İnsan Suresi 7. ayeti ne anlatıyor? İnsan Suresi 7. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

İnsan Suresi 7. Ayetinin Arapçası:

يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يرًا

İnsan Suresi 7. Ayetinin Meali (Anlamı):

O has kullar, verdikleri sözleri ve üzerlerine aldıkları sorumlulukları yerine getirirler; dehşeti ve felâketi bütün ufukları saracak bir günden korkarlar.

İnsan Suresi 7. Ayetinin Tefsiri:

5. âyette yer alan اَلْاَبْرَارُ (ebrâr), bütün mânasıyla iyilik sahibi, itaat eden, iyi millet demektir. Bunlar, Allah’a inanan, O’na hakkiyle kulluk eden, Allah’ın farzlarını ve emirlerini yerine getiren ve yasakladığı şeylerden de uzak duran kimselerdir. Kötülüğe razı olmazlar, karıncayı bile incitmezler. “Ebrâr” isminin kullanılmasıyla, “şükür”den maksadın amel ederek şükretme olup bunun ancak iyilik, hayır, ihsan ve doğru sözlülükle yerine getirileceğine uyarı çekilir. (bk. Bakara 2/177; Âl-i İmrân  3/92) Allah katında övgüye değer olduklarına göze çarpan edilmek üzere de, onlardan عِبَادُ اللّٰهِ  (‘ibâdullâh) yani “Allah’ın has kulları” olarak bahsedilir.

O bahtı açık insanların sahip oldukları elbette fazla hoş vasıflar vardır. Burada hatırlatılanlar şunlardır:

Birincisi; adaklarını yerine getirirler. Adak, insanın yerine getirmeyi va‘dettiği her türlü iştir. Dinde ise “dinen mükellef tutulmadığı halde kişinin kendi vaadiyle üzerine vacip kıldığı ibâdet ve iyilik” demektir. Dolayısıyla bu iyi ırk, ayrıca Allah’ın kendilerine farz kıldığı namaz, oruç, zekât, hac gibi vecîbeleri yerine getirirler, ayrıca de buna ilaveten kendiliklerinden Allah rızâsı için adadıkları ibâdetleri yapar, sözlerini tutar, ahitlerini ifa ederler.

İkincisi; şerri, yıkımı, musibet ve felâketi uçan, uçuşan, yangın gibi her tarafa yayılan, asık suratlı, çatık kaşlı, insanların suratını ekşiten dehşetli kıyâmet gününden korkarlar. Gerçekten onlara tesir eden ve vazifelerini harfiyen yapmaya sevk eden âmil de bu korkudur. Allah huzurunda verecekleri uhrevî hesap ve cinayet endişesidir.

Üçüncüsü; canları çektiği halde yemeği fakîre, yetime ve esire yâni yoksul olan kimselere ikram ederler. Bunu yüksünerek veya kerhen yok, severek yaparlar. Gözden çıkardıklarını değil, sevdikleri, beğendikleri ve faydalanabilecekleri nimetleri muhtaçlarla paylaşırlar. Bunu sırf Allah rızâsı için yaparlar. Keza ikramda bulundukları kimselerden ne bir maddi karşılık, ne de teşekkür beklerler. Çünkü en faziletli iyilik, bedensel manevî hiçbir karşılık beklemeden sırf Allah rızâsı için yapılan iyiliktir.

Bu sebepledir ama; Hz. Âişe bir yoksula takviye ettiği zaman, yoksulun hayır duasına karşılık aynı dua ile mukâbelede bulunurdu. Kendisine:

“–Keza mülk veriyorsun hem de dua ediyorsun, bu nasıl oluyor?” diye sorulduğunda şu cevâbı verirdi:

“–Onun yaptığı duanın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duanın aynısını ona yapıyorum fakat, sadakam hâlis olsun, bu nedenle infâkımın mükâfâtını Sadece Allah’tan beklemiş olayım.”1

Nitekim Hz. Ali ve Hz. Fatıma hakkında söylenti edilen şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Hz. Hasan ve Hüseyin çocukken bir hastalığa yakalandılar. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma üç gün oruç tutmayı adadılar. Birinci gün iftarlarını açacakları süre bir fakir geldi:

“–Allah rızâsı için yiyecek bir şeyler!..” dedi.

Sofralarındaki yiyeceklerini verdiler. Suyla iftar edip ikinci gün oruca kasıt ettiler. İkinci gün iftar vaktinde, bir babasız kapıyı çaldı.

“–Allah için bir lokma!” deyince, tekrar sofradaki yiyeceklerini ona verdiler.

Kendileri suyla iftar edip, ertesi günkü oruca niyet ettiler.

Üçüncü gün aynı saatlerde bir esir gelerek yiyecek istedi. Yeniden sofralarındaki lokmalarını ona ikrâm ettiler ve tekrar suyla iftar ettiler. Bunun üstüne bu âyetler nâzil oldu. (bk. Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 470; Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 191-192)

Bu âyetlerde üç husus dikkatimizi çekmektedir:

  Allah’ın mahlûkatına acınacak şey ve şefkat nazarıyla bakabilmek; yetimin, fakirin ve esirin gönlüne girebilmektir.

Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle ikaz etmektedir:

“Güçlü ve kuvvetliyken, sıhhatin yerindeyken, cimriliğin üzerinde ve fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha varlıklı olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha çoktur. Bu işi can boğaza gelip de «falana şu değin, filana bu kadar» diye vasiyete bırakma. Zâten o mülk bundan böyle mirasçılardan şunun veya bunun olmuştur.” (Buhârî, Zekât 11; Müslim, Zekât 92)

Bu hususta Ebûbekir Verrâk (r.h.) şöyle der: “Malını muhtaçlara vermeyen, cenneti ümit etmesin! Fakiri sevmeyen de Peygamber Efendimizi sevdiğini bahis etmesin. İkisi de yalancıdır!”

  Yapılacak iyilikleri Allah rızâsı için yapabilmektir.

  Bir mü’min kalbinin, Allah korkusu ve hesap endişesiyle batmış olması hâlidir.

Hemen gelelim bu bahtiyar kullara va’dedilen büyük nimet ve ihsanlara:

        Onlar içine kâfûr katılmış, ayyaş etmeyen, saçma sözler söyletmeyen, yalnızca hoşgörü ve neş’e veren son derece berrak bir meşrubat içerler. (bk. Vâkıa 56/19; Saffât 37/46-47)

اَلْكَافُورُ (kâfur), beyaz ve hoş bir renkte, hoş kokulu, serin, kötü kokuya aleyhinde tesirli ve natürel olarak kalbi kuvvetlendiren Araplarca meşhur bir şeydir. Dolayısıyla cennet kâsesinin bu tabiatta olması onun temizliğini, hoşluğunu, berraklığını ve güzelliğini açıklama eder. “Kâfur”un, dünyada bilinmeyen bambaşka bir içecek ya da meşrubat katkısı olduğu da belirtilir. Nitekim İbn Abbas (r.a.), bunun cennette bir pınarın adı olduğunu söyler. Ona عَيْنُ الَكَافُورِ (‘aynü’l-kâfûr) yani “kâfûr pınarı” denilir. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, XIX, 125) Buna tarafından bahsedilen iyi şahısların, o çizgili kadehten kâfur denilen bu çeşmenin suyunu veya içine o çeşmeden katılan bir cennet içeceğini içecekleri anlaşılır. Dolayısıyla o kâfûr cennette bir çeşme, bir kaynak, bir pınardır. O Kadar bir iki kadeh almakla tükenecek gibi değil, akıp dışarı giden bir kaynaktır, bir pınardır. Allah’ın cennetle şereflenen kulları hem o kaynaktan içerler, ayrıca de onu diledikleri yerlere kolay kolay akıtırlar.

        Cenâb-ı Yargı, bu ihlâs ve hizmetlerine mukâbil onları, fazla korktukları o belâlı günden korur, yüzlerine parlaklık ve gönüllerine sürûr ihsan eder. Kötülükten kaçınmaya, iyilikleri yapmaya sabrettikleri için onları cennete koyar ve onlara ipekli elbiseler giydirir.

O hoş kullar için hazırlanmış öteki nimetler şöyle:


1 Necati Yeniel-Hüseyin Kayapınar, Sünen-i Ebû Dâvûd Çeviri ve Şerhi, İstanbul, 1988, VI, 304.

İnsan Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

İnsan Suresi 7. ayetinin meal karşılaştırması ve öteki ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/insan-suresi-7-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html