Öğüt ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Tavsiye verirken ölçülü elde etmek ile ilgili ayet ve hadisler.

Öğüt verirken ölçülü edinmek hakkında ayet ve hadisler.

TAVSIYE İLE İLGİLİ AYET

“Sen, Rabbin’in yoluna hikmetle ve güzel öğütle gösteri et.” (Nahl sûresi, 125)

Bu âyet-i kerîme, insanları dine gösteri eden kimselerin, diğer bir ifadeyle İslâm tebliğcilerinin konuşma ve üslûbunu belirlemektedir. Din güzellikten ibarettir. Dine davet eden kimselerin de tatlı dilli ve gülen olması gerekir. Zira beyanat görevi yapan kimseler insanların yalnızca aklına değil, bununla birlikte gönlüne hitab etmektedir. Gönle girmenin tek yolu, üslûp ve hitabe güzelliğidir. Tatlı bir dil ve güler bir yüz değin insanı yumuşatan ve kendini muhatabına sevdiren bir şey yoktur. Tebliğcinin görevi yalnızca anlatmak ve anlattıklarının iyi şeyler olduğu hususunda insanlara emniyet telkin etmektir. Gerisi Allah’a kalmıştır.

Tebliğcinin aynı zamanda “hikmet”le ziyafet etmesi istenmektedir. Burada hikmet sözüyle kastedilen şey, dürüst laf söyleyip yalandan ve başkalarını yanıltmaktan sakınmak, isabetli karar devretmek, öğüt edilen hususların kolayca benimsenmesine yarayacak deliller getirmektir.

Yukarıdaki âyet-i kerîmenin devamında “Onlarla mücadeleni en güzel bir usûl ile yap” buyurulduğuna kadar, davetçinin, sanılan bu özelliklerin yanına, gerekmedikçe sert bir söylev takınmaması, tartışmalarında kırıcı olmaması icab eder.

ÖĞÜT İLE İLGİLİ HADİSLER

“Sizi Usandırmamak İçin Her Gün Vaaz Etmiyorum” Hadisi

Ebû Vâil Şakîk İbni Seleme şöyle dedi:

İbni Mesut radıyallahu anh bize perşembe günleri vaiz ederdi. Adamın biri ona:

- Ebû Abdurrahman! Keşke bize her gün vaiz etsen, dedi.

İbni Mesut ona şunları söyledi:

- Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim  Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de, bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı. (Buhârî, İlim 11, 12, Daavât 69; Müslim, Münâfikîn 82, 83. Hem bk. Tirmizî, Edeb 72)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Dini öğretmeyi meslek edinen kimsenin, yani din tebliğcisinin hedefi, söylediği sözlerin öğrenilmesi ve anlattığı gerçeklerin gönüllerde yer tutmasıdır. Bu başarıyı elde etmenin kuralları vardır. Bu kuralların en öncelikle geleni, karşısındaki insanların dinleme ve öğrenme isteklerini dikkate almak ve onları usandırmamaktır. Bir şeyi öğrenmek isteyen kimse, söylenen sözleri can kulağıyla dinlediği için bıkıp usanmaz. Dinlemeye hevesli olmayan kimseye de bir şeyi öğretmek olası değildir. Zira o dinliyor görünse bile, gönül kapılarının kepengini kapatmış ve söylenen sözlerle bir ilgisi kalmamıştır.

Bu gerçeği dikkate bölge Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashâbının kendisini dinlemekten büyük haz duyduğunu ve tekrar tekrar ağzına baktığını bildiği halde, onları bıktırıp usandırmamak için sohbetlerine ara verirdi. Konuştuğu zaman da ashâbı onu can kulağıyla dinlediği için hiçbir sözünü kaçırmazlardı.

Her şeyi olduğu gibi eğitim öğretim usûllerini de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den öğrenen ashâb-ı kirâm, onun bu konudaki sünnetine titizlikle uydular.

Duruma ve şartlara göre halka her gün konuşması gereken kimseler, konuşma süresini ölçülü tutmalı ve onları bıktırmamalıdır. Bundan üstüne, sohbetlere bir gün ara vermek ve bu nedenle dinleyicilerin yeni konuşmaları arzuyla takip etmelerini sağlamaktır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

Hoş konuşan âlimler halkla haftada bir defa dinî sohbetler yapmalıdır. Her hoş işin devamı, ona zaman zaman ara vermekle olası olur. Hz. Peygamber dinin büyük bir özlem ve iştiyakla öğrenilmesini istediği için, ashâbını bıktırmamaya uyarı ederdi. Abdullah İbni Mes`ûd Resûl-i Ekrem’in sünnetine o kadar bağlıydı.

“Bir Adamın Namazı Uzun Kıldırıp Hutbeyi Kısa Kesmesi Dini İyi Bildiğini Gösterir” Hadisi

Ebü’l-Yakzân Ammâr İbni Yâsir radıyallahu anhümâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Bir adamın namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi dini iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesiniz.” (Müslim, Cuma 47.)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Bir önceki hadisimizin râvisi olan Ebû Vâil’in anlattığına tarafından, Ammâr İbni Yâsir kısa ve öz bir hutbe okumuştu. Konuşmayı zevkle dinleyen müslümanlar ona künyesiyle hitâb ederek:

- Ebü’l-Yakzân! Çok güzel konuştun. Hutbeyi birazcık daha uzatsaydın iyi ederdin, dediler. O vakit Ammar, konuşmasını niçin gereğinden artı uzatmadığını şöyle açıkladı:

- Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim:

“Bir adamın namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi, dini iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesiniz. Çünkü öyle sözler vardır oysa, insanı âdeta büyüler.” (Müslim, Cuma 47)

Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfte, namaz ile hutbenin birbirine nisbetle uzunluğu ve kısalığı konusunda bir us vermektedir. Sadece bu hadise bakarak uzun namaz kıldırmanın câiz olduğu söylenemez. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in:

“Sizden biriniz insanlara namaz kıldırdığı vakit hafif tutsun. Çünkü onların aralarında güçsüz, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz kendi başına namaz kıldığında ise dilediği dek uzatsın” buyurdu. Allah’ın Resûlü’nün uzun kıldırma arzusuyla namaza başladığı halde, bir çocuk ağlaması duyunca, arka saflarda yer alan annesinin üzüleceği düşüncesiyle namazı kısa keserdi. Bu sebeple imam, cemaatinin durumunu dikkate almalı ve namazı yeterinden pozitif uzatarak kimseyi bıktırmamalıdır.

Hutbeler namaza kadar daha kısa olmalıdır. Bunun için de hatip, okuyacağı hutbeye itina göstermeli, söyleyeceği sözleri iyi seçmelidir. Böyle yapılmadığı için de bazı hutbeler gereğinden pozitif uzun olmakta, cemaati bıktırmakta, bazılarını o câmiye geldiğine, geleceğine pişman etmektedir.

Peygamber Efendimiz’in bütün hutbeleri kısa, kısa ve öz, bu sebeple de çarpıcıydı. Ammar İbni Yâsir Resûlullah’ın bu sünnetine uyduğu için cemaat onun konuşmasına doyamamıştı. Hutbeden kasıt cemaati söze beslemek olmamalı, onları bir sonraki hutbeyi dinlemeye arzulu şekilde göndermelidir. Kendilerini haklı dışında tutmak isteyenler, Vedâ hutbesinin uzun olduğunu söyleyebilirler. Oysa bugün bize ulaşan şekliyle Vedâ hutbesi, Resûlullah Efendimiz’in o birincil ve son haccı esnasında, muhtelif yerlerde yaptığı konuşmaların bir araya toplanmasından meydana gelmiştir. 150 numaralı hadiste de gördüğümüz üzere, “Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’in namazı da hutbesi de alışılagelmiş uzunlukta idi.” İmam ve hatiplerimiz bu ölçülere uymalı; Allah’ın kullarını Allah’ın evinden usandırmamalıdır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

İmam ve hatipler, namazı ve hutbeyi sünnet ölçüsüne uygun bir şekilde îfâ etmelidir. Namaz ile hutbe mukayese edildiği zaman, esas ibadetin namaz olduğu görülür. Hutbe, insanı namaza ve öteki kulluk görevlerine hazırlayan bir nasihat ve hatırlatmadan ibarettir.

“Namaz Kılarken Dünya Kelâmı Konuşulmaz” Hadisi

Muâviye İbni Hakem es-Sülemî radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasından namaz kılarken cemâatten biri aksırdı. Ben de hemencecik “yerhamükellah” dedim. Cemaat bana dikey tepede olan bakmaya başladı. Bunun üzerine:

- Vay başıma gelenler! Yâhu bana niye pek bakıyorsunuz? deyince de ellerini uyluklarına vurmaya başladılar. Onların beni susturmaya çalıştıklarını görür görmez kızdım; fakat yine de sustum.

Anam, babam Resûl-i Ekrem’e fedâ olsun. Ne ondan önce ne de ondan daha sonra kendisinden daha iyi bir eğitici görmedim. Vallahi beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü. Namazı kıldırıp bitirince bana:

- “Bu ibadetin adı namazdır. Namaz kılarken dünya kelâmı konuşulmaz. Çünkü namaz tesbih, tekbir ve Kur’an okumaktan ibarettir” dedi veya buna benzer bir şey söyledi. Ben de:

- Yâ Resûlallah! Ben yeni müslüman oldum. Allah Teâlâ İslâmiyet’i gönderdiği halde hâlâ kâhinlere gidenlerimiz var! dedim. Bana:

- “Sen kâhinlere gitme!” buyurdu. Ben baştan:

- Aramızda uğursuzluğa inanan adamlar var, deyince de:

- “Bu onların gönüllerinde hissettikleri bir duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasın” buyurdu. (Müslim, Mesâcid 33. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 167)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Muâviye İbni Hakem İslâmiyet’i birazcık geç kabul etmişti. Bu sebeple namazda konuşmamak gerektiğini henüz öğrenememişti.  bununla beraber aksırdıktan sonradan elhamdülillah diyen kimseye, Allah sana acınacak şey etsin anlamında yerhamükellah deneceğini biliyordu. Namaz kılarken yanındaki sahâbî aksırınca ve belki de elhamdülillah deyince, Muâviye ona yerhamükellah diye dua etmişti.

Namazda birinin sübhânallah diye ikaz edilebileceği hususu, bu olayın meydana geldiği tarihte az önce bilinmiyordu. Bu sebeple ashâb-ı kirâm Muâviye İbni Hakem’i, namazda konuşulmayacağını açıklamak için ellerini uyluklarına vurarak ikaz etmişlerdi. Ne yazıkki o, namaz edebini demin öğrenemediği için arkadaşlarının bu tutumunu yadırgamış, bundan dolayı da kusur üstüne hata yapmıştı.

Muâviye’nin, “Vallahi Resûlullah beni ne azarladı ne dövdü ne de sövdü” sözü hem takdir ayrıca de bir itiraftır. Zira o, aradan yıllar geçtikten, namazın önemini kavradıktan, hatta Allah’ın Resûlü’nün namaz gözümün nûru kılındı buyurduğunu öğrendikten sonra, yaptığı hatalar nedeniyle aslında azarlanmayı yargı ettiğini, lakin onun bu hataları kasıtlı olarak yapmadığını görebilen Resûlullah’ın kendisini bağışladığını anlatıyor.

Hz. Peygamber yeni müslüman olan, dini yeterince öğrenme fırsatı bulamayan kimselere karşı daima müsamahalı davranmıştır. Yaptıkları kusur ne değin büyük olursa olsun onları hoş görüp bağışlamıştır. Onun Muâviye’yi yanına çağırıp namazın ne çağrıda bulunmak olduğunu sükûnetle anlatması ve yaptığı hatadan dolayı başkalarının yanına onu incitecek bir şey söylememesi öyle ibretlidir. Zaten Muâviye’ye maksimum etki eden ve onu Resûlullah’a hayran bırakan tavır da onun bu tavrı olmuştur.

sonra Muâviye zihnini kurcalayan iki konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sordu. Bunlardan biri, cinlerinin yardımıyla veya sahip oldukları yetenekle ileride olacakları bildiklerini bahis eden kâhinlere inanılıp inanılmayacağı idi. Hz. Peygamber “sen onlara gitme!” buyurmak suretiyle, bir müslümanın cincilere inanmaması gerektiğini öğretti.

Hadisten Öğrendiklerimiz

Peygamber Efendimiz insanların gönül dünyasına layık veren ve kimseyi kırıp incitmeyen çok iyi bir öğretmendi. Namazda dünya kelâmı konuşmamak ve kendini ibadete saptamak gerekir. Kâhinlere, cinlerin yardımıyla gelecekten haber verdiğini bahis edenlere asla gitmemeli ve onlara değerinde vermemelidir. Uğursuzluğa asla inanmamalıdır; zira kör talih diye bir şey yoktur.

Çok Tesirli Tavsiye

İrbâz İbni Sâriye radıyallahu anh:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize çok tesirli bir nasihat verdi. Bu öğütten nedeniyle kalpler ürperdi, gözler yaşardı, diyerek devamı ve tamamı “Sünneti koruma” bahsinde geçen hadisi rivayet etti. (Tirmizî, İlim 16; Ebû Dâvûd, Sünnet 5. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Peygamber aleyhisselâm’ın konuşmasından pek duygulanan ashâb-ı kirâm, ondan kendilerine bir tavsiyede bulunmasını istemişlerdi. Allah’ın Resûlü de onlara, başlarındaki idareciye itaat etmelerini öğüt etmiş, ileride pek fazla anlaşmazlıklar göreceklerini hatırlatarak, o süre var güçleriyle sünnete sarılmalarını, din diye sonra ortaya meydana çıkan her fena hareketten kaçınmalarını öğütlemişti.

Epeyce geniş bir şekilde açıklanan ve kendisinden muhtelif sonuçlar çıkarılan hadîs-i şerif yeniden okunmalıdır.

İmam Nevevî merhûm, görüldüğü üzere, hadîs-i şerîfin tamamını vermemiş, konumuzla ilgili olan baş tarafını zikretmekle yetinmiş ve böylece Resûlullah Efendimiz’in konuşmalarının gönülleri titretecek derecede duygu yüklü ve son derece ölçülü olduğunu andırmak istemiştir.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/ogut-verirken-olculu-olmak-ile-ilgili-ayet-ve-hadisler.html