İnsan bu dünyada girdiği birinci imtihanı kaybetse, ikincisine hattâ üçüncüsüne girebilir. Ama son nefesten daha sonra ikinci bir kulluk imtihanı olmayacak. Bu hayattan sonradan ebedî, sonsuz bir âhiret hayatı başlayacak. Peki son nefes için ne hazırladık?

Sâdî-i Şîrâzî Hazretleri şöyle anlatır:

“Bir gün, yolculuğa çıkmak niyetiyle bir kervana katıldım. Yolda müthiş bir fırtına çıktı. Ortalık toz duman oldu. Dünya karardı, göz gözü görmüyordu. Kafile içinde daha evvel hiç sefere çıkmamış nazlı bir ev kızı vardı. Bir havlu ile babasının yüzündeki tozu toprağı siliyordu.

Babası ona şefkatle dedi ancak:

«Ey benim nazlı kızım! Beni sevdiğin için yüzüme toz konmasına gönlün râzı olmuyor, biliyorum. Lakin ben aldırmıyorum. Çünkü bu çehreme bir gün böylece toz toprak çökecek ama, silmenin imkânı olmayacak!»

Azîzim! Verdiğin her nefes, dörtnala koşan bir beygir gibi seni mezarına içten götürüyor. Bir gün ecel âniden üzengiyi koparacak ve sen de dizginleri çeviremeyeceksin.”

Yaşam, umulmadık sürprizler ve med-cezirlerle batmış. Bu iniş ve çıkışlar içinde çalkalanırken ölümün derin ve gürültüsüz çığlığına kulak vermemek ve bir gün kendimizin de o kapıdan geçeceğimizi hesaba katmadan yaşamak, ne hazin bir gaflettir.

BİR GÜNÜNÜN GEÇMESİ SENDEN BİR PARÇA KOPMASI GİBİDİR

Râbiatü’l-Adeviyye’nin, Süfyân-ı Sevrî’ye hitâben söylemiş olduğu şu sözler de, bu hakikate uyarı çekiyor:

“Ey Süfyan, günlerin sayılıdır. Bir gününün geçmesi, senden bir parçanın kopması gibidir. Bir parçan gidince, bütünü de gidebilir. Sen bunları biliyorsan, ona göre amel et, ibret al!

Dirhemim, dinarım, malım, makamım elden gitti, deme! Bilâkis; bir günüm geçti, acaba nasıl bir amel işledim, de! Zira ömür, günlerle tükenir.”

Dünya hayatında yaşadığımız ibadet, muâmelât ve ahlâk ile alıp verdiğimiz bütün nefesler, son nefesimizin bir nevî pusulası hükmündedir. bununla birlikte âhiretteki hâlimizin daha bu dünyadaki tercümanı gibidir.

Nitekim İmâm Gazâlî -rahmetullâhi aleyh- şöyle der:

“Burada herkes neyi ekmişse âhirette onu biçecektir. Herkes yaşadığı gibi ölecek ve öldüğü gibi dirilecektir.”

Dolayısıyla herkes, alıp verdiği her nefes ile gerçekte kendisini ilâhî cezâ ya da mükâfata hazırlamaktadır.

Bu sebeple önümüzdeki her mevsim, her gün ve saat; kulluk, ibadet ve tâat için büyük bir fırsattır. Zira Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Dünyanın bir saati, kıyâmetin bin senesinden daha kıymetlidir. Zira orada kurtuluşa kavuşturacak bir amel yapılamaz.”

Ömür takvimimizde kaç yaprak kaldığını bilmiyoruz… Lâkin her gün dünyadaki ömrümüzden bir gün eksilirken, âhirete bir gün daha yaklaşıyoruz…

aklı başında bir insana yakışan odur ama, başkaları onun düştüğü durumdan ibret almasından evvel, o başkalarının uğradığı musîbetten ibret alsın.

Meselâ yolculuğa çıkacak birine, gideceği noktayı etraflıca bilen bir kimsenin vereceği tavsiye o kadar kıymetlidir. Zira yoldaki zorlukları, dikkat edilmesi gereken noktaları haber verir. Zeki bir kimsenin de selâmetle gideceği yere varabilmesi, bu öğütleri dikkatle dinlemesine bağlıdır.

Peygamberler ve onların zamanlara yayılmış yükseklik temsilcileri olan Yargı dostları da insanlığa, bu dünya yolculuğunun Cennet’te neticelenmesi için dikkat edilmesi gereken hususları ve girilmemesi gereken çıkmaz sokakları haber vermişlerdir…

Dünya, iki kapılı bir kervansaray. Sonsuzluk yolculuğunda yalnızca bir durak. Bu sebeple de gönüldeki muhabbet sermayesinin harcanacağı bir mekân yok… Yalnızca âhiret azığının tedârik edileceği bir yer.

AKILLI VE UYANIK KİMSE

Nitekim Ahmed Yesevî Hazretleri şöyle îkaz ediyor:

“Zeki ve kurnaz bir kimse isen, dünyaya gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp dünyaya meylettirirse, seni emri altına almış demektir. Bundan daha sonra felâketten felâkete sürüklenirsin de hiç haberin olmaz.”

Zira Şeyh Sâdî’nin dediği gibi;

“İnsan dünyaya meyledince, bala düşmüş sinek gibi olur.”

Şâir Ziyâ Paşa da şöyle der:

Dehrin, ne safâ var acabâ sîm ü zerinde;

İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde…

“Şu fânî dünyanın altın ve gümüşünde hiçbir safâ yoktur. Çünkü insan, ebedî âleme seyahat esnâsında bunların hepsini geride bırakır, yalnız başına sefere çıkar!”

Dünya’ya hâkim olan Zülkarneyn -aleyhisselâm- da, bu hakikatin ahali kadar daha iyi idrâk edilmesi için ölmeden evvel şöyle vasiyet etmiştir:

“–Beni yıkayın, kefenleyin! Daha Sonra bir tabuta koyun! Yalnız kollarım dıştan sarkık kalsın! Hizmetkârlarım arkamdan gelsin! Hazinelerimi de katırlara yükleyin! Halk, benim son derece ihtişamlı bir saltanat ve dünya mülküne sahip olmama rağmen, kabre eli anlamsız gittiğimi, hizmetkârlarımın da, hazinelerimin de bu dünyada kalarak benimle beraber gelmediğini görsün! Bu palavracı ve fânî dünyaya aldanmasın!..”

Bir bez kundakta gözlerimizi açtığımız dünyada takdir olunduğu dek yaşadıktan daha sonra, bir tahta kundakla âhirete uğurlanacağımızı düşünüp fânîliği unutmamak; kalbimizi, nefsânî arzuların işgâlinden korumak için en tesirli ilâçtır.

İnsan son nefesine değin, nefs ve iblis ile bir savaşın içinde. Son nefesten daha sonra bu uğraşma bitecek. yeniden geriye dönme imkânı da kalmayacak.

üstelik insan, kendini en iyi son nefeste tanıyacak.

Necip Fâzıl şöyle der:

O demde ama, perdeler kalkar, perdeler iner,

Azrâil’e “güzel geldin” diyebilmekte beceri.

Âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (el-Hicr, 99)

Yani son nefese değin, diri bir kalbe sahip edebilmek için gayret zorunlu. Hiçbir zaman “Ben kalbimi düzelttim, benim kalbim pak, ben kurtuldum.” diyemeyiz. Rabbimiz, ibret alalım diye; Bel’am bin Baûrâ ve Kârûn’u bize örnek veriyor. Onlar başlangıçta sâlih, müttakî, insancıl, istikâmet sahibi kimselerdi. Fakat daha sonra nefse uydukları için ayakları kaydı.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, hayatı İslâm’a hizmetle geçmiş olmasına rağmen, bir talebesine yazdığı mektupta son nefesi için duâ istiyor ve ekliyor;

“Hiçbir amelime güvenmiyorum, sadece Allâh’ın rahmetine sığınıyorum.”

İnsanoğlu için dünya hayatının gâyesi, âhiret saâdetini elde edebilmektir. Bu sebeple Rabbimiz, biz kullarını şöyle îkaz buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Allah’tan (O’nun azamet-i ilâhiyyesine) yaraşır şekilde korkun ve oysa müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)

SON NEFESTEN DAHA SONRA İKİNCİ BİR KULLUK İMTİHANI OLMAYACAK

Çünkü insan bu dünyada girdiği birinci imtihanı kaybetse, ikincisine hattâ üçüncüsüne girebilir. Lakin son nefesten sonradan ikinci bir kulluk imtihanı olmayacak. Bu hayattan daha sonra ebedî, bitmeyen bir âhiret hayatı başlayacak.

Bazen dünyevî endişelere kapılıyoruz. İmkânlarımızdan birini kaybetsek uykumuz kaçıyor, tedirgin oluyoruz. Peki ya, son nefes ve âhiret endişesi ne değin uykumuzu kaçırıyor? Bu endişe nedeniyle ne değin uykularımızı bölüp secdelerde gözyaşı dökebiliyoruz?..

Muhammed bin Kâ’b el-Kurazî şöyle anlatıyor:

çok eskiden Ömer bin Abdülaziz ile Medîne-i Münevvere’de karşılaşmıştım. O vakit gâyet yakışıklı, ter ü tâze bir gençti ve bereket içinde yaşıyordu. sonra halife olduğunda yanında gittim, izin isteyip içeri girdim. Onu görünce şaşırdım ve yüzüne başı dönen baş döndürücü bakmaya başladım. Bana:

“–Ey Muhammed, neden pek hayretle bakıyorsun?” dedi.

“–Ey Mü’minlerin Emîri, renginiz uçmuş, bedeniniz yıpranmış, saçlarınız ağarmış ve dökülmüş! Sizi bu hâlde görünce hayretimi gizleyemedim.” dedim.

Bunun üzerine Ömer bin Abdülaziz bana şöyle dedi:

“–Ey Muhammed, beni kabre konulduğumdan üç gün sonra görsen kim bilir ne kadar şaşıracaksın? O vakit karıncalar gözlerimi çıkarmış, gözlerim yanaklarımın üzerine akmış, ağzım burnum kan ve irinle dolmuş olur. İşte o zaman beni hiç tanıyamaz ve daha çok şaşırırsın. Şu Anda bunları bırak da sen bana İbn-i Abbâs’ın Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den rivâyet ettiği hadîsi bitmiş et…” (Hâkim, IV, 300/7706)

Mühim olan, şu fânî hayatı kısa ya da uzun yaşamak yok! Önemli olan, rızâ-yı ilâhîyi kazanarak son nefesi verebilmek. Önemli olan, mü’min gönüllerden âdeta bir “hüsn-i hâl kâğıdı” alarak, güzel şâhitliklerle ilâhî huzûra yüz sürebilmek…

Süre, kalbi ve gönlü uyandırma zamanı. Bu fânî yaşam, son nefesle bitecek. Lâkin rûha vefat değil! Bu sebeple kalbi inkişâf ettirmek zarurî. En ağır ve mühim dersimiz de bu! İbadetle, muâmelatla, güzel ahlâkla, sâlih ve sâdıklarla beraber olarak, bu dersi geçmemiz durum!

Unutmayalım ama, ölümden korkmanın bir faydası olmadığı gibi, ondan kaçanların kurtulduğuna dair bir haber de yok. Dolayısıyla önemli olan, ölümden korkmak ya da kaçmak değil, îman ve sâlih amellerle uygunca hazırlanarak ölümü bir “şeb-i arûs” yani “nikah gecesi” güzelliğine dönüştürebilmek.

Zira Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Oğul, herkesin ölümü kendi rengindedir, insanı Allâh’a kavuşturduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere, ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da arkadaş gibi çıkar.”

“Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun.”

“Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun, ölümün çehresi değil, kendi çirkin yüzündür. Senin rûhun bir ağaca aynı. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir…”

Nasıl ki bardağa düşen son damla, önceki damlalara göre ayrı bir iş görüp bardağın taşmasına sebep oluyorsa, son nefesten önceki nefeslerimiz de böyledir. Yani son nefesimiz, evvelki nefeslerimize kadar bir netice hâsıl eder. Onun için, son nefese hazırlık, şu an aldığımız nefesleri nasıl kullandığımıza bağlıdır.

Bu sebeple dâimâ muhâsebe hâlinde olacağız:

–Ömrümüzün ne kadarı hayır hasenatla geçti?

–Hayatımızı ne dek Allah yolunda sarf ettik?

–Ya Da -Allah muhafaza buyursun- ne dek nefsimiz için harcadık kıymetli dakikalarımızı.

En fecî ölüm, Hak’tan gâfil edinmek ve Oʼnun rızâsını kaybetmektir… Onun için bir mü’min, nasıl yaşayıp nasıl ölmesi îcâb ettiğini iyi idrâk etmeli ve îmandan ihsâna ulaşabilmenin eğitimine girmelidir. Zira peygamberler ve onların müjdelediklerinin dıştan hiç kimsenin ne hâl üzere öleceği ve ne şekilde dirileceği hususunda bir teminâtı bulunmuyor.

Cenâb-ı Hak cümlemizi, rızâsına muvâfık bir kulluk hayatı yaşayıp îman selâmetiyle can emânetini teslim edebilen bahtiyar kullarından eylesin. Bu fânî dünyadaki son nefesimizi, ebedî vuslatımızın birincil nefesi eylesin!.. Âmîn…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Aralık Rakam: 209

Yaşam Öbür Dünya Hayatıdır

Kaynak: www.islamveihsan.com URL: https://www.islamveihsan.com/son-nefese-ne-hazirladin.html