (gârimûn)” sınıfından sayılmıştır.

İSLAM’IN İŞÇİ VE MEMUR İÇİN ÖNGÖRDÜĞÜ AIDAT

İşçi ve memur için İslâm’ın öngördüğü vergi, bu kimselerin kendisine ve bakmakla sorumlu olduğu benzer ve çocuklarına yetecek ölçüde belirlenecek bir ücretten ibarettir. Bu ücretin kapsamı şu hadisle belirlenmiştir: “Bir kimse bizim işimize tayin olunursa, evi yoksa ev edinsin, bekârsa evlenebilsin, hizmetçisi yahut hizmetçi ve bineği yoksa binek edinsin. Kim bunlardan fazlasını isterse, o ya hıyanet eder ya da hırsızlık yapar.” [9] Burada emeği ile geçimini sağlayan kesimin ma’kul bir vakit içinde ulaşmaları hedeflenen bir hayat standardına uyarı çekilmiştir. Bunlar medenî bir yaşayışın gerekleri olup; gerçekleşmeleri meslek ve mesleğin özelliğine ve toplumdaki örfe tarafından olur.

Hz. Peygamber mü’minin dünya ve âhiret mutluluğunu yakından ilgilendiren unsurlara şöyle işaret etmiştir: “Üç şey mü’min için sevinç kaynağıdır. Geniş bir ev, iyi bir binit ve iyi bir benzeşen.” [10]

İslâm’da erkek kadın ayrımı yapılmayıp, zengin olan herkesin ihtiyaç sahiplerine ilk önce zekât yükümlülüğü olmak üzere almak muavin olmaları istenmiştir. Şirketlerde sabit sermaye denilen fabrika binası, alet ve teçhizatlar, servis arabası gibi ticaret malı olmayan kısım zekâttan muaf tutulmuş. Ama döner anapara denilen ticaret malları, peşin para para kaynakları takvim %2,5 hesabıyla zekâta ast tutulmuştur. Böyle bir hesaplama yapılacak tüccar ve sanayi kesiminin zekâtını tam olarak vermesi durumunda yokluk problemini çözmek kolaylaşır.

Bundan otuz yıl kadar önce Malezya’da yapılan bir nüfus sayımında halkın zenginlik yokluk sorgulaması yapılmış. Toplumun %47’sinin zekât alabilecek durumda olduğu tesbit edilmiş. Zekâtın zenginlerden Devlet eliyle alınıp yoksul kesime dağıtılması sonunda, on yıllık uygulamada yoksulların sayısının %47’den %17’e düştüğü görülmüştür.

ZEKAT VERİLECEKLER

Kuran-ı Kerîmde zekât verilecekler şu ayetle belirtilmiştir. “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ama, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah o kadar iyi bilendir, hikmet sahibidir.” [11]

Zekât mallarını birleştirme ve dağıtma hususunda bir organizeye gereklilik var. Bazı Müslüman ülkelerde bu organize devlet eliyle yapılmaktadır. Bizim ülkemizde bir takım ücret düzenlemeleri olsa da zekâtla ilgili uyumlu bir tatbik yoktur. T. Diyanet Vakfı tarafından din görevlilerinin de katkıda bulunmasıyla bu uğurlu hizmete kamunun el atması beklenir. Hz. Peygamber ve birincil dört halife dönemindeki zekât uygulaması incelendiğinde bunun ulus eliyle yapılmasının yerinde olduğu sonucuna varılır.

Dipnotlar:

[1]. Câsiye, 45/13. [2]. Mülk, 67/15. [3]. Bakara 2/215. 4. Bakara 219. 5. Talâk 65/7. 6. Buhârî, Zekât, 1, Tevhîd, 1; Ebû Dâvûd, Zekât, 5; Nesâî, Zekât, 46; İbn Mâce, Zekât, 1. 7. Âl-i İmrân, 3/92. 8. Buhârî, Zekât, 42, 44, Tefsîr, 3/5. 9. Ebû Dâvûd, İmâre, 10; Ahmed İbn Hanbel, IV, 229. 10. A. İbn Hanbel, I, 168. 11. Tevbe, 9/60.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/islamda-gerek-aile-icinde-ve-gerek-islam-toplumunda-gecim-icin-belli-bir-standart-var-midir.html