Somut ve zihinsel olarak nakıs yaratılan her bir insan toplum için bir nimet ve bununla beraber Allah’ın rahmetini celbetmeye bir vesiledir. Meseleye sadece insani zaviyeden bakmak konuyu yetersiz anlamamız demektir.

İnsan hayatının kendisi başlı başına maddesel ve manevi risklerle batmış iken, her gün bize yeni bir gün veren, her lahza nefes alıp verme gibi büyük bir nimeti bahşeden ve her attığımız adımda bizi ilahi rahmeti ile koruyan ve kuşatan Rabbimize hamdetmek, kulluk vazifemizin en başında gelmelidir. 

İnsana dair hiçbir konu bizden farklı değil ve her türlü mutluluk de üzüntü de insan içindir. Mümince bir konuşma olarak, Rabbimizin ikramları karşısında her an derin bir şükür halinde almak, umduklarımıza nâil, korktuklarımızdan da belli yapabilmek için güçlü bir tefekkür ve tezekkür içinde olmalıyız. Dolayısı ile varlığımız kimsesiz bir şükür sebebi iken, insan olarak bedeni ve ruhi anlamda eksiğimizle var elde etmek ta yeniden bir şükrü gerektirir. Zira Allah bizi insan olarak yaratmış ve bütün varlık alemini de insanın hizmetine âmâde kılmıştır.

RABBİNİN MUHATABI OLAN TEK VARLIK

İnsan, tüm noksanlıkları ile Rabbinin muhatabı olan tek varlıktır. Baki şükür duyguları ile kaleme aldığımız bu yazımızın, toplum içinde beraber yaşadığımız, hayatımızın bir gerçeği ve bir parçası olan engelli kardeşlerimizle hemhal olmaya vesile olması duygusu ile burada bir takım düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Toplumların bilinçlenmesi de aynı ırk gibi kesin tecrübeler ve deneyimlerle gerçekleşiyor. Vahiyle beslenen toplumların tekâmülü, daha çabuk ve daha istikâmet üzere olması, Allah’ın o toplumları peygamber olarak vazifelendirdiği önder insanlarla muhatap kılmasından ileri gelmektedir. Bilinç düzeyi yüksek toplumlarda insana dair her işin daha içten zeminde ilerlediğini görüyoruz.

İnsanlığın devlete ait ya da gayri devlete ait mutabakat sağladığı temel bir takım hususlar, dünyanın her yerinde aynı kurallara tabidir. Mevzu insan ise, bambaşka görüntü ve ideolojilere göre değişiklik arz etmez ve ortaya konulması gereken davranış biçimi bu karşılıklı sözleşmenin gereği ne ise o şekilde yapılır. İnsan hakları, özgürlükler, kişinin ruh ve vücut dokunulmazlığı, esas ihtiyaçlarını giderme hakkı, düşüncelerini ifade etme hakkı gibi konular insandan insana, bölgeden bölgeye değişmeyen beynelmilel konulardır.

Yakın zamana dek ‘özürlü’ olarak tanımlanan ve toplumun bilinç düzeyinin gelişmesi ile değişerek ‘engelli’ kavramı ile ifade edilen, doğuştan olan ya da sonra bir insanın ruhi ve bedeni açıdan uğradığı değişim doğrusu onun elinde olmadan meydana gelen bir durumdur.  İnsan, kul olması bakımından kendisinin dışarıda ve gücünün üstünde büyüyen hadiselere ilahi takdir zaviyesinden baktığı süre kendi haline şükreder ve her hangi bir itiraz durumunda olmaz.

Engelli elde etmek, insan elinde olan bir durum olmadığı gibi, engelli kalmak da insanın alışılagelmiş koşullar aşağı kabul edebileceği bir şart değildir. Ama bu, bir vakıa ve bununla birlikte her insanın muhatap olacağı bir durumdur. Yarını ile ilgili bir tasarrufu olmayan insan, içinde olduğu duruma şükretmeli, engeli olan başka bir insana da en hassas bir şekilde davranmalıdır. Bugün dünya nüfusunun takriben %15’i, yani takriben 1 milyar insan, bir engel ile yaşamaktadır. Ülkemizde devlete ait kayıtlara göre 1.536.306 birey ayrı öbür engellere sahiptir.

 Gerek devletin, gerekse sivil toplum kuruluşlarının engelli kardeşlerimize karşın çalışmalarını ilgili data kaynaklarından alabiliriz. Olur Ya uyarı çekmemiz gereken esas konu, fert olarak engelli bir insana aleyhinde nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiğidir.

HEMHAL OLMA DUYGUSU

En başta bir hemhal olma duygusu ile hareket etmeliyiz: “Benim de başıma bir şekilde böyle bir engellilik durumu gelebilir ve ben de bu gün fiziksel olarak dinç iken bir engel durumu yaşayabilirim.” 

Eğer bu engel zihinsel ise o durumdaki insanlara karşı çok daha hassas, seçici ve fedakârlık duygusu içinde kullanmak birinci görevimiz olmalıdır. Engelli olmayı bir eksiklik olarak görmek gibi bir hataya düşmemeliyiz. Anında gösterme açımızı gözden geçirmeli, engel olarak telakki ettiğimiz ne ise onun ne onu yaşamış ne de o durumda olan insanla bir ilgisinin olmadığına inanmalıyız.

İnsan, bu durumda olan insanlara karşısında çeşitlilik arz edecek davranışlardan da kaçınmalıdır. Her halde bize bir başkasının ayrı bir durumumuzdan nedeniyle acımasını, olması gerekenden farklı bir tutum göstermesini istemeyiz. Onun için engelli olarak ifade ettiğimiz her bir ferde karşısında ona yardım etme ve destek olmanın dışında, duygu bağlamında bambaşka bir gözle bakmamalıyız. Çünkü engel bedenlerde değil daha fazla o bedeni durumu engel olarak görebilen görünüm açısındadır. 

öte yandan maddi ve zeka olarak nakıs yaratılan her bir insan toplum için bir nimet ve bununla beraber Allah’ın rahmetini celbetmeye bir vesiledir. Meseleye yalnızca insani zaviyeden bakmak konuyu beceriksiz anlamamız demektir. Eli olmayan bir insanın eli, gözü görmeyen bir insanın gözü, idraki az olan bir insanın idraki elde etmek görevi öteki ahali için bir imtihan vesilesidir. Şayet de toplumda psikolojik açıdan en kuytu etmesi gereken halk müziği kesin engeli olan halk olmalıdır. Bu da etrafındaki insanların onlara yaşattıkları ve hissettirdikleri ile yakından ilgilidir.

MERHAMETİ EN FAZLA TELKİN EDEN DİN

İslam, merhameti en çok telkin eden bir dindir. İnsanın insana merhameti, insanın diğer varlıklara olan merhameti de Allah’ın acınacak şey sıfatının bir manada insanda tecelli etmesi iledir. İnsan iman etmişse, merhamet duygusunu taşıyabilir ve etrafına o merhameti yaşattırır.

Civarımızda yer alan engel sahibi her bir kardeşimizin bize rabbimizin bir emaneti olduğunu unutmamalı ve onlarda olan fiziki eksikliği tamamlayacak olanın da biz olduğunu bilmeliyiz.

Kaynak: Salih Akıllı Meriç, Altınoluk Dergisi, Rakam: 430

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/engel-mi-rahmete-vesile-mi.html