Peygamber Efendimiz (s.a.v) kadınlara nasıl davranırdı? Peygamber Efendimiz'den önce (s.a.v) Mekke'de kızlara ve kadınlar ayapılan haksızlıklara, zulümlere aleyhinde İslam nasıl savaş açmıştır? Peygamber Efendimizin

“Allahım! İki cılız kimsenin, yetimle  kadının hakkını zarar etmekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.” (İbn-i Mâce, Edeb, 6)

İslâm’dan önceki Arap toplumunda bazı soylu aile kızları bir takım imtiyazlara sahip olsa da umumiyetle kadının durumu fazla kötüydü. Her şeyden önce sona ermek bilmeyen kabile savaşları neticesinde bir ganimet malı olarak telakki edilen kadınlar defalarca mağdur edilmekteydi. Örneğin onların cariye statüsünde alınıp satılması bir tarafa, zina ve fuhuş yapmaya zorlanarak pazarlandıkları da olurdu. Keza bir bayan kocası öldüğünde hiçbir güvencesi yoktu. Kocası ölen kadın, babasının evine sığınmadan önce kocanın erkek kardeşi tarafından yakalandığında onun olurdu. Erkekler istedikleri sayıda kadınla evlenebilirlerdi. bununla birlikte bayan her hangi bir yolla varis da olamıyordu.

Kadınların böylesine istismar edildiği bir toplumda kız çocuğuna sahip almak dayanıklılık edilebilir bir durum değildi. Dolayısıyla bir utanç vesilesi addedilen yeni doğmuş kız çocukları, zaman zaman ailelerince diri diri toprağa gömülürlerdi.

Hâsılı İslâm öncesi Arap toplumunda bayan, umumiyetle cinsî yönden istismar edilmiş, sosyal ve iktisadi bakımdan sahip olması gereken haklardan mahrum bırakılmıştı.

İslâm’ın gelmesiyle birlikte kadının konumunda manâlı değişiklikler olmuştur. Dinimiz, zina ve fuhuş için önleyici tedbirler alması yanında, her Müslümanın kanının, malının, namusunun mukaddes ve dokunulmaz olduğunu ilan ederek ilk önce kadınlara sâhip çıkmıştır. Bundan Böyle bayan iffetsizliğe zorlanmayacak hatta onun iffetine gölge düşürücü sözler bile söylenmeyecekti. (en-Nur 24/23, 33)

Kız çocuklarının hor ve hakir görülmesi, hele hele diri diri toprağa gömülmesi muhakkak yasaklanmıştır. (el-En’âm 6/151; en-Nahl 16/59; et-Tekvîr 81/8) Yeni dinin ölçülerine kadar, insan olarak yaratılıp bir takım yargı ve sorumluluklarla muhatap kılınmaları bakımından kadın ile erkek arasında bir ayırım yoktur. İnsan yegâne üstünlüğü, Allah’a olan kulluk şuuru ile elde eder. Bu husustaki bir takım âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmaktadır:

“Ey millet! Açık Konuşmak Gerekirse biz sizi bir kadınla bir erkekten yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizleri kavim ve kabilelere ayırdık. Emin ki Allah katında en değerli olanınız O’ndan en fazla ittika edeninizdir...” (el-Hucurât 49/13)

“...Ben, erkek olsun kadın olsun -ama hepiniz birbirinizdensiniz- içinizden gayret belirten hiçbir kimsenin emeğini nafile çıkarmayacağım...” (Al-i İmrân 3/195)

“Erkek veya kadın, mü’min olarak kim sâlih amel işlerse ona mutlaka güzel bir hayat yaşatırız. Mükâfatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (en-Nahl 16/97)

Kadın ve erkek Allah’ın kulu olmaları bakımından eşit statüde bulunmakla birlikte fizyolojik ve psikolojik olarak her birinin kendine has özellikleri vardır. Hayatın düzeni ve fıtrat gereği olan bu şart kadınla erkeğe, birbirlerine menfaat taslama hakkı vermez. Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle istek etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri vardır. Kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. Allah’tan lütfunu isteyin. Kuşkusuz Allah her şeyi bilmektedir. “ (en-Nisâ 4/32)

Dolayısıyla bayan ile erkeğin yaşam yolculuğunda birbirlerinin rakibi yok de yardımcısı olduğu unutulmamalıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bir taraftan “Kadınlar sizin siz de kadınların elbisesisiniz” (el-Bakara 2/187) buyrulurken bir de laf konusu durum Allah’ın varlığının delilleri olarak şöyle açıklama edilmektedir:

“Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve acınacak şey peyda etmesi O’nun varlığının delillerindendir. Açık Konuşmak Gerekirse bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.” (er-Rûm 30/21)

AYET VE HADİSLERLE NASİHATLER

ÖTE TARAFTAN Kur’ân-ı Kerîm kadını anne olarak ele almış, Allah’a kulluğun ardındaki ana babaya iyilikte bulunmanın lüzumu üzerinde durmuş, özellikle yaşlılıklarında onlara “öf” bile demenin dürüst olmayacağını açıklama etmiştir. (el-İsrâ 17/23)

Kur’ân-ı Kerîm’in kadına bakışıyla Peygamberimiz’in söz ve uygulamaları natürel olarak aynı minval üzeredir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- büyük bir iltifat olarak onlar hakkında:

“Cennet anaların ayakları altındadır” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, I, 125)1 buyurmuştur.

Efendimiz’in bu yaklaşımıyla kadınlar onun şahsında, kendilerine şefkat ve merhamet eden, eşleriyle anlaşmazlıklarında ara buluculuk yapan, haklarını koruyan, erkeklere hanımlarına iyi davranmalarını öğütleyen ve yaşayışıyla da buna misal olan bir arkadaş ve hâmi bulmuşlardır.

Nebiyy-i Muhterem -sallallâhu aleyhi ve sellem-, horlanan, aşağılanan hatta ara sıra dövülen kadınları yaklaşık olarak yetimler gibi telakki etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Allahım! İki güçsüz kimsenin, yetimle kadının hakkını zayi etmekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.” (İbn-i Mâce, Edeb, 6)

İman dâiresine girerek İslâm ahlakıyla mücehhez olan her insan, kadınlara, bilhassa kendi hanımına karşısında nezih davranışlar sergilemelidir. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, ümmetin erkeklerine şu tavsiyede bulunmaktadır:

“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmeli, ahlâkı en iyi olanıdır. Sizin en hayırlınız, kadınlarına aleyhinde hayırlı olanlardır.” (Tirmizî, Radâ`, 11)

Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu ölçüyü bir başka hadîs-i şerîfinde şöyle dile getirmektedir:

“Hayırlınız, aile fertlerine şanslı olandır. Ailesine en bahtı açık olanınız ise benim.” (Tirmizî, Menâkıb, 63; İbn-i Mâce, Nikâh, 50)

Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- hanımlarını döven erkekleri de muhtelif şekillerde uyarmış ve bunlara aleyhinde her zaman memnuniyetsizliğini açıklama etmiştir. Bir keresinde kocaları kadar dövülen bazı kadınlar, onları şikâyet etmek üzere Hz. Peygamber’in evine gelmişlerdir. Bunun üstüne Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Kadınlarınızı döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Nikâh 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

 Yeniden Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gün hutbe okurken erkeklere şöyle seslenmiştir:

“– Sizden biriniz hanımını köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Muhtemelen o akşam, onunla benzer yatakta yatacaktır.” (Müslim, Cennet, 49)

Bir başka hadis-i şerifte de Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

Bir mü’min hanımına buğzetmesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir diğer huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ`, 61)

Kadın erkek her insanın başarılı veya başarısız olduğu yahut yanılarak hata yaptığı anlar olabilir. İşin böyle olması kaçınılmazdır. İnsanları, imkânlarına ve kabiliyetlerine tarafından ölçmek, meseleleri konuşarak rıfk ve mülayemetle çözmek gerekir. Bu, Hz. Peygamber’in metodudur. Nitekim o, kadınlara aleyhinde Câhiliye kabalığından kalma alışkanlıklarını devam ettiren bir takım kimselere şöyle seslenmiştir:

“...Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Zira bayan kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en çarpık yeri üstteki tarafıdır. Çarpık kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine çarpık kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz.” (Buhârî, Enbiyâ 1; Müslim, Radâ’ 60)

Bir diğer rivayette:

“Bayan kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Eğer ondan yararlanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin” buyrulmuştur. (Buhârî, Nikâh 79; Müslim, Radâ` 65)

Efendimiz bu hadisleriyle bize kadının yaratılışına dair biyoloji ile ilgili aydınlatmak istememiştir. Bize kadınla nasıl geçinmek gerektiğini temsilî yolla anlatmıştır.

Bir Takım âlimler hadîs-i şerîfteki: “Kaburga kemiğinin en eğri yeri üstteki tarafıdır” ifadesini, kadının en problemli tarafı dilidir, biçiminde yorumlamışlardır. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, IX, 253) Kadının cehenneme dili yüzünden gireceğini belirten şu hadîs-i şerîf bu yorumu desteklemektedir:

“Siz fazla lânet eder ve kocanızın iyiliklerini görmezden gelirsiniz.” (Buhârî, Hayız, 6)

Lânet ve iyiliği inkâr dille yapılır. Kocasının maddî durumunu düşünmeden konu komşuda gördüğünü kendi evinde de isteyen, dediği olmazsa hırçınlaşan, aile sırlarını olur olmaz kimselere açan, sağda solda dedi kodu yapan bayan, tüm bu fena davranışlarını diliyle gerçekleştirir.

üstelik Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- İslâm ahlâkını özümsemiş, kaliteli bir hanımın erkekler için bulunmaz bir nimet olduğunu şöyle belirtmiştir:

“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun üstünlük karşılayan en bahtı açık varlığı sâliha kadındır.” (Müslim, Radâ`, 64)

Bu hâli Resûl-i Ekrem Efendimiz bir başka hadisinde ne hoş anlatır:

“İnsanı mutlu eden üç şey vardır: Sâliha kadın, iyi bir ev, iyi bir binek. İnsanı mutsuz eden üç şey ise kötü bir kadın, kötü bir ev ve kötü bir binektir.” (İbn-i Hanbel, I, 168)

Amr bin Ahvas -radıyallâhu anh-, Peygamber -aleyhisselâm-’ın Vedâ Haccı’nda şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ashâbım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyetimi tutunuz. Zira onlar sizin idarenize ve himâyenize verilmişlerdir. kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları takdirde, onlar üstünde despotluk kurmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlâk dışı bir hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın. Bir yerlerini incitmeyecek şekilde dövün. Ola Ki size itaat ederlerse, artık onlara zarar verecek bir şey yapmayın.

Şunu bilin fakat, sizin kadınlar üstünde haklarınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.

Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır.

Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, üst baş ve yeme içme konularında kendilerine iyi imkânlar sağlamanızdır.” (Tirmizî, Radâ`, 11; İbn-i Mâce, Nikâh, 3)

Fahr-i Âlem -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu tavsiyelerinde, kadınlara iyi muamelede bulunmanın yanısıra, sözden anlamayan, ailenin yıkılmasına sebep olabilecek gayr-i ahlâki davranışlar sergileyen kadınları da aşırıya kaçmamak şartıyla ve yola getirmek düşüncesiyle dövmenin lüzumuna uyarı çekmiştir. Bu emir, aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de de geçmektedir. (en-Nisâ 4/34) Oysa söz konusu durumun nihâî çare olduğu unutulmamalıdır. Hem Resûlu Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- hayatı her tarafında hiçbir hizmetçiyi veya hanımını dövmemiştir. Bunu on yıllık eşi Hz. Âişe söylemektedir. (İbn-i Mâce, Nikâh 51)

Bununla Beraber Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in, duyduğu ve gördüğü bir takım negatif tavırlar sebebiyle kadınları zaman zaman şiddetli bir üslubla uyardığı da olmuştur. Câbir -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte bayram namazına katıldım. Efendimiz hutbeden önce, ezansız ve kâmetsiz namaza başladı. Daha Sonra Bilâl -radıyallâhu anh-’e dayanarak kalktı. Allah’tan korkmayı ve O’na itâati emretti. İnsanlara vaiz edip (ölümü, âhireti, cenneti, cehennemi) hatırlattı. Sonradan kadınlar bölümüne geçti. Onlara da benzer şekilde vaiz etti, hatırlatmalarda bulundu ve:

“– Allah için tasadduk edin, zira sizin ekseriyetiniz cehennem odunusunuz!” buyurdu.

Yanakları kararmış itibarlı kadınlardan biri kalkarak:

– Neden ey Allah’ın Resûlü? (niye cehennem odunlarıyız?) dedi.

Resûlullah ise şöyle buyurdu:

“– Zira siz kadınlar çok şikâyette bulunuyor, kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz.”

Bunun üstüne kadınlar zînet eşyalarından tasadduk etmeye başladılar... (Müslim, Îdeyn, 4)

Hz. Peygamber’in kadınlara acınacak şey ve şefkatle muamelesinin, sahabiler üzerindeki tesirine de değinmek gerekir. Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh- der fakat:

“Biz Resûlullah vaktinde hakkımızda bir vahiy gelir korkusuyla hanımlarımıza istediğimiz gibi davranmaktan sakınırdık. Allah Resûlü vefat edince istediğimiz gibi konuşup davranmaya başladık.” (Buhârî, Nikâh, 80)

İnsanları Hakk’a davetle emrolunan Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- İslâm’ı kabul eden herkese, kadın erkek ayırımı yapmaksızın dinin ahkâmını öğretmeye çalışmıştır. Umûmî vaazları açık havada ara sıra kadınlara has vaazları da olmuştur. Yukarıda kaydedilen hadiste kadınların sadakaya özendirme edilmesi Efendimiz’in bu vaazlarından birinde vuku bulmuştur. Allah Resûlü’nün sohbetlerinden başlıca erkeklerin istifade ettiğini düşünen bir takım kadınların, Efendimiz’den özel sohbet başvurusunda bulunduklarını görmekteyiz. Ebû Sâid el-Hudrî -radıyallâhu anh-’ın naklettiğine tarafından bir kadın Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e geldi ve:

– Ey Allah’ın Resûlü! Senin sözlerinden defalarca erkekler istifade ediyor. Biz kadınlara da bir gün ayırsan, o gün toplansak ve Allah’ın sana öğrettiklerinden bize de öğretsen! dedi.

Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Peki, şu gün şurada toplanınız!” buyurdu.

Kadınlar toplandılar. Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- de gidip Allah’ın kendisine bildirdiklerinden onlara öğretti. (Buhârî, İ’tisam 9; Müslim, Birr, 152)

Bayan sahâbîler bir taraftan Hz. Peygamber’in vaazları ve konuşmaları aracılığıyla İslâm’ın ahkâmını öğrenmeye çalışırken bir de karşılaştıkları problemlerin çözümü ve akıllarına gelen soruların cevabını alabilmek için Resûlullah’a başvurma imkânına da sahiptiler. Efendimiz de bunlara layık verir ve sorularına mukabelede bulunur, problemleriyle ilgilenirdi. (Müslim, Fedâil 76; Ebû Dâvûd, Edeb 12)

Sahabi kadınlarından bazısı en mahrem sayılacak konularda bile Hz. Peygamber’e soru sormaktan çekinmezdi. Enes bin Mâlik’in annesi Ümmü Süleym, Resûlullah’a kadınların ihtilam olduklarında gusletmelerinin gerekip gerekmediğini sormuştur. (Buhârî, İlim, 50) Esmâ bint-i Şekel adındaki bir bayan sahabi de Hz. Peygamber’e gelerek hayızdan temizlendikten daha sonra nasıl yıkanılacağını sormuştur. Esma’nın cesaretine hayran kalan Hz. Aişe:

“Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Dinlerini öğrenmek hususunda onlara hayâ mani olmuyor” demiştir. (Müslim, Hayız, 61)

Ümmü Ümâre anlatıyor:

– Ya Resûlallah her şeyi erkekler için görüyorum, hiçbir şekilde kadınlardan bahsedildiğini görmüyorum, dedim.

Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:

“Değişkenlik değil oysa erkek ve bayan Müslümanlar, erkek ve bayan mü’minler, itaat eden erkekler ve kadınlar; içten sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çokca zikreden erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35) (Tirmizi, Tefsir, 33/14)

Ilk Olarak ümmühatü’l-mü’minînden bir takım hanımlar elde etmek üzere birçok kadın sahâbî Peygamberimiz’in hadislerini öğrenip nakletme konusunda temayüz etmişlerdir.2 Öyle ama Hz. Aişe annemiz en fazla hadis söylenti eden (müksirûn) yedi sahâbîden biridir. (Irâkî, s. 350) Ayrıca o, fıkıh, şiir, nesep ve tıp ilimlerinde de uzmandır. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 360)

Cahiliye döneminde okuryazar oranı pek yüksek olmamasına rağmen bazı hanım sahabilerin okuma yazma bildiklerini görüyoruz. Örneğin okuma yazma bilen Şifâ bint-i Abdillah’ın, Efendimiz’in tavsiyeleriyle hanımı Hafsa’ya okuma yazma ve öteki bazı şeyleri öğrettiği nakledilmektedir. (Ebû Dâvûd, Tıb, 18; Kettânî, I, 49, 50)

KADIN VE MESCİD

Peygamberimiz döneminde kadınların lüzum eğitiminde gerekse dini hayatlarında mescidlerin manâlı bir yeri vardır. Nitekim Mescid-i Nebevî’de Efendimiz’in tavsiyesi üstüne yalnızca kadınların girip çıkacakları bir kapı ayrılmış, (Ebû Dâvûd, Salât, 17, 53) erkeklere, kadınların gece ya da gündüz mescide gitmelerine engel olmamaları emredilmiştir. İlgili hadislerden bir kısmı şöyledir:

“Biriniz hanımı mescide gitmek için müsade isterse ona mani olmasın.” (Müslim, Salât, 134, 135)

“Kadınların geceleyin mescide gitmelerine engel olmayın.” (Müslim, Salât, 138)

“Allah’ın bayan kullarını mescidden men etmeyiniz.” (Müslim, Salât, 136)

Prensip olarak Asr-ı Saadet’te kadınların mescide gitmeleri uygun görülmekle birlikte, onların mescide girip çıkarken fitneye ve vakitsiz davranışlara sebep olmamalarına uyarı çekilmiştir. Bundan dolayı Hz. Peygamber, mescide dışarı giden kadınların koku sürmemelerini istemiştir. (Müslim, Salât, 141-145) Nitekim Resûlullah ölüm ettikten daha sonra mescide dışarı giden bazı kadınların uygunsuz hal ve tavırlarını görebilen Hz. Aişe annemiz:

– Eğer Resûlullah kadınların şimdiki yaptıklarını görseydi onları Benî İsrâil kadınlarının men edildikleri gibi mutlaka mescide gitmekten men ederdi, demiştir. (Müslim, Salât, 144)

Böylece Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem’-in “Kadınların namazlarının en hayırlısı evlerinde kıldıklarıdır” (İbn-i Hanbel, VI, 301) mealindeki hadislerinin, camiye gidip gelirken uygun olmayan davranışlardan sakınılmasının gereğine vurgu yerine getirmek için buyrulduğu anlaşılmaktadır.

Keza erkekler ve kadınların biyolojik ve ruhî farklılıklarını göz önünde bulunduran Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- kadınlara evleriyle meşgul olmalarını nasihat etmiştir. Meselâ bir hadislerinde:

“Sizlere evlerinizi tavsiye ederim, çünkü sizin cihadınız evinizdedir” buyurmuştur. (İbn-i Hanbel, VI, 68) Yine Allah Resûlü “...Bayan, kocasının evinde çobandır ve güttüklerinden sorumludur...” (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20) buyurarak kadının evinin işlerini iyi bilmesi gerektiğine uyarı çekmiştir.

Aile içi meslek bölümü yaparken Peygamberimiz’in, kızı Hz. Fâtıma’ya konut işlerini, damadı Hz. Ali’ye de harici işleri nasihat ettiğini görüyoruz. (Kâsânî, Bedâî’, IV, 24)

Kadınlara konut işleri yerinde görülmekle birlikte Asr-ı Saadet’te bir takım kadınların hâricî işlerle de uğraştıklarını müşahade etmekteyiz. Kayle bint-i Ümmi Enmâr isimli bayan sahâbi anlatıyor:

Bir Umre sırasında Merve’de Peygamber Efendimiz’e:

– Ey Allah’ın Resûlü! Ben alış veriş yapan bir kadınım. Bir şey satın almak istediğimde, düşündüğümden eksik bir ücret veriyorum. daha sonra sıradan ücretine yükseltiyorum. Bir şey satış istediğim zaman da onun bayağı ücretinden artı talep ediyorum. daha sonra bayağı değerine indiriyorum, dedim.

Bunun üstüne Resûlullah şöyle buyurdu:

“– Ey Kayle böyle yapma! Bir şey satın edinmek istediğinde onun alışılagelmiş ücretini teklif et. Ya alırsın ya alamazsın. Bir şey satış istediğin süre da yine malın bayağı ücretini iste. Ya satarsın ya da satamazsın.” (İbn-i Mâce, Ticâret, 29)

Peygamberimiz vaktinde Havle el-Attâre diye meşhur Havle bint-i Tüveyt de Medîne’de ıtr (aroma) satan bir hanım sahâbî olarak bilinmektedir. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 278)

Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ bayanın, ev işleriyle birlikte kocasının atının bakımı ve bahçelerinden toplanan mahsulun taşınmasıyla meşgul olması da bir diğer örnektir. (Buhârî, Nikâh, 107)

Semra bint-i Nüheyk adındaki bayan sahâbinin ise çarşı pazar dolaşarak elindeki kırbaç ile insanları iyiliğe sevk edip kötülükten sakındırdığı, bir nevi zabıta memurluğu yaptığı nakledilmektedir. (Heysemî, IX, 264) Okuma yazma haberdar olan Şifa bint-i Abdillah’ın da aynı bir vazifeyle Hz. Ömer’in hilafeti zamanında Medine çarşılarından birisinde görevlendirildiği anlaşılmaktadır. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 341)

Asr-ı Saadet’te içtimâi hayatın bir parçası olan gazvelere gelince; bu savaşlarda muharip sınıfı daima erkekler oluşturmuştur. Yani savaşa bulunma kadınların aslî görevi değildir. Nitekim bir keresinde Hz. Âişe harbe iştirak etmek için izin istemiş, Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise:

“–Sizin cihadınız hacdır” buyurarak (Buhârî, Cihâd, 62) eşinin harbe iştirak etme talebine negatif cevap vermiştir.

Bununla Birlikte, kadınların Hz. Peygamber döneminde harbe, şartlar gereği daha çok geri hizmette, bazen de gerçekten iştirak ettiklerini görüyoruz. Enes bin Malik’in naklettiğine tarafından Ümmü Süleym, Hz. Peygamber’e savaşa yeralma istediğini belirtince Resûlullah ona cihadın kadınlara farz kılınmadığını ifade etti. Ümmü Süleym, yaralıları çare edebileceğini, göz ağrılarına ilâç yapabileceğini, mücahidlere su taşıyabileceğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“– O hâlde gazaya çıkmanız ne hoş olur” buyurdu. (Heysemî, V, 324)

Bazı kadın sahâbîler Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu iznine binaen savaşlarda yaralıları tedavi etmişler, yırtık ve sökükleri dikmişler, su taşımışlar, yemek yapmışlar hatta kişisel olarak savaşa girip çarpışmışlardır. (Buhârî, Cihâd, 65-68; İbn-i Sa’d, VIII, 425; İbn-i Mâce, Cihâd, 37; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 396) Ümmü Umâre, Uhud savaşına katılarak oku ve yayı ile düşmanla çarpışanlardan biridir. Savaştan sonradan Medine’ye dönen Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Harp sırasında sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Umâre’nin yanı başımda çarpıştığını görüyordum” demiştir. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 479)

TÜM BU RİVAYETLER İSLAM'DA KADININ ÖNEMİNİ VE KIYMETİ GÖSTERMEKTEDİR

Tüm bu rivayetler Hz. Peygamber’in, Câhiliye’de değer verilmeyen kadını toplumdaki konumuna yükselttiğini göstermektedir. Hattâ müslüman kadınlar, haklarını almak için ara sıra adabı veçhile devletin ileri gelenleriyle bile tartışmışlardır. Resûlullah’ın vefatından hemencecik sonradan geçen şu hadise bu durumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Mesrûk anlatıyor:

Ömer bin Hattâb, Resûlullah’ın minberine çıkarak:

 – Mehrin 400 dirhemin üzerinde olduğunu hiç bilmiyorum, dedikten daha sonra minberden indi.

Kureyş’cilt bir kadın Hz. Ömer’e itiraz ederek:

– Ey mü’minlerin emiri 400 dirhemden pozitif mehir vermeyi insanlara yasakladın mı? deyince, Hz. Ömer:

– Evet, dedi.

Bunun üstüne kadın:

– Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de: “Siz onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, verdiğinizden bir şey almayın...” (en-Nisâ 4/20) buyurduğunu duymadın mı? dedi.

Hz. Ömer:

– Allah’ım beni bağışla bütün halk Ömer’den daha akıllı, dedikten daha sonra bitmiş minbere çıkarak şunları söyledi:

– Ey millet! Ben size 400 dirhemin üzerinde mehri yasaklamıştım. Kim ne kadar isterse malından böylece mehir versin. (İbn-i Hacer, Metâlib, II, 4, 5)

Hadislerde, kadınların zarurî ihtiyaçlarını tedarik için çarşı-pazara çıkmalarına cevaz verilmekle birlikte, dışarı çıkarken nasıl giyinecekleri ve yürürken nelere uyarı edecekleri konusunda bazı düzenleyici hükümler getirilmiştir. Nitekim Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde:

“Ailesinden başkaları (mahremi olmayanlar) aralarında süslenip salınarak yürüyen kadının misali kıyâmet günündeki karanlığın misalidir. Onun için parlak yoktur” (Tirmizî, Radâ’, 13) buyurmuş, kadınların süslenerek yabancı erkeklerin dikkatini çekecek biçimde davranmalarının dürüst olmadığını bildirmiştir.

1 Benzer bir hadîs-i şerîf ise şöyledir: Câhime isimli sahâbî Peygamberimize gelerek,

− Yâ Resûlallah savaşa katılmak istiyorum. Bunu seninle istişare etmeye geldim der. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ona:

“− Annen sağ mıdır?” diye sorar.

O da:

− Evet der.

Efendimiz:

“− O halde annene hizmet et, çünkü cennet onun ayakları altındadır” buyurur. (Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429)

2 Hadis rivayetinde Hz. Aişe haricinde en meşhur hanım sahâbîlerden bir kısmı şunlardır: Hz. Fâtıma, Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Esmâ bint-i Ebî Bekir, Sevde bint-i Zem‘a, Zeyneb bint-i Cahş, Ümmü Haram, Fâtıma bint-i Kays, Ümmü Ferve, Safiyye bint-i Abdilmuttalib. (Tayyib Okiç, İslâmiyette Kadın öğretimi, s. 24)

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları

İslam'da Kadının Yeri ve Önemi

ERKEĞİN VE KADININ ÂİLEDEKİ SORUMLULUKLARI

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/peygamber-efendimiz-sav-kadinlara-nasil-davranirdi.html