Kureyş Suresi 4. ayeti ne anlatıyor? Kureyş Suresi 4. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kureyş Suresi 4. Ayetinin Arapçası:

اَلَّذ۪ٓي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ

Kureyş Suresi 4. Ayetinin Meali (Anlamı):

Pek bir Rab ancak, onları açlıktan kurtarıp doyurmuş ve korkudan belirlenmiş kılmıştır.

Kureyş Suresi 4. Ayetinin Tefsiri:

Kureyş, Resûlullah (s.a.s.)’in kabîlesidir. Mekke’de Kur’ân-ı Kerîm’e birincil muhatap olan kimselerdir. Aralarından Peygamberimiz (s.a.s.) gibi bir insanın çıkmış olması doğrusu onlar için en büyük bir şereftir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Sen, önce yakın akrabanı uyar!” (Şuarâ 26/214) âyeti nâzil olunca birincil kez önce kendi akrabaları olmak üzere bu kabileyi İslâm’a davet etmiştir. Lakin bir kısmı iman etmekle birlikte, birçok Efendimiz (a.s.)’ın davetini reddettiler, ona inanmadılar. Hatta neticesi kanlı savaşlara varan çok şiddetli bir mücâdeleye giriştiler. Bu uğraşma Mekke’nin fethine kadar sürdü. Mekke’nin fethiyle birlikte Kureyş’in düşmanlığı da ayrıntılarıyla ortadan kalktı. Bundan itibaren, İslâm’ın dünyaya yayılması için Kureyş daima ön saflarda uğraş vermiştir.

İşte Cenâb-ı Adalet bu sûreyi indirip, Kureyş’e olan büyük ihsanlarını hatırlatarak, risâletin az önce ilk zamanlarında onları şirki terk edip yalnız kendine kulluğa eğlence etmektedir.

Burada Kureyşe verilen dört büyük nimete dikkat çekilir:

Birincisi; Allah, Kureyşi bir araya getirip anlaştırmış, birbirine ülfet ettirip sevdirmiştir. Âyette ا۪يلَافٌ (îlâf) kelimesi kulanılır. “Îlâf”, “ülfet etmek, ısınmak, alışmak, ünsiyet etmek, uyuşup kaynaşmak, uzlaşmak, antlaşmak, ahitleşmek” gibi mânalar içeren şümullü bir kelimedir. Burada ise “Kureyşi alıştırmak, ısındırmak; Kureyşin birbiriyle veya başkalarıyla ahidleşmesi, antlaşması, anlaşması, îtilâf etmesi veya ettirmesi” mânalarını da ifade eder. Nitekim tarihî bilgilerden öğrendiğimize kadar Kureyş, dedeleri Kilab oğlu Kusay zamanında Hicaz’ın her uygun düzensiz durumdaydılar. İlk kere Kusay onları Mekke’de topladı. Geldiler, Beytullah’ın hizmetini ellerine aldılar. Kusay’a bu hizmetinden dolayı “toplayıcı” lakabı verilmiştir. Bu şahıs Mekke’de bir kent devleti kurmuş, Arabistan’ın her yanından gelen hacılara hizmet için en iyi idareyi tesis etmişti. Bundan dolayı Kureyş, Arap kabileleri arasında ve her tarafta güven sağlamıştır. sonradan Kâbe’nin de halk nezdindeki itibarını kullanarak Kureyş çevre bölge ve ülkelerle münâsebetlerini geliştirmiştir. Çevredeki kabileler ve devletler, kendileriyle olan bu yumuşak, sıcak ve ahenkli ilişkilerinden dolayı Kureyşlilere اَصْحَابُ الإيلَافِ (ashâbu’l-îlâf) yani “ülfet eden, ülfet edilen hoş halk” diyorlardı. Cenâb-ı Yargı ilk olarak onlara bu nimetini hatırlatıyor. Eğer isteseydi onları bir araya getirmez, aralarına fitne fesat girer, kendi arasında boğuşurken çevrede hiçbir itibarları kalmaz ve dünya ile bu ülfet ve anlaşma hâli gerçekleşmezdi.

İkincisi; bilhassa ticaret yapıp geçimlerini temin etmek için onlara kış ve yaz yolculuklarını kolaylaştırmış, onları buna alıştırıp ısındırmıştır. Mekke dağlık ve çöllük bir şehirdi. Geçimlerini sağlayacak ne ziraat, ne hayvancılık, ne de başka bir şeye müsaitti. Kureyş kış ve yaz yaptıkları ticaret kervanlarıyla geçimlerini sağlıyorlardı. Onların kervanları kış aylarında güneydeki Yemen’e, Kızıl Deniz’in karşısında yakasındaki Somali ve Habeşistan’a; yaz aylarında da kuzeyde yer alan Şam’a, Mısır’a, hatta Irak’a ve İran’a gidiyorlardı. Buralardan ticarî eşya ve yiyecek içecek getirip Hicaz bölgesinde satıyorlardı. Bir kısım Kureyş tüccarları, komşu ülkelerden ticâret serbestisi almışlardı. Oralara rahatlıkla giderler, kendilerine engel olunmazdı. Yolda kendilerine karşısında koyan olursa: “Biz Allah’ın hareminin halkıyız” derler; artık kimse onlara dokunmazdı. Özellikle Kâ­be’yi yıkmaya gelen Fil ordusunun mûcizevî bir felâkete maruz kalarak Kâbe’yi yık­ma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üstüne Kureyşlilerin keza çevre kabileler, hem de bu mûcizevî hâdiseyi duyan bütün bölge halkları nezdindeki saygınlıkları en ince ayrıntısına kadar arttı. Hatta emirler, krallar, sultanlar onlara saygı gösterir olmuşlardı. Bu sebepledir ki, başkaları çöllerde haydutların saldırılarına uğrarken, Kureyşliler büyük bir güvenlik içinde yukarıda bahsedilen seferlerini ve ticaretlerini yaparlardı.

Üçüncüsü; onlar aç idi, Allah Teâlâ onları doyurdu. Mekke çok eskiden kuş konmaz kervan geçmez dağlar aralarında suyu, toprağı, bitkisi, ziraati olmayan kurak bir şehir halkı iken, Hz. İbrâhim’in duası ve Kâbe’nin hürmeti ile bereketlendi. O dua âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilir:

“Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin her türlü hürmete lâyık Mukaddes Evin’in yanına ekin bitmez tükenmez bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı doğruca kılsınlar diye böyle yaptım. Sen de insanlardan bir kısmının gönlünü onlara yönlendir ve onları dağıtılmış ürünlerle rızıklandır ki sana şükretsinler.” (İbrâhim 14/37)

“Dahası İbrâhim: «Rabbim! Burayı emniyetli bir belde kıl; halkından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri de çeşitli mahsullerle rızıklandır!» diye yalvarmıştı.” (Bakara 2/126)

İbrâhim (a.s.) bu dualarının bereketi ve Beytullâh’ın hürmeti ile yukarıda talep edildiği gibi Allah Teâlâ Kureyşi, yaz ve kış ticaret seferlerine alıştırmış, ısındırmış, böylece onları, o muhitte tabiî olması lazım gelen açlıktan korumuştur.

Dördüncüsü; onlar büyük bir nefret edilen şey içinde idiler; Allah onları emniyete kavuşturdu. Bundan da amaç, ilk olarak Fil ashâbının kendilerinden defedilmiş olan korkusudur. bununla birlikte Cenâb-ı Yargı Mekke’yi emniyetli bir alan kılmıştı. Bu bölgeye “Harem” denmekteydi. Mekke’nin ismi اَلْبَلَدُ الأم۪ينُ (el-Beledü’l-Emîn)di. Etraftaki şehirler, bölgeler başsızlık ve terörle sarsılırken, halk hileli yere yakalanıp öldürülürken, malları gasp edilirken Mekke’de Kureyş büyük bir emniyet içinde yaşıyorlardı. Âyet-i kerîmede bu durum şöyle haber verilir:

“Çevrelerindeki millet yakalanıp götürülürken ve malları yağma edilirken, yaşadıkları Mekke’yi can ve mal emniyeti bakımından güvenilir ve mukaddes bir Harem bölgesi kıldığımızı görmezler mi? Buna karşın onlar hâla abuk subuk ve yalan yanlış inançlar ardından koşarak, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlüğe devam mı edecekler?” (Ankebût 29/67)

Cenâb-ı Yargı onlara lütfettiği bu büyük nimetlere bir şükür elde etmek üzere Kureyşi, çok iyi bildikleri, derin saygı ve bereketinden faydalandıkları Beytullah’ın Rabbi sıfatıyla sadece kendisine kulluğa davet etmektedir. Putperestliği terk edip tevhidi kabule çağırmaktadır. Peygamber (s.a.s.) ve Kur’an’a itaat davet etmektedir. Onlardan, Beytullâh’a ve Belde-i Emîn’e değer halk müziği olabilmeleri için Allah’ın birliğini tanıyarak onun yolunda ve onun emirlerini yerine getirme uğrunda mücahede etmelerini, O’na değer kul olmaya çalışmalarını, tevhid dini olan İslâm’a kamil iman, sıdk u sadakatle sarılmalarını istemektedir. Zira hemen gelmekte olan Mâûn sûresinde de açıklanacağı üzere, bütün bir teslimiyet ve açık yüreklilik içinde yapılmayan, içerisinde merhametsizlik, cimrilik ve şaşaa gibi gerçek imana aykırı manevî hastlıklar barındıran bir kuluk insana faydadan çok zarar getirecektir:

Kureyş Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kureyş Suresi 4. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/kureys-suresi-4-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html