Kalem Suresi 18. ayeti ne anlatıyor? Kalem Suresi 18. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kalem Suresi 18. Ayetinin Arapçası:

وَلَا يَسْتَثْنُونَ

Kalem Suresi 18. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Allah dilerse” diyerek bir istisnâ da yapmamışlardı.

Kalem Suresi 18. Ayetinin Tefsiri:

“Bahçe sahipleri” kıssasında anlatılan mevzu, Allah’a karşısında nankörlük yapan, malını hayır yolarında harcamaktan sakınan, fakirlerin ve yoksulların hakkını vermeyen kimselerin akıbetini beyândır. Bu kıssada dinleyicilerin ya da seyircilerin ilgilerini çekecek böylece canlı sahneler dikkatlere sunulmaktadır:

Birinci sahne: Bu sahnede “bahçe sahipleri”nden söz edilmektedir. Bununla ilgili bilinen rivayetlerin özeti şudur: Yemen’de San’a’ya yakın Savran denilen yerde sâlih bir adamın güzel bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan fakirlerin ve yoksulların hakkını verirdi. Derken adam vefat etti. Bu bono da çocuklarına kaldı. Onlar ise insanların ondan faydalanmasına engel oldular ve üzerlerine düşen Allah hakkını ödemediler. Neticesi de Allah Teâlâ’nın haber verdiği cezaya uğradılar. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 77)

Derhal karşımızda bahçe sahipleri var. Bunlar bir takım kolay ve bedevi ruhlu ırk. Fikir ve hareketleri bakımından sade ve saf köylü takımına benziyorlar. Bunlar bu vasıflarıyla, ruh yapıları hemen şimdi fazla fazla karışık olmayan, yaşantıları sade ve iptidai bir yapıya sahip olan Mekke müşriklerini yansıtıyorlar. anlaşılan bunların devşirilmeye hazır bir bahçeleri var. Bu bahçe hakkında arasında fısıldaşıyorlar, gizli gizli konuşuyorlar. Babalarının yaptığı gibi fakirlere bir pay ayırmayı hiç düşünmüyorlar: “Yarın belirlenmiş bahçemize gidelim, onu devşirelim, fakirlere de haber vermeyelim” diyorlar. Allah’ı da hiç hesaba katmıyorlar, “İnşâallah: Allah dilerse, Allah nasib ederse” de demiyorlar. Ya Da bahçenin tüm ürününü sadece kendileri için devşirmeyi planlayıp, fakirlerin haklarını istisna etmiyorlar. Sabahtan yapacakları işlerini böylece kararlaştırdıktan sonradan uykuya dalıyorlar. Onları hemen, her gafil kimsenin yaptığı gibi, Allah’tan ve O’nun azabından güvenlik içinde horul horul uyur halde seyrediyoruz.

İkinci sahne: Onlar uyumaya devam ediyorlar fakat Allah Teâlâ açıkgöz bulunmaktadır. Onu katiyen bir uyku ve uyuklamanın tutması mümkün değildir. Allah Teâlâ onların, akşam yatmadan önce arasında yaptıkları konuşmadan ve verdikleri karardan hoşnut olmuyor. Bilakis onlara gazap buyurarak geceleyin bir afetle bahçelerini yakıp yok etmeyi murad ediyor. Kuşkusuz O, murad ettiği her şeyi yapmağa kadirdir: Süre gece ve biz o güzelim bahçenin yanındayız. Görebildiğimiz değin onu görüyoruz. bir de bakıyoruz bahçeye bir felaket geliveriyor. Bahçenin bulunduğu vadiden bir alev çıkıyor ve bahçenin her tarafını sararak kökünden yakıp kavuruyor. Biz şimdi o bahçenin meyveleri indirilmiş, mahsulatı biçilmiş, her şeyi yanıp simsiyah olmuş, hiçbir faydası olmayan kumluk bir araziye döndüğünü yakînen görüyor ve biliyoruz. Fakat bahçe sahipleri... Onların bu olup bitenlerden haberleri yok. Bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Etsinler bakalım sonuç ne olacak?

Üçüncü sahne: Evet, gece sona eriyor, sabahleyin oluyor. Adamlar uykularından uyanıyorlar. Gözlerini ovuştura ovuştura yataklarından kalkıyorlar. Yatarken verdikleri kararlarında bir değişim değil. Bilakis azimleri daha da bilenmiş. Uyku faslından daha sonra yorgunlukları gitmiş; dinçlikleri ve neş’eleri de yerinde. Birbirlerine sesleniyorlar: “Eğer mahsullerinizi devşirecekseniz erkence koşun!” Mahsullerin kendilerine ait olduğunu sanıyorlar ve ona içten düşman üzerine gider gibi hırsla gitmeyi planlıyorlar. Anında yerlerinden fırlıyorlar. Şu Anda onların, bahçelerine doğru hızlı adımlarla koşar gibi yürüdüklerini görüyoruz. Yürürken de arasında fısıl fısıl bir şeyler konuştuklarını hissediyoruz. Lakin ne konuştuklarını iyi anlamak o kadar kuvvet. Kimse duymasın diye seslerini kıskanır bir şekilde oldukça yavaş konuşuyorlar. Biz de onların ne konuştuklarını anlamak için sözlerine kulak kesiliyoruz. Nihayet anlıyoruz ama şöyle diyorlar: “Sakın bu gün karşınıza hiçbir yoksul çıkıp, oraya girmesin!” Onlar kendi zanlarınca fakirleri o bahçenin hayrından men edebilecekleri umuduyla, “biz bu bağı devşirmeye ve fakirlere vermemeğe kadiriz” diyerek seri ve neş’eli bir şekilde çekip gidiyorlar. Halbuki güçleri ama kendilerini hayırdan engellemeye yetiyordu. Lakin bunu yakında bileceklerdi.

Dördüncü sahne: Şu Anda biz, o bahçe sahiplerinin bilmedikleri şeyi biliyoruz. Evet biz, gecenin karanlığında uzanan o rahat ve görünmez eli gördük. Bahçenin tüm meyvelerini yok ettiğini seyrettik. O korkunç ve bitik kesici kudret elinin birden meyveleri kökünden kesip attığını gördük. Adamlar hırsla ve inatla yürüyorlar. Nihayet bahçelerinin yanında ulaşıyorlar: O da ne!... Yanmış, simsiyah kesilmiş bir arazi! Şaşırıp kalıyorlar. Ilk Önce: “Bizim meyve yüklü bahçemiz bu olmasa gerek. Yolu yitirdik, hatalı geldik herhalde!” diyorlar. Daha Sonra dönüp ayrıntılarıyla bakıyorlar. Hayır, hayır! Yanlış gelmemişlerdi, yolu da şaşırmamışlardı. Lakin bahçeleri yanıp kül olmuştu. Böylece yoksun bırakıldıklarını; fakirler hakkında kurdukları hile ve oyunlarının kötü akıbetine uğradıklarını iyice anlıyorlar. Hayalleri suya düşüyor, ümitleri kesilip ye’se kapılıyorlar. Son derece pişman oluyorlar. Biz de onların pişmanlıklarını izliyoruz.

Beşinci sahne: Bu şahısların arasında aklı erer insaflı biri var. belli ki o, bunların görüşünde değil. Ama görüşünde yalnız olunca onlara adapte etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla onların başlarına gelen bunun başına da geldi. Bu adam onlara evvelden nasihat ettiğini: “Tesbih etse idiniz! Allah Teâlâ’nın yüceliğini taNisânız, O’nun noksandan münezzeh bir sübhân bulunduğunu, hâkimiyetini kimseye vermeyeceğini, alçaklığı, haksızlığı, tahakkümü sevmediğini bilseniz, hakkı gözetseniz, istisna yapsanız da istibdada sapmasanız” dediğini anlıyoruz. Fakat o vakit onu dinlememişler, bildiklerini yapmışlar, Allah da onlara bildiğini yapmıştır. Fakat o zat acilen, daha önce onlara söylediklerini yeniden hatırlatarak intibaha gelmelerini açlık ediyor. Pek de oluyor. Bakıyoruz adamlar felaketi gördükten sonra, akıllılarının da ikazıyla intibaha geliyorlar. Allah’ı tenzih ediyorlar, kendilerinin haksız olduğunu; akılsız yemin, istisnayı terk ve fakirlere bakmamağa azmetmekle nefislerine yazık ettiklerini itiraf ediyorlar. Yaptıkları kusurları dile getirip birbirlerine pişmanlıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini kınıyorlar. Nihayet şu karara varıyorlar: “Eyvahlar olsun bize! Bizler hakikaten azgınlar imişiz. Cezayı hak etmişiz. Tüm hata bizim. Rabbimiz ise tüm kusurlardan münezzeh. Biz de O’nun kuluyuz. Böyle bir Rabbimiz varken, biz de O’nun kuluyken niçin ümidimizi keselim, niçin tevbe ile O’na yüz tutmayalım? Hatalarımız sebebiyle o bahçeyi elimizden çıkardık ise, biz ihlas ile O’na yüz tuttuğumuz takdirde O bize daha hayırlısını ve daha iyisini verebilir” diyorlar. Allah’tan daha iyi bir bahçe hatta her türlü bela ve felaketten azade olan âhiret cennetini istiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, bütün varlıklarıyla Allah’a yöneldiklerini; tüm rağbetlerini münhasıran O’na çevirdiklerini; yalnızca O’nun rızâsına ermek, bundan böyle defalarca O’nun için niyetlenmek iştiyakında olduklarını açıklama ediyorlar: “Biz bundan böyle Rabbimizi, O’nun hoşnutluğunu arzuluyoruz! Verir vermez, alır almaz biz ona karışmayız. Biz ama O’nun rızâsını isteriz” diyorlar.

Son sahne: Dünya azabı böyledir. Bilenleri, çakmak ve kavramak kabiliyetinde olanları böyle dünyada uyandırır, yola getirir, hakka teslim ettirir; daha büyük tehlikeden korunmasına ve daha büyük hayra ermesine sebep olur. Allah Teâlâ’nın bela vermesinin, acı azab ile cezalandırmasının hikmeti de budur. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Âhiret azabı mala yok canadır. Geçici yok ebedîdir. O bir defa başa geldikten daha sonra intibahın faydası yoktur. İntibah arttıkça onun şiddeti artar.  Âhiret azabı sondur, o tecrübeye gelmez, artık bütün tecrübeler onda tükenmiş, neticesini vermiş olur. Keşke ırk bu gerçeği bilip uyansalar, Allah’a dönseler, O’na gerçek anlamda kulluk etseler. Bu bahçe sahiplerinin, fakat afet geldikten sonra intibaha geldikleri gibi, bunlar böyle bir akibete uğramadan ve hatta âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden intibaha gelseler kendileri için çok daha bahtı açık olacaktır.

Çünkü:

Kalem Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kalem Suresi 18. ayetinin meal karşılaştırması ve öteki ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kalem-suresi-18-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html