Dünya kurulalı beri iyi ile kötünün, yargı ile bâtılın, dürüst ile yanlışın insan şahsında müşahhas hâle gelen bir mücadelesi olmuştur. Bu mücadele bir gerçeklik ise, -ancak öyledir- o süre ne gibi tedbirler almalıyız, kendimizi kötülüklerden nasıl korumalıyız?

 

Müslüman olarak esas vazifelerimizden biri de güzellikleri çoğaltmak, iyiliklerin daha artı duyulur hâle gelmesine katkı sağlamaktır. Yaşadığımız vakit, daha artı sesi çıkanların, sözü çoğaltanların, bir mânâda kamuoyu oluşturanların haklı (!) duruma geçtiği bir süre… Dolayısıyla mü’min, her yaptığı işi, bir “beyanname şuuru” ile yapmalı, her ortama hoş laf tohumları atmalı ve fıtratın talep ettiği her bir güzelliği özendirme etmeli, elinden geldiği kadar öncüsü olmalıdır.

Bu satırları kaleme alırken, karamsar bir tablo çizmeyi istek etmeyiz. Ancak bugün varlık sebebimiz olan bazı konularla ilgili ciddî hamle aşağı olduğumuzu tanımlamak mecburiyetindeyiz. Önce saptama yapmak, sonradan da dilimiz döndüğü kadar çözüm yollarını ortaya koymak zorundayız.

Şunu biliyoruz ancak, dünya kurulalı beri iyi ile kötünün, yargı ile bâtılın, dürüst ile yanlışın insan şahsında müşahhas hâle gelen bir mücadelesi olmuştur. Bu çaba bir gerçeklik ise, -ama öyledir- o zaman ne gibi tedbirler almalıyız, kendimizi kötülüklerden nasıl korumalıyız?

4 BAŞLKTA BÜYÜK BİR SALDIRI ALTINDAYIZ!

Konunun daha anlaşılabilir olması için şu şekilde bir tasnif gerçekleştirmek mümkündür:

1- Bedenimiz Atak Aşağıda

Genetiği bozulmuş gıdaların bitmiş satıldığı, hattâ doğal ürünlerin az daha bulunmadığı ya da çok kıymetli hâle geldiği bir zamanda yaşadığımız, bir gerçektir. Pakete girmiş, değerleri ile oynanmış, kimyevî madde muhtevalı gıdalar, sağlığımızı ciddî mânâda korkutma etmektedir. Eski ile kıyaslanamayacak derecede büyüyen hastalıklar, psikolojik rahatsızlıklar ve direnci düşük bedenler; daima yediğimiz gıdaların süre içinde ortaya çıkan neticeleridir. Bir sarmal hâline gelen dünya yiyecek sektörü ve ilaç sektörü müsabetleri, âdeta anlaşmış gibi, birbirini besleyen bir durum almıştır. Nesne olarak insan bedenini kullanan bu sektörlerin küresel odakları, bugün insan neslinin geleceğini tehdit eder olmuştur. Olur Ya bu kadar yoğun saldırının aşağıda fert olarak kendimizi çaresiz hissedebiliriz. Ama biçare değiliz.

Peki, bedenlerimize karşısında yapılan bu saldırıyı nasıl bertaraf edeceğiz?

Kesinlikle ağzımızdan giren her gıdanın helâl olmasına dikkat etmek gibi mühim bir vazifemiz olduğunu unutmayacağız. Akabinde pakete girmiş ürünleri almaktan elimizden geldiğince uzakta durmaya çalışacağız. Değişik kimyevî ve renklendirici katkı maddesi maddeli içecekleri aslâ içmeyeceğiz. En ilk önce tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmeyi, çocuklarımızı da buna alıştırmayı öğreneceğiz. Günlük tükettiğimiz gıdaları, güvenmediğimiz, bilmediğimiz yerlerden şüphesiz almayacağız. Daha çok boya içeren şeker, meyve suyu, kızartılmış ürünler, çikolata gibi gıdalardan uzaktan duracağız. Sağlığımızın her şeyden ehemmiyetli olduğu şuurunu, ayrıca kendimize ayrıca de neslimize öğreteceğiz.

2- Rûhumuz Hamle Aşağı

Her saniye zamanımızı işgal eden sanal bir dünya var. Elimizin aşağıda bulunan telefonlar ve sundukları imkânlar, anlaşılan işimizi kolaylaştırırken gerçekte irâdemizi tutsak eden birer makineye dönüşmüş durumda... İnternet, çağın en önemli buluşu. İletişimin bu değin kolay hâle gelmesi, kesinlikle süratli tüketimi de beraberinde getirdi. Bu imkânlar belli bir seviyeden sonra rûhumuzu hâkimiyeti altına almakta ve âdeta beynimizi ve düşünme melekemizi dondurmaktadır. Aklî melekelerimizi, düşünme yeteneğimizi, gösterme olarak dimağımıza giren her kare ile birazcık daha zayıflatmaktayız.

Huzurlu, sükûnet içinde olması gereken rûhumuz, birçok zaman panik içinde, telaşlı, sinirli ve sabırsız hâle gelmektedir. Neden? Son süratle giden bir aracın içindeymişiz gibi, düşünmeye dahî fırsat bırakmayan, sersemlemiş bir çabuk akan bu zamanda rûhumuz alması gereken gıdayı alamıyor. Günbegün kuruyor, çoraklaşıyor. Çünkü gözümüzü, gönlümüzü meşgul eden şeyler, rûhumuzun dirilmesine sebep olacak şeyler yok!.

O hâlde ne yapmalı? Rûhumuzu bu saldırılardan nasıl kurtarmalıyız?

Hakikî mânâda doyurmamız gereken rûhumuzu, maddî isteklerimizin gölgesinde bıraktığımız vakit, aslâ memnun etme edemeyiz. Rûhun gıdası, maddî imkânlar değil, mânevî fırsatlardır. Ruh, mânâdan ibâret olduğuna tarafından, madde ile tatmin olamaz. O hâlde ilâhî feyzin indiği meclislere, Allâh’ın isminin zikredildiği mekânlara bedenen girip rûhen doymak gerekir. Rûhumuzu karartan, bize kasvet ve kötümserlik veren insan ve mekânlardan da muhakkak uzaktan durmalı, bunu mânevî açıdan bir vefat-kalım meselesi olarak görmeliyiz. Müslüman kendi rûhî kemâlâtı için seçici olmak zorundadır.

3- Âilemiz Atak Aşağı

Bu konu doğrusu sadece içinde bulunduğumuz kendi toplumumuz için yok, dünya genelinde büyük bir problem hâlini almıştır. Âile, toplumu ayakta tutan, insanları psikolojik açıdan rehabilite eden en önemli kurumdur. Özellikle İslâm toplumlarının âile yapısına karşı sistematik bir atak olduğu gözle görülen bir hakikat... Kendi değerinde yargılarının iflâs ettiği Batı kültürü, kendine benzemeyen her toplumu asimile etmekte ve insanların zaaflarını istismar ederek dönüştürmektedir.

Bizim gibi mânevî değerleri ön planda olan toplumlar, Batı kültürünün öncelikli hedefi hâline gelmektedirler. Bu bozulmaya içerden de büyük bir katkı sunulunca, “özgür”, “insan hakları”, “bireysellik” gibi kavramlar ve bunlara yüklenen hatalı anlayışlar, toplumun âile yapısını ifsat etmektedir. Âilemizi korumak için toplumun tüm dinamiklerini canlı tutmanın yanına bir devlet politikası olarak da âileyi korumayı birinci amaç edinmek gerekmektedir. Âile konusundaki hassasiyeti en üstteki seviyede tutmalı, âileye karşısında yapılan her türlü saldırıyı, bizler de en üst seviyeden ve en caydırıcı şekilde bertaraf etmeliyiz. Zira boş bırakılan meydanı dolduracak birçok bozuk fikir ve fesat odaklarının bulunduğu da gözden kaçmaması gereken bir gerçektir.

Peki, âile kurumunu korumak için neler yapmak gerekir?

Gelenekle yeni anlayışların müşterek noktada buluştuğu, yeni nesillerin anne ve babaları, nine ve dedeleri ile olan münasebetlerini muhabbet zemininde kurduğu bir geniş âile platformu oluşturmamız gerekmektedir. Özellikle annelik vasfının yüceliğini, bir hanım için en büyük pâyenin “anne” olmak olduğunu ısrarla ve her seviyede işlemek gerekmekte.. Her insan için evvela “insan”, sonra da fıtratın gereği olan vazifelerin ehemmiyetinin farkında olarak âile müessesesinin devamı için “baba ve anne edinmek” özendirilmeli... Toplum olarak evlilikleri kolaylaştırmalı, maddî zorluklardan dolayı evliliklerin ertelendiği veya ihmal edildiği bir vasattan çabucak çıkılmalıdır.

4- Çocuklarımız Saldırı Aşağı

Üstünde maksimum tasarrufta bulunulan insan kesimi, maalesef çocuklarımızdır. Anne ve babanın sorumluluğunda olan mâsum dimağlar, çoğu vakit yanlış ortamlarda, âdeta zehirlenerek yarının sakat düşüncelerini taşıyan insanları hâline gelebiliyorlar. Çocuklar, dünyaya geldikleri gibi saf ve pak, fıtrat üzere bırakılmıyorlar. Toplumun yıllar içinde oluşan kültürü, anne ve babaların çocuklarına yansıyan açgözlülük ve emelleri, çoğu zaman çocuklar adına başlı başına bir tasa hâline dönüşebiliyor.

O zaman çocukları nasıl koruyacağız? Hangi istikâmette yetiştireceğiz?

Ilk Kez ebeveynlerin şuurlanması, onların kesin bazı hassasiyetlere sahip olmaları için gayret kullanmak gerekiyor. Geniş âile anlayışından çekirdek âile anlayışına geçildikten sonra çocuklar için model olan büyükbaba-nine örneği ortadan kalkmış oldu. Çalışan anne-baba modellerinin de yeteri değin çocukları ile meşgul olamadıkları bir gerçektir. Çocuklar anaokullarının, kreşlerin insafına bırakıldı ve buralarda daha fazla akademik açıdan eğitim alan çocukların en büyük eksikliği, anne şefkati oldu. Bu boşluğu yaşamış çocukların ruh hâlleri, karakterleri; aslâ anne şefkati ile beslenen bir çocuğunki gibi olamazdı. Dolayısıyla bir takım işlere girişirken, neyi dikkatsizlik ettiğimizi ve o ihmal ettiğimiz sahaların nasıl neticeleri olabileceğini de tahminde bulunmak gerekiyor. Bir toplumda çok artı anaokulunun olması, kreşlerin açılması; fiilen iyi gitmeyen bir şeylerin olduğuna işarettir. Bu dengeyi korumak gerekiyor.

Çocuklarımızı zamanın musibeti sayılabilecek alışkanlıklardan, fena çevrelerden ve moda olarak sunulan her türlü ifsad edici anlayıştan uzakta yakalamak da yeniden anne ve babaların en önemli vazifelerinin başında gelmektedir.

Kısacası, zorlama bir zamanda ve hassas bir dönemde yaşıyoruz. Îmânın elde kor alev tutmak gibi olduğu, dînî duyguların zayıfladığı ve çoğalan birçok hâdisenin dînî hayatın ve onu yaşamak isteyenlerin aleyhine eğilim ettiği imtihanlarla batmış bir zamandayız. Her birimiz, bir yangından, bir felaketten kaçarcasına kendimizi ve neslimizi koruma zamanı içinde olduğumuzu ayrım etmek mecburiyetindeyiz.

Önümüzdeki yazımızda, konunun devamı olarak; “mukaddes değerlerimiz, geleceğimiz ve millî duygularımız hücum altında” başlıklarını işleyeceğiz inşâallah.

Kaynak: Şefika MERİÇ, Şebnem Dergisi, Aralık 2021, Sayı: 202

HUZURLU AİLE HAYATININ ŞARTLARI

AİLE SAADETİ NASIL OLUR?

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/buyuk-bir-saldiri-altindayiz-aman-dikkat.html